Daha keyifli ne vardır gerçekten bilmiyorum. Bir sonraki evrede de can sıkıntısı o kadar geçer ki espriler havada uçuşur ve seratonin zirvedir.(daha az önce yaptım da ehehehe)
Gönül yaylarını gevşetme potansiyeli taşıyan havadır. Dikkat dağınıklığı olsun, ders çalışmak haricinde her türlü aktiviteyi ekstra cazip kılmak olsun, eve girmek istememek olsun, birtakım kelebekler falan filan işte. Bu da demek oluyor ki tehlike arz ediyor. Dikkatli olalım, gönül yaylarımız başta olmak üzere yaylarımızın hepsine sahip çıkalım. Evet, ühü.
Bir akşamüstü pencerenden bakıyordun Ağır ağır, yollara inen karanlığa. Bana benzeyen biri geçti evinin önünden. Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya, O geçen ben değildim.
Bir gece, yatağında uyuyordun Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya. Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan, Ve karanlıklar içindeydi odan... Seni gören ben değildim.
Ben çok uzaktaydım o zaman, Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya. Artık beni düşünmeye başladığından Bıraktın kendini aşk içinde yaşamaya Bunu bilen ben değildim.
Bir kitap okuyordun dalgın İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı. Genç bir adamı öldürdüler romanda. Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın. O ölen ben değildim...
gerçek bir ilaç reçetesi yazdım bugün, ilk kez. kaşe filan bastım, kendi kaşem değildi ama olsun. o reçeteyi eczacıya verdiğinde antibiyotikli bir krem almış olacak hastamız. evet, yani geçerli ve gerçek bir reçete. :) küçük şeylerden mutlu olarak hayata tutunma çabaları. ühü.
bazı geceler içimde bir çığlıkla uyur, bazı sabahlar içimde bir çığlıkla uyanırım. o çığlık hiç susmaz aslında. her zaman bağırırım ben. bazen diğerlerinin gürültüsü o çığlığı bastırır, yok olmuş gibi hissederim bazen ama o ses her zaman ordadır, sadece ben daha az duyuyorumdur ya da daha az dinliyorumdur. shhh!
Babaannemin bir düğme kutusu vardı. Kutu da değildi aslında, hani sert plastik ambalaj şeklinde ıslak mendil kutuları vardı ya eskiden (şimdi de vardır belki, bilmiyorum), işte o kutulardandı, içindeki mendiller bittikten sonra babaannem düğme kutusu olarak kullanmaya başlamış. Küçükken babaannemlere gittiğimizde kutunun içindeki düğmeleri yere döküp düğmelerle oynardım. Oynamak dediğime bakmayın. Yere dökerdim, incelerdim, belki belli özelliklerine göre ayırırdım, en güzelini seçerdim, sonra hepsini toplayıp kutuya geri koyardım. Sakin sakin, sessizce, usulca, kendi kendime. Keşke şimdi o düğme kutusu yanımda olsa. Sakin sakin, sessizce, usulca ve kendi kendime kutuyu boşaltsam, içindekilerle biraz oynasam, aralarından en güzel düğmeyi seçsem ve sonrasında hepsini toplayıp kutuya geri koysam.
annemin bana hizmet etmeleri için dünyaya getirdiğine inandığım kişilerdir. gerçi anneme sorduğumda öyle olmadığını söylüyor, bunu da nerden çıkarmışım filan ama bence öyle. sonuçta onlardan önce doğmuş olmamın bir avantajı olmalı. not: bugünkü sataşmamı da sözlük aracılığıyla gerçekleştirmiş oldum, çok şükür. kendi kendime oldu biraz ama güvenliğim için böylesi daha iyi ahahhaha. evet, rahat duramayan bir ablayım, yapacak bir şey yok.
ben neyim? ben bir karadelik miyim? ben bir kek miyim? ben bir iki miyim? ben bir ismail miyim? ben bir hiç miyim? ben bir hiçliğin ortasında yüzen bir adam mıyım? ben hiçbir şey miyim yoksa bunlar bir yalan mı? belki bir şey olabilirim.
