benim hastalığım cansız varlıklara aşık olmak. sırf rengi çok güzel diye saçma sapan bir şeye, çok minnak diye bir kaleme, simli ve parıltılı olduğu için bir deftere vs. kaç yaşıma geldim ama hala böyle salak saçma şeylere düşüyorum. düzelicem inşallah hayırlısıyla...
açmayın şöyle başlıklar işte, açmayın. yaramı deşiyorsunuz, kalbim kırılıyor. bitti benim tatilim, göz açıp kapayıncaya kadar geçti. tatil matil kalmadı. yarın 9'da servisin önünde toplanın diye haber gönderdi hoca. tatilim bitti benim. okula gitcem yarın, anlatabiliyor muyum? :'(( not: ağlamıyorum, gözüme bir şey kaçtı sadece. (ühü)
ortalık karıştırıcı mevzulardır. öyle her yerde ya da herkesle konuşulmamaları gerekir. bazı insanlarla böyle konuları konuşmak başınızı ağrıtabilir, huzurunuzu kaçırabilir. çünkü üzülerek söylüyorum ki insanların çoğu anlayışsız, tahammülsüz ve at gözlüklü, mevzu derin olduğunda kendisi gibi düşünmeyen kişilere saygı duymayı beceremiyorlar. bir bakmışsınız ki düşüncelerinizden ötürü "vatan haini" ilan edilmişsiniz. ya da karşınızdaki kişi saçma sapan bir şekilde öfkelenip sizi delirtebilir. kısacası yeterli olgunluğa erişmemiş kişilerle böyle derin mevzular hakkında konuşmak iyi bir fikir değildir, bulaşmayınız efendim.
dünya sarılma günüymüş bugün. gönül ister ki herkes kalbinin derinliklerinde en çok kime sarılmak istiyorsa ona sarılsın ama bu mümkün olamayacağına göre çevrenizdeki sevdiğiniz insanlara sarılabilirsiniz. önemli not: sevdiklerimize sarılmak için özel bir güne ihtiyacımız yok, aklımızda bulunsun :)
başlığı görünce son doğum günümün ne kadar iğrenç geçtiğini hatırladım gece gece. ağladım, ödev yaptım, görüşmek istemediğim insanlarla görüştürüldüm, hastalandım en sonunda. gittiğim yerden bacaklarım titreye titreye döndüm eve. korkunçtu her açıdan. aklıma gelmişken gideyim de babama "beni keşke doğurmasaydın" diyeyim bari, uzun zamandır demedim çünkü. not: anneme deyince ayıp oluyor o nedenle babama diyorum. saçma bir şekilde komik geliyor babama bunu söylemek. (komiklik anlayışımı sorgulamayın pls.)
belli bir yaşa kadar normaldir, bir sorun teşkil etmemektedir. o belli yaşa ulaşıldığında, bad boy'ların sadece dizi ve filmlerde güzel olduğu fark edilir. gerçek hayatta böyle şeylerin aptalca ve "cringe" olduğu idrak edilir, umursamazlık ve salak saçma tavırların çekilmez şeyler olduğu anlaşılır. aklı başında olan insanlar o belli yaşa geldiklerinde çekici olan asıl şeylerin merhamet, vicdan ve diğer güzel ahlaki duygular olduğunu anlarlar.
bir şeyin çok güzel, birinin çok iyi olduğunu düşünüyorsanız birkaç adım daha yaklaşıp tekrar bakın. uzaktan masmavi ve berrak görünen denize yakından baktığınızda bulanık ve kirli olduğunu görürsünüz. insanlar da böyledir, yakınlaşmak adına attığınız her adımın sonunda karşınıza yeni yeni kusurlar çıkar. bu nedenle birinin sizin için her zaman iyi ve güzel kalmasını istiyorsanız belli bir mesafede durmak iyidir. mesafeler iyidir, kusurları gizlerler.
birileri nazınızı çekerse, sizinle güzelce ilgilenirse, size bir bebekmişsiniz gibi bakarsa elbette ki daha kolay iyileşirsiniz. buna "sevgi ve ilginin iyileştirici gücü" diyebiliriz. ama naz yaparken dikkatli davranılmalıdır. çünkü her şey tersine dönebilir, daha da kötüye gidebilir. yaptığınız nazı çeken birileri olmazsa, umursanmazsanız hastalığınız artacaktır. hastalığın vermiş olduğu fiziksel çökkünlüğe psikolojik bir çökkünlük eklenmiş olur. ve artık hem hasta hem üzgünsünüzdür. her açıdan geçmiş olsundur...
