"Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Elinizde olsa da, onları büyük cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz." çavdar tarlasında çocuklar-j.d. salinger
şans mı,sezgi mi,fotoliyazın önemini öngörme mi,bilemem; ama ne demiş pasteur :"şans hazırlıklı beyinlere güler!" aziz sancar ve nobel'in öyküsü-orhan bursalı
''oysa akıp giden zamanın fısıltılarını müziğe dönüştüren bir ney gibisinizdir çalıştığınızda. Hanginiz sağır, dilsiz bir kamış olmayı seçer, herkesin ahenkle şarkı söylediği bir dünyada?'' ''çalışmaya dair'' (bkz: halil cibran) (bkz: ermiş)
Korkmamalıyım. Korku katilidir aklın. Korku, mutlak yıkım getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Onun etrafımdan ve içimden geçip gitmesine izin vereceğim. Ve geçip gittiğinde, onun izlediği yolu görmek için iç gözümü kullanacağım. Korkunun geçtiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacağım. -Dune
"Tralfamodore'da öğrendiğim en önemli şey şu : biri öldüğü zaman sadece ölmüş görünüyor.Yoksa geçmişte hala capcanlı,o sebeple insanların cenazesinde ağlaması çok aptalca. Geçmiş,bugün,gelecek bütün anlar hep var oldular ve hep var olacaklar."
Muazzam bir bakış açısı bence zamanı doğrusal bir şekilde algılarsak üzülmemiz kaçınılmaz.Çünkü dünde 'kalanları' olmuş bitmiş ,şimdikileri ise "an" olarak değerlendiriyoruz.Halbuki an dediğiniz kavram o kadar kısa bir süre zarfını ifade ediyor ki hep geçmişi yaşamış oluyoruz.O yüzden şimdi yaşadıklarımız ile dün yaşadıklarımız arasında bir tamamlanmışlık farkı yok bence.görebilene her 'zaman' şu an oluyor.kutsal kitaplarda da gelecekteki olayların yaşanmış bitmiş olarak anlatılması,söz konusu karakterlerin halen o olayları yaşamamış görünse de aslında yaşamış olmaları farklı zaman algısının bir tezahürüdür. Bu alıntı,geçmişe veya hayallere kapılıp kalınmaması kaydıyla ister bir ölümde teselli veya avuntu ister hayata bakışta bir düstur olarak görülebilir.
"herkes yaşam şartlarının zorluklarından, çekilen açılardan şikayetçi ama kimse yaşamı düzeltmek için bir şey yapmak istemiyor. Sanki hepimiz hayatı dışarıdan izleyen yabancı seyircileriz ve her birimiz her şeyin ve herkesin hakemi olarak görevlendirilmişiz. Herkes büyük işler başarmak, büyük insanlar olmak, büyük sevinçler yaşamak istiyor ve çok az insan yaşam kalitesini yükseltmek, etrafındaki sefaleti gidermek için bir şeyler yapıyor. İnsanlar, borçlarını ödemekten kaçan vicdansızlara benziyor."
…"Ama hepimizin yeteneği var, öyle değil mi?" "Kesinlikle, sadece düşlerimizin peşinden gidecek ve işaretleri izleyecek cesaretimiz yok. Belki de, keder bundan kaynaklanıyor."… paulo coelho- zâhir
…“güneşin,denizlerin,rüzgârların enerjisinden yararlanabiliriz.ancak insanoğlu sevginin enerjisinden yararlanmayı öğrendiği gün,ateşin keşfedildiği gün kadar önemli olacak.”…
… “Kendimize hep aynı soruları sorup duracağız. Kalbimiz niye var olduğunu bilir ve ancak tevazu sahibi olanlar bunu kabul edebilecektir.Evet,kalple söyleşmek zordur,ama şart mıdır? Mühim olan inanmak,işaretleri takip etmek,kendi menkıbemizi yaşamaktır. Er ya da geç bir şeylerin bir parçası olduğumuzu hissederiz,bunun ne olduğunu mantıkla anlayamasak bile.” …
Aynı denizde, aynı çevre koşullarında yaşayan köpekbalıklarının kötü, yunusların iyi olmasını neyle açıklayabilirdik? Aslında köpekbalığı neye göre kötü, yunus neye göre iyiydi? Belki de iyilik ve kötülük diye bir şey yoktu.
Lakin tek korkum: Yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan. — Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım.
Bazı sözler vardır, oğlum Hidayet insan onlarsız edemez. Ölü noktaya gelmiş olan bir oyun, onlarla birden canlanır; akıcı, sürükleyici bir duruma gelir. Cümlelerin üstüne bir ağırbaşlılık gelir; seyredenler, neden olduğunu bilmeden, birden duygulanır. Oysa, insan kendisine ait gizli bir kötülüğü, can sıkıcı bir küçüklüğü farketmiştir tam o sırada; içinden, yüzünü buruşturur. Fakat, oyunu, ne pahasına olursa olsun sürdürmek gerekmektedir; oyunun kuralı budur. Bu yüzden daha önce yaratmış olduğu etkiden yararlanır: "Bana bunu yapamazlardı artık devam edemeyeceğimi anlıyordum," gibi başı ve sonu olmayan sözler mırıldanır. Ya da "Neredeyse ağlayacaktım" diye sızlanır ya da okumuş olduğu kitaplardan yararlanır kimseye belli etmeden. Onlardan, işine geldiği gibi ters anlamlar çıkarır.
"Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu, hayvani duygulann, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne biçeceksin?.."
Benim için çok anlamlı bir alıntı, aslında milyonlarca insanın hayatını anlatıyor son cümleler. Kötü yaşarız diye hiç yaşamıyoruz, ne mutlu bunu erken fark edebilenlere...
"Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım..." Oğuz Atay
İngilizce'deki "pain" kelimesiyle, fransızca'dakini düşündü. Biri 'acı' diğeri 'ekmek'ti...Acı, insanın hayat tarlasında biçtiği buğdaylardan pişirdiği ekmekti. Dolayısıyla sabah kahvaltısı kadar kaçınılmazdı.