Ahaha çok tatlısınız :)) şu an ben de göremiyorum bu arada, bulutların arkasına gizlendi. Nöbet tutuyorum tekrar açığa çıksın da bir kez daha göreyim diye :))
amca ya da teyze olabilmek isterdim. amca olamayacağım zaten, o kesin. teyze olabilmem için de annemin bir kız çocuk dünyaya getirmesi gerekiyordu, getirmedi. yani teyze de olamayacağım. ne olacağım peki? inşallah hala olacağım bir gün. açıkçası hala olmayı çok istiyorum, gelecek hayallerim arasında iyi bir hala olabilmek var. mağazalarda gezerken çocuk reyonuna bakarım bazen, hala olduğum zaman yeğenlerime nasıl kıyafetler alacağımı şimdiden planlamak için. güzel isimler bulmaya çalışırım yeğenlerim için (sanki isimlerini ben seçecekmişim gibi jfjsjf). bazen oturup yaklaşık kaç sene sonra hala olabileceğimi filan hesaplarım. çok sene maalesef... o yüzden biraz üzülürüm, benim yaşımda hala olan arkadaşlarım var, benim neyim eksik diye dertlenirim ahahhaha. evet farkındayım, halalar pek sevilmiyor ama inşallah yeğenlerim beni sever ya. nolur sevsinler çünkü. aa bir de şey, kız çocukları halalarına çeker derler ya, kardeşlerimin henüz var olmayan kız çocuklarıyla ilgili hayaller kurup konuşurken onları "küçük clariceler" diye anlatıyorum. hatta bazen bu durumu kardeşlerimi sinirlendirmek için kullanıyorum. evinizde benim küçük versiyonlarım olacak filan diye djfjksdkf.
geçen gün bir yakınımızın bebeği oldu, ziyaret etmek için hastaneye gittik. bir baktım, bebeğin eldivenlerini ters giydirmişler. bayramda bize başka bir bebek gelmişti, annesi şapkasını ters giydirdi. nedenini anlamam zor olmadı; giysilerin iç kısmı dikişli oluyor ya, o dikişler bebeği rahatsız etmesin, canını acıtmasın diye öyle yapıyorlar. sonra anneme söyledim, dikişler rahatsız etmesin diye ters giydirmişler diye. "sen küçükken ben de senin atletlerini ters giydirirdim." dedi. üst üste bu duruma şahit olmak bu konuda düşünmeme sebep oldu. evet, gördüğümde neden öyle yaptıklarını anlamam zor olmadı ama böyle bir şeyi düşünüp bunu yapmayı akıl edebilir miyim, hayır. galiba bu denli ince düşünüp, bu kadar küçük bir şey için bile önlem almak istemek için anne olmak gerekiyor. yani anne olmadan böyle bir şeyi kimse akıl edemez diye düşündüm. sonuçta dikişler bebeği ne kadar rahatsız edebilir ki, değil mi? ama annesi o minicik rahatsızlık dahi olmasın istiyor. demek ki anne olmak böyle bir şey. hassas mı hassas bir kalp, yoğun bir ince fikirlilik, ekstrem bir merhamet. allah annelerimize sağlıklı ömür versin ve onları başımızdan eksik etmesin.
şükürler olsun ki maruz kalmadığım bir terördür. devam etmekte olduğum bir eğitim öğretim hayatım olduğu için zaten, bu soruya maruz bırakılmam saçma olur. insanların benimle ilgili bu yönde bir beklentileri olduğunu sanmıyorum. eğitim öğretim hayatım devam etmiyor olsa da bu soruya maruz bırakılmam saçma olur, çünkü kime ne? insanların bu tarz soruları çok normal bir şeymişçesine rahatça sorabiliyor olmaları çok ilginç geliyor bana. insan durup bir düşünür, "bana ne bundan? beni ne ilgilendirir ki?" der değil mi? bazı insanlar bunu diyemiyor demek ki... duyduğuma göre belli bir yaştan sonra birileri tarafından mutlaka bu soruya maruz bırakılıyor insanlar. çok saçma, çok anlamsız, çok saygısızca. insanlıktan ricam herkesin kendi işine bakması, kendisini ilgilendirmeyen konulara müdahil olmaması. teşekkürler. ne zaman mı evleneceğim? canım ne zaman isterse. belki canım hiçbir zaman istemez, o zaman da hiçbir zaman evlenmeyeceğim. bu kadar basit yani. bunun neyini soruyorsunuz ki?