inanın hiç beklemediğiniz bir zamanda oluyor her şey canlarım benim. inşallah siz de bulursunuz gönlünüze göre birini kuzularım. allah sizlere de nasip etsin. moralinizi bozmayın :))
lys'nin türkçe oturumuna girecektim, ama tamamen keyfi olarak yapacağım bir şeydi. sayısal oturumlar bitmişti zaten, kafam rahattı. tm'den tercih yapma gibi bir durumum da olmadığı için öylesine takılacaktım işte sınavda. babamla birlikte sınavın olduğu liseye gittik. bir anda aklıma esti, dedim ki bu sınav zaten önemli değil, babam buralarda saatlerce beklemesin gereksiz yere. bir de ramazan ayındayız, tekrar beni almaya gelmekle de uğraşmasın. evet, çok hayırlı(!) bir evlat olduğum için babama kıyamamışım demek ki. neyse babama dedim ki, sen beni bekleme, eve dön. e peki ben eve nasıl geri döneceğim? dolmuşa, otobüse binerek eve rahatlıkla dönebilirim ama paraya ihtiyacım olacak. sınav salonuna parayla giremiyorum tabi. şöyle bir çözüm bulduk, okulun bahçesinde saksılar vardı, o saksılardan birinde toprağı hafifçe eşeleyip oraya bozuk para koyduk, üstünü de toprakla örttük yine. neyse işte sınav bitti, gittim paraları almak için. insanlar saksıların üst tarafındaki duvara oturup ayaklarını saksının kenarına doğru sarkıtmışlar. dedim ki "müsaade eder misiniz?", ayaklarını çektiler, sıra dışı hiçbir şey yokmuş gibi ordan paraları aldım ve eve döndüm.
evimizin hemen çaprazında bir cami var. minaresindeki küçük kapıları görebiliyorum. oldukça uzun bir minare ve üst kısımlara yakın bir yerde minik bir balkon var. o balkona çıkmak istiyorum, kapısı olduğuna göre oraya çıkılıyor demektir. çok geniş bir alanı görebilirim o yükseklikten. kahve içip müzik dinleyerek gün batımını izlesem keşke o balkondan. bir de şey var, dolunayda ulumak. deli olduğumu düşünmenizi istemem (deli değilim demiyorum, siz öyle olduğumu düşünmeyin sadece) ama dolunay varken pencereyi açıp ulusam çok güzel olur bence. komşular için güzel olmayabilir tabi, ürkütücü bulma ihtimalleri var.
değişmek, gelişmek, bazı konularda biraz gerilemek belki. bazı şeyleri kazanırken bazılarını kaybetmek. kısa bir süre önceki "sen"i beğenmemek. geçmişte yaptığın şeylerin bazıları için "ben bunu nasıl yapmışım ya?" diyorsun, bazılarını hatırlamak bile istemiyorsun, oysa o zamanlar ne kadar da mantıklıydı o yaptıkların. sen küçükken çevrendeki "büyükler"in yaptığı bazı şeyler var ya, hani sana çok anlamsız ve saçma gelen o şeyler, bir bakmışsın sen de o şeyleri yapar olmuşsun. büyümek anlamadığın bazı şeyleri anlamaya başlamak demek. bazen bir lanet gibi büyümek, işler gitgide zorlaşıyor çünkü, yeni yeni sorumlulukların oluyor. ama aynı zamanda eskiden çok zorlandığın bir şey artık o kadar da zor gelmiyor, öğrenmişsin, alışmışsın. büyümek biraz hayal kırıklığı, ama bir yandan özgürlük sağlayıcı bir tarafı var. bitmeyen bir şey büyümek. biraz yorucu, ezici bir şey. ama tabi olmazsa olmaz bir şey...
geçen seneki dahiliye pratiklerinde bizim grupla da ders işlemişti abdurrahman hoca. önce güzelce "hastaya yaklaşım" anlatmıştı, "hasta öyküsü nasıl alınır, neleri soralım, hangi sırayla soralım?" gibi temel şeylerin üstünden adım adım geçmişti. daha sonra da servisteki bir hasta üzerinde fizik muayene göstermişti. sonra muayene adımlarını bizlere de yaptırmıştı. baştan sona çok verimli ve öğretici bir dersti. öğretmeyi seven ve oldukça ilgili bir hocamızdır kendisi. öğrenciye yaklaşımı da çok güzel, sabırlı ve sakin biri. ben de kendisiyle ders yapabilmiş olduğum için çok şanslı hissediyorum.
insanların hepsinin karşı taraftan ölümüne beklediği, kendisine gösterilmediğinde ortalığı birbirine kattığı ancak iş başkalarına göstermeye geldiğinde tanımazlıktan geldiği duygu. bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, "hürmet" diyor tdk. ne güzel bir tanım. herkes karşındakinden hürmet bekliyor, beklediğimiz hürmeti karşımızdaki insanlara gösteriyor muyuz acaba?
