Küçük ömrümde sayıca hiç de az olmayacak kadar müteahhit tanıdım. Kendileri hakkında birkaç tespitimden bahsetmek isterim
1) müteahhitlerin önemli bir kısmı önceden maddi durumu iyi olmayan kişilerken sonrasında vesayet yolu ile mal edinerek bu işe giriyorlar. Hatta aralarında azımsanmayacak bir kısmı önceden inşaat işçisi oluyor. Yani düzgün bir strateji uygularsanız bu iş ile hızlı bir yükseliş sağlayabilirsiniz.
2) hızlı yükselişlerin hızlı düşüşleri oluyor. Bu mesleği icra edenler arka arkaya yaptıkları birkaç yanlış hamle ile her şeylerini kaybedebiliyorlar. Yanlışlarının affı olmuyor.
3) çok lüks daireler yapsalar da müteahhitler daha mütevazı evlerde oturuyorlar.
4) çocuklarından bir ya da birkaç tanesi gerek özel okulda zorla okutularak gerekse düşük puanlı şehirlere gönderilerek mühendis ya da mimar yapılmaya çalışılıyor. Bu, çocukların kişisel tercihi mi yoksa müteahhitliğin devam etmesi mi isteniyor bilemiyorum.
müteahhit
Başlıkla ne kadar ilgisi var bilmiyorum ama Buldukları irili ufaklı her araziye bir bina diktiklerinden olsa gerek, aklıma çarpık kentleşmeyi getiren meslek.
Türkiye'nin silüetini beğenmiyorum, uygarlığın başladığı bu topraklara bu şehirleşme hiç yakışmıyor. Ayrıca küçük bir ilçede yaşamama rağmen sürekli inşaat, gürültü, toz var buralarda yine bu mesleğin yüzünden. Bunların hepsi gün içinde yaşadığımız diğer şeylerle beraber birikerek ruh halimizi olumsuz etkileyen durumlar.
Keşke Her belediyenin; sorumlu olduğu yerleşim biriminin tarihine, doğasına, kültürüne uygun birkaç mimari tasarımı olsa ve keşke yeni bina yapılmak istendiğinde bu tasarımları kullanmak zorunlu tutulsa.
Avrupa'da en sıradan şehirlerin bile binaları, mimarisi, sıradan insanların yaşadığı sıradan apartmanları bile ne kadar güzelken Avrupa'nın en büyük şehri olan İstanbul'daki estetik fakiri yapılardan utanmamız gerekiyor.
Milano gibi Avrupa'nın küçük bir kentinde bile Starbucks gibi dev bir firma ufacık bir şube açabilmek için 2 sene beklemiş. Yine Milano'da Binaların dışı, sahipleri tarafından boyanmak istenirse bir ton resmi işlemle uğraşmaları uzun süre beklemeleri gerekiyor çünkü şehrin silüetini kimsenin bozmasını istemiyorlar. Çünkü adamlar kendilerinden önce orada yaşayıp o şehre bir kültür kazandırmış olan atalarına saygı duyuyorlar.
New York'un bile yeşil alan oranı İstanbul'dan yüksek olabilir mi ya?
Bir de üniversiteler var tabii. Abd gibi, türk tarihinin yanında tarihi kısacık kalacak olan bir ülkenin üniversiteleri bile muhteşem görünüyor. Doğruya doğru, Bizim de son 30-40 seneden önce yapılmış üniversite binalarımız (Gazi Üniversitesi rektörlük binası, İstanbul üniversitesi, ytü vs) gerçekten çok güzeller ama peki ya sonradan kurulan fakültelerin binaları...
Üniversite bir kültürdür ve apartman gibi fakülte binaları o kültürü ne kadar yansıtabilir ya da temsil edebilir? Mesela gazi üniversitesi gibi bir üniversitenin en önemli fakültelerinden biri olan fakültemiz gerçekten o binayı ve o kampüsü mü hak ediyor?
Sanatı günlük hayata uygulamanın, halka ulaştırmanın en kolay yoludur mimari belki de. Her gün girip çıktığımız, pencereden bakınca gördüğümüz tüm o apartmanlar, değersiz beton yığınları olmak yerine üzerlerinde az çok sanatsal esintiler taşısalardı fena mı olurdu? İnsanlarımızın hayata bakış açısı bile değişirdi, güzelleşirdi diye düşünüyorum.
Türkiye'nin silüetini beğenmiyorum, uygarlığın başladığı bu topraklara bu şehirleşme hiç yakışmıyor. Ayrıca küçük bir ilçede yaşamama rağmen sürekli inşaat, gürültü, toz var buralarda yine bu mesleğin yüzünden. Bunların hepsi gün içinde yaşadığımız diğer şeylerle beraber birikerek ruh halimizi olumsuz etkileyen durumlar.
Keşke Her belediyenin; sorumlu olduğu yerleşim biriminin tarihine, doğasına, kültürüne uygun birkaç mimari tasarımı olsa ve keşke yeni bina yapılmak istendiğinde bu tasarımları kullanmak zorunlu tutulsa.
Avrupa'da en sıradan şehirlerin bile binaları, mimarisi, sıradan insanların yaşadığı sıradan apartmanları bile ne kadar güzelken Avrupa'nın en büyük şehri olan İstanbul'daki estetik fakiri yapılardan utanmamız gerekiyor.
Milano gibi Avrupa'nın küçük bir kentinde bile Starbucks gibi dev bir firma ufacık bir şube açabilmek için 2 sene beklemiş. Yine Milano'da Binaların dışı, sahipleri tarafından boyanmak istenirse bir ton resmi işlemle uğraşmaları uzun süre beklemeleri gerekiyor çünkü şehrin silüetini kimsenin bozmasını istemiyorlar. Çünkü adamlar kendilerinden önce orada yaşayıp o şehre bir kültür kazandırmış olan atalarına saygı duyuyorlar.
New York'un bile yeşil alan oranı İstanbul'dan yüksek olabilir mi ya?
Bir de üniversiteler var tabii. Abd gibi, türk tarihinin yanında tarihi kısacık kalacak olan bir ülkenin üniversiteleri bile muhteşem görünüyor. Doğruya doğru, Bizim de son 30-40 seneden önce yapılmış üniversite binalarımız (Gazi Üniversitesi rektörlük binası, İstanbul üniversitesi, ytü vs) gerçekten çok güzeller ama peki ya sonradan kurulan fakültelerin binaları...
Üniversite bir kültürdür ve apartman gibi fakülte binaları o kültürü ne kadar yansıtabilir ya da temsil edebilir? Mesela gazi üniversitesi gibi bir üniversitenin en önemli fakültelerinden biri olan fakültemiz gerçekten o binayı ve o kampüsü mü hak ediyor?
Sanatı günlük hayata uygulamanın, halka ulaştırmanın en kolay yoludur mimari belki de. Her gün girip çıktığımız, pencereden bakınca gördüğümüz tüm o apartmanlar, değersiz beton yığınları olmak yerine üzerlerinde az çok sanatsal esintiler taşısalardı fena mı olurdu? İnsanlarımızın hayata bakış açısı bile değişirdi, güzelleşirdi diye düşünüyorum.
Her belediyeye bağlı çevre ve şehircilik, imar birimleri oluyor. Ancak bu birimlerin ne kadar ve nasıl çalıştığı ortada.
Maalesef 😢
Hafif kır saç, siyah bir güneş gözlüğü, bir miktar göbek, sinekkaydı tıraş, kurnazlık ve sıkıntılı durumlarda inşaatı terk edip kaçan gizemli kişilik bileşimi
Türkiye'nin kanayan yarası.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?