çikolata yerken, içeride kendi halinde oturmakta olan babamın yanına gidip bir anda şöyle şeyler diyorum (evet durup dururken, alakasız bir şekilde): "yoo baba, ben şu anda çikolata yemiyorum ki. bugün hiç çikolata yemedim. hayır baba, yediğim şey çikolata değil ki, nerden çıkardın?" bir de bunları çocuksu bir şekilde söylüyorum, daha komik oluyor. (komiklik anlayışımı sorgulamazsanız sevinirim, canım sıkılmış olabilir biraz o nedenle gayet eğlenceli ve komik geliyor bana ksdfkj) babam da şey diyor: "kızım çok fazla yeme istersen, hasta olursun." of evet, ciddi ciddi diyor. demek ki ona komik gelmiyor bir şeyler...
Çoook gerekli olmadıkça yapmam. Çünkü kimseyle ilgili hiçbir şeyi merak etmiyorum. 2 3 kez gerekli olmuştu ama. Onlarda da beceremeyeceğimden emin olduğum için kendim ya da tek başıma yapmadım. Eşten dosttan yardım istedik diyelim. Sağ olsunlar destek oldular, ilgilendiler. Çok bir işe yaradı mı? Hayır. Ama işte bazı konularda merakımız bir tık giderilmiş oldu. Bu arada gerçekten asla becerebileceğim bir şey değil ya, hatta arkadaşım bir şey gösterirken yanlışlıkla beğenmek gibi salaklıklar yapabiliyorum. Ühü. Yüce Allah'ım böyle işlere gereksinim duydurmasın...
Babaannem kardeşlerime yaprak sarması yemelerini söyledi, onlar da yemek istemediklerini söylediler. (bir insan yaprak sarmasına nasıl hayır diyebilir inanın ben de bilmiyorum.) sonra dedem dedi ki "yiyin oğlum ya, dolma iyidir, zihninizi açar." hajdhdhsj zihnimizi mi açar? Hahahshdhhs çok iyi ya. Canım dedem msmdndn
geçen gün bahçeli'de yürüyorduk arkadaşlarımla. ben yüzümde minik bir gülümsemeyle, başımı yukarı kaldırıp derin bir nefes aldım. bu benim güzellikleri kendimce takdir etme ve o anı iyice idrak edip andan zevk alma hareketim. keyifli olduğum zamanlarda yapıyorum bunu, o an beynime kazınmış oluyor böylece. sonra bir baktım, arkadaşlarım aralarında benimle ilgili bir şeyler konuşuyorlar. neymiş efendim, zeki demirkubuz filminde miymişim. öyle işte, komik gelmiş onlara, güldüler biraz aahahha. başlığı görünce aklıma direkt olarak bu anı geldi...
dönem 1 ve dönem 2 için tavsiye verebilirim. 3.sınıf finaline pandemi döneminde girdiğim için ve son 3 komite sınavlarıyla aralarında çok zaman olmadan final sınavı yapıldığı için dönem 3 finaliyle ilgili konuşmak pek de haddim değil diye düşünüyorum. final notu diye notlar vardı kırtasiyelerde. ilk 2 sene için de bu notları alıp okumuştum. yani bir şeyleri hatırlamak için iyiler tabi ama bazı konuları sıfırdan öğrenmeye çalışmak için yeterli olmayacaklardır doğal olarak. sene içinde özet şeklinde çıkardığınız kendi notlarınız varsa zaten onları okursunuz, onlar da faydalı olacaktır. ne zaman çalışılmalı? son komite sınavının ertesi günü başlayın hemen diyemem, hatırlamıyorum ama %98 ihtimalle ben ertesi günü başlamamışımdır, öyle biri değilim çünkü kjskjdkjf. 