2 gece önce twitter'da yabancı bir tweet'e cevap vermiştim. fazlaca like almış bir tweetti. ben normalde anonim olarak takılıyorum, tweetlerim de oldukça az kişi tarafından okunuyor, zaten okunsun diye yazmıyorum yani kendi kendime takılıyorum diyebilirim. neyse işte, cevap verdiğim tweet benim hassas ve biraz da muzdarip olduğum bir konuyla alakalıydı, ben de görünce bir şey yazmadan geçemedim, yine kendi kendime yazmıştım oysa. bir baktım insanlar beğeniyor filan, 200'e yakın beğeni olmuştu, sonra uyudum ben. sabah bir kalktım, 1.4k beğeni almış. "ayy noluyo noluyoo" dedim ister istemez. cevap filan yazıyor insanlar. hala beğeni almaya devam ediyor, 1.6k'yı geçmiş. şaşırtıcı ve ilginç bir durum...
bir keresinde kardeşimle ben annemi çok sinirlendirmiştik. annem bize kızdı diye babamın yanına gitmiştik, babam güler geçer diye bekliyoruz, babamı yanımıza alacağız güya, böylece ortalık sakinleşecek filan. babama olayı anlatınca annemden daha çok sinirlenmişti. hem yaptığımız salaklık için sinirlenmişti, hem de annemi kızdırdığımız için...
babaannemden gelen mesajlardır. yarasa gibi yaşayan torununu normale döndürmek için bıkıp usanmadan çabalamaya devam ediyor. daha uzunca olan ilk mesajda gecenin dinlenmek, gündüzün de çalışmak için olduğunu açıklamış güzelce. düzenli uyku olmadan sıhhatli olunmazmış, düzenli olarak uyursam moralim iyi olurmuş. ikinci mesaj da şu şekilde: kim bilir kaç dakikasını aldı bunları yazmak, o kadar uğraşmış :) bu arada babaannemin "pamuk kızı" olduğumu biliyor muydunuz? :))
gecenin ikisinde bir anda aklıma gelmesi, kalkıp tüm evde onu aramam ve bulduğum yerde defalarca öpmem olabilir. yumuşacık tüylerini okşarken "bir canlı nasıl bu kadar güzel olabilir ya?" diye düşünmeden duramamam da olabilir. ya da sokakta gördüğüm kedilere "benim de senin gibi bir oğlum var biliyor musun?" diye onu anlatmam da olabilir... çok seviyorum sözlük, tüm kedileri çok seviyorum ama benimki bi ayrı güzel be :))
içinde gerçekten elma olduğunu öğrenmemle çok şaşırmama neden olan yiyecek. tamamı şeker zannediyordum küçükken. elma şeklinde kocaman bir şeker... değilmiş. saçma buldum açıkçası, elmayı o lezzetsiz şekerle kaplamak niye?
kedilere sorsak insanların uzaylı olduklarını söylerler diye düşünüyorum. kedimin benim uzaylı olduğumu düşündüğüne yemin edebilirim ama ispatlayamam. dünyanın en sıradan işini de yapıyor olsam gözlerini dört açıp öyle şaşkın şaşkın izliyor ki beni, "herhalde ben uzaydan geldim" filan diye düşünmeme sebep oluyor.
en sevdiğim anatomi hocasıdır. eskiden anatomi pratikleri zilli sınav şeklinde olurdu ve anatomi labının önünde upuzun bir sıra halinde beklerdik. ahiret kapısından geçip de sınava girmek için beklemekte olan öğrenciler olarak ister istemez gürültü yapıyorduk biraz. nadir hoca önce sessiz olun diye kızmıştı sonra da ortamı yumuşatmak için komik bir şeyler anlatmıştı bize. ne kadar tatlı ve merhametli diye düşünmüştüm. nadir hoca denildiğinde aklıma gelen ilk anı bu galiba :) yanlış hatırlamıyorsam ( böyle bir şeyi uyduruyor olamam herhalde, doğru hatırlıyorumdur), babasının da doktor olduğunu söylemişti bize bir dersimizde. bu nedenle tıp fakültesi 3.sınıf öğrencisiyken bile babasıyla birlikte ameliyatlara girermiş hocamız. bunu anlattığında "vay be, ne kadar havalı" diye düşünmüştüm. bu arada kendisi aynı zamanda radyoloji uzmanı diye biliyorum. son anatomi pratik dersinde hocamızla birlikte fotoğraf çekilmiştik. arkadaşlarımla birlikte özellikle nadir hoca ile fotoğrafımız olsun istemiştik. galiba genel olarak herkesin favori anatomi hocası nadir hoca :))