2 3 gün dinlenmek kendinizi iyi hissettirip sonradan daha iyi odaklanmanıza ve daha verimli çalışmanızı sağlayacaksa mutlaka dinlenin. sonra güzelce çalışmaya başlarsınız. stresli bir süreç olduğunu biliyorum, korkutucu da elbette ama kendinizi ekstra strese sokmayın. gereğinden fazla stres verim düşürücü bir şey çünkü. aslında önemli olan şey akıllıca çalışmak. çıkmışlara bir bakın önce, bazı derslerde belli konulara çok daha fazla önem verilmiş olduğunu göreceksiniz. örneğin dönem 1 için, hocalar "eklem" sormayı çok seviyorlardı. "art. bla bla hangi tip eklemdir?" vb. birçok soru vardı. yanlış hatırlamıyorsam komite sınavında da çok sorulan bir konuydu zaten bu. neyse işte, bu konudan çok soru çıktığını gördüğüm için hasan ozan anatomi kitabından uzun ve detaylıca çalışmıştım eklemleri. eğer bir konuyu bilmek sorulan soru sayısından ötürü size çok puan kazandıracaksa o konuya biraz fazla zaman ayırmak bir kayıp olmayacaktır. sürekli sorusu sorulan konuları iyi hatırlamıyorsanız özetten çalışmak yerine biraz daha detaylıca bakabilirsiniz o konulara. kar zarar hesabı diyelim. diğer konular için de, çıkmışlarda o konu temel olarak mı sorulmuş yoksa detaylı bir şekilde mi ona bakarak özetin yeterli olup olmayacağına karar verirsiniz. çıkmış çözerken de konu öğreniliyor zaten aslında, hatırlamadığınız bir şeyi açıp bakıyorsunuz, araştırıyorsunuz vs. yani sonuçta cevap ezberleyip geçmiyoruz. yani anahtar kelime "çıkmış çözmek". güzelce çözmek, gerekli şeyleri öğrenip tekrar ederek çözmek. :) hepinize başarılar diliyorum. tüm sözlük ahalisine güvenim tam, siz yaparsınız :))
Börek yapmak için hamur yoğurdum ve sonra da böreğin içine koymak için bir karışım hazırladım. Annem hamurumu açarken "aferin, hamurun çok iyi olmuş." dedi. Kıvamını filan çok beğendi. Sonra hazırladığım karışıma baktı ve dedi ki "bu da çok iyi görünüyor." Bu arada annem gerçekten güzel yapmışsam "aferin, güzel olmuş." der yani üzülmeyeyim diye öyle bir şey söylemez. Demek ki gerçekten güzel yapmışım. Bir de şey, normalde hamur yoğururken annem malzemelerin hepsini kendisi koyuyor, ben sadece karıştırmış oluyorum. Ama bu kez hamurun her şeyini ben hazırladım. Koymam gereken her şeyi kendim koydum yani. Her şeyiyle benim hamurum olmuş oldu. 🥰 Henüz pişirmedik ama bence tadı çok güzel olacak. 🤗😇
bize çok sıradan gelen şeylerin bile aslında ne kadar değerli olduklarını onları kaybedince anlıyoruz. yaşadığımız her an değerli, benzer bir anı bir daha yaşayabileceğimizin garantisi de yok. babam işi dolayısıyla başka bir şehirde. geçen sene her gece birlikte sahur, her akşam birlikte iftar yapardık. bu sene 2 ya da 3 gün iftar yapabildik birlikte. bunun üstüne düşünmesem durumun bu kadar farkında olmazdım. ama bir an aklıma geldi. babam birkaç sene daha o şehirde kalacak, yaklaşık 3 4 sene. babam tekrar ankara'ya dönene kadar ben gitmiş olacağım belki. mezun olduktan sonra nerede yaşayacağımı bilmiyorum sonuçta. yani kısacası, belki de geçen ramazan sürekli bir arada olduğumuz son ramazandı. o zamanlar bundan haberim yoktu, babamın gelecek sene yanımızda olmayacağını bilmiyorduk. zaman geçiyor, insanlar gidiyor, bir şeyler değişiyor falan filan. o nedenle yaşadığımız her an değerli. değerli olduklarını anlamak için kaybetmeyi beklememek lazım.
yağmuru düşündüm bugün biraz. uzun zaman sonra yağmurun altında yürüyüş yapınca yağmuru ne kadar çok sevdiğim geldi aklıma. her şeyini seviyorum yağmurun. çatıya ya da şemsiyeye düştüğünde çıkardığı sesini, toprakta bıraktığı eşsiz kokusunu, damlaların yüzüme dokunuşunu, havaya karışmış yağmurun ciğerlerime bir şekilde doluşunu... başımı yukarı kaldırıp dilimi çıkarırım bazen damlalar dilime düşsün diye, 5 duyumun tümüyle hissedesim varsa demek.
yağmurun havayı, toprağı temizlemesini seviyorum. ağlamak gibi biraz yağmur. ağlayınca da bir şeyler temizleniyor ya içimizde. bulutlar doluyor doluyor, en sonunda tutamıyor ya, ağlamak da öyle işte. ağlamak demişken, yağmurun altında ağlamayı da seviyorum ben. gözyaşlarımın yağmura karışmasını seviyorum. daha özgür ağlıyor insan yağmurun altında. bir keresinde sırf rahatça ağlayabilmek için dışarı çıkmıştım yağmur yağarken. tam istediğim gibi, yoğun yağıyordu yağmur. ben de dolmuşum bulutlar gibi, onlar tutamayınca ben de boşaltmak istedim. sokakta kimsecikler yoktu zaten. yağmur sesiyle hıçkırıklarımı kamufle etti. eve döndüğümde ağladın mı sen diye soramazlar, yanaklarımdaki kızarıklığın nedeni yağmurlu havanın soğukluğu çünkü. ağladığımı belli edecek hiçbir şey yok, gözyaşlarım yağmura karışıp gitmiş. ağlaya ağlaya dua ettiğimi hatırlıyorum o gün, yağmur yağarken dua etmek de ayrı güzel doğrusu.
lisedeyken ne zaman yağmur yağsa bahçeye çıkardık arkadaşımla, yağmurda ıslanalım diye. sonra o sık sık hasta olmaya başladı, bu alışkanlığımızı rafa kaldırmak zorunda kaldık. çok daha eskilere dayanıyor aslında benim yağmur sevgim. 5 6 yaşlarımdayken yine bir gün dışarı çıkmıştım yağmurlu bir havada, o günü de hiç unutmuyorum. yağmurun altında ıslanmak yeterli gelmemiş olacak ki, çatının kenarındaki su borusunun altında deli gibi ıslanmıştım. öyle keyifliydi ki. eve döndüğümde annem beni öyle sırılsıklam görünce farklı bir işler çevirdiğimi anlamıştı tabi. kızmıştı bana biraz o su temiz su değil ki diye, apar topar banyoya sokmuştu beni. kızarsa kızsındı valla, ben alacağımı almıştım yağmurdan.
içimde başka bir sürü şeyi daha tetikliyor yağmur. bu tetiklenen şeylerin bir tanesi bile kötü değil ama, hepsi güzel şeyler. zaten böylesine güzel ve rahmet dolu bir şey nasıl kötü bir şeyi tetikleyebilir ki?
son olarak; yağmurun yağmasından zevk alan, yağmur yağdığında kendini mutlu ve huzurlu hisseden kişilere "𝑝𝑙𝑢𝑣𝑖𝑜𝑓𝑖𝑙" dendiğini biliyor muydunuz?
pet shoplar buz dağının görünen kısmı, pet shoplar haricinde de hayvan satışı yapılıyor. hastalıklı olduğu bilinen kedi ırkları, insanlar talep gösteriyor diye üretilip satılıyor. scottish foldlar mesela, koyu gri tüyleri ve sarımsı gözleri olan kediler var ya, çok popülerler hani, işte o kediler genetik mutasyonlar nedeniyle kıkırdak hastalıklarından, artritten ötürü acı içinde yaşıyorlar. neden talep görüyorlar peki? uysal ve sakinler çünkü, yerden masanın üstüne bile atlamıyorlar, atlayamıyorlar. sahiplendirme sitelerinde bile, bakın "sahiplendirme" diyorum, bu ve benzeri kedilerin satışı yapılıyor. genetik hastalıklara sahip olmaları bir yana, ne koşullarda üretiliyorlar acaba bunu da düşünmek lazım. su kaplumbağası filan istiyorsanız sokaktan sahiplenin diyemeyeceğim elbette ama kedi, köpek filan istiyorsanız almak yerine sahiplenin lütfen. barınaklarda ya da sokaklarda bir sürü kedi köpek var. hayvan satışı korkunç bir sektör, asla desteklenmemeli. çünkü biliyorsunuz ki insanlar para kazanmak için etik değerleri umursamadan her türlü iğrençliği yapacak kapasitedeler.
TDK'ye göre kelimenin ilk anlamı şu; Sevgide veya kendisiyle ilişkili şeylerde bir başkasının ortaklığına, üstün durumda görünmesine dayanamamak. ikinci anlamı ise şu şekilde; Herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü birinin bu üstünlüğünden acı duymak, günülemek, hasetlenmek, haset etmek. benim kıskançlığım, sevgimde ya da benimle ilişkili "bir şeyde" başkasının ortaklığına dayanamamak şeklindeydi. o bir şey de babamdı ahahahah. babamı başkalarından kıskanıyordum ben küçükken. babamın tek kızıyım, kardeşlerimden kıskanmıyordum açıkçası. kız kuzenlerimden filan kıskanıyordum. kuzenlerim yazın bize kalmaya geliyorlardı, babam da dayıları olarak ilgileniyordu tabi onlarla doğal olarak ama bu durum benim hiç hoşuma gitmiyordu. ufacık şeylere bile bozuluyordum ben. büyüdükçe bıraktım tabi bunu büyük ölçüde. babamın çocuklarla arası çok iyi tamam mı? kimseye yüz vermeyen çocuklar bile babamı seviyor bir şekilde. çocuklarla güzel iletişim kuruyor çünkü babam. küçük kızlar da saftirik oluyorlar biraz ahhahah, birkaç iltifata tav oluyorlar hemen. bize misafirliğe gelen küçük hanımlara mesela, yok efendim tokan çok güzelmiş, yok işte tişörtünün üstünde kedi mi var bi bakayım, saçların ne kadar güzel senin bilmem ne gibi birkaç şey söylüyor babam. bi bakıyorum küçük hanım babamın kucağına çıkmış oturmuş. babam gelene kadar somurtup oturan çocuklara bile bir şeyler oluyor. neyse, içimden diyorum ki "kızım sen hayırdır? benim babamın kucağında ne işin var senin? noluyo ya noluyooo? git kendi babanın kucağında otur." bir gün bir tanesinin saçını çekicem aslında ibretialem için de, neyse. tamam tamam, şakasına söyledim bunları ya. kimsenin saçını filan çekmeyeceğim tabi ki. abla oldum artık, ne kıskançlığı? babam yine benim babam sonuçta. kıskanılacak bir şey yok burda. evet. ühü. ahahahahah.
o kontenjanlar az olmuş bence, elinizi korkak alıştırmasaydınız. yalnız bir sorum olacak; doktorları ülkeden kovduğunuz(!), hak ettiklerini vermediğiniz, berbat şartlarda çalıştırdığınız ve mesleğin itibarını yerle bir ettiğiniz için birçok doktor mesleğini bırakıyor, yurt dışına gidiyor ya da özel sektöre vs. geçiyor ya, bu açtığınız kontenjanlarla alınan asistanları eğitecek doktor kaldı mı elinizde? merak ettim.
Bir ülke sana kucak açıyor, orda güvenli bir şekilde barınıyorsun ve müteşekkir olman gerekirken yaptığın şeye bak! Ben bunu gerçekten anlamıyorum. Son günlerde sık sık taciz olaylarını görüyoruz, duyuyoruz mesela. Ya da zaman zaman şiddet olayları yaşanıyor. herhangi bir Avrupa ülkesinde bunu yapabilirler mi acaba? Hiç sanmıyorum. Başka yerde yapamayacakları şeyleri bizim ülkemizde neden ve nasıl bu kadar rahat yapıyorlar? Bence bunu bir düşünmeliyiz. Tamam, insanlar savaştan kaçıp geldiler, yıllardır ev sahipliği yapıyoruz vs. Ama bir şeyler çığırından çıkmaya başladı. Toplumda çok büyük bir öfke var mültecilere karşı ve herhangi bir önlem de alınmıyor bu konuda. Önlem almayı bırakın, birçok konuda daha da fazla hak tanınıyor ülkemizdeki yabancı kişilere ve bu da insanların öfkesini iyice artırıyor. Bu öfkenin ve insanların içindeki birikmişliğin ileri zamanlarda şiddetli bir patlak vereceğini düşünüyorum. Keşke bu konuda bir şeyler yapılsa, daha da geç olmadan.