Lisedeki ingilizce konuşma öğretmenim, memleketindeki misyoner programların genel hedef noktalarından olan ortadoğu ve balkanlardan, bahtı türkiye'ye çıkmış olan bir kadındı. "demek ki yobazın müslümanı, hristiyanı olmuyormuş bu evrensel bir şeymiş" aydınlanmasını bize bizzat varlığıyla yaşatmıştır kendisi. biz on beş yaş ergenleri bu aydınlanma zincirine bir halkayı da "yahu, ateistlerin de yobazı oluyormuş! demek ki yobazlık dinler üstü bir olguymuş!" idrakıyla eklemiştik ilerleyen yıllarda. arizona'nın bağrından kopup gelen yobaz bir misyoner olması dışında altından bir kalbi olan, herkesin iyiliğini isteyen, çok düşünceli bir insan ve gerçekten çok başarılı bir öğretmendi. hem öğrencilerine olan sevgisi, hem kaynaşmayı kolaylaştırması hem de dilimizi bilmeden misyonerlik yapamayacağı gerekçelerinden ötürü sular seller gibi türkçe konuşurdu kadın. tek bir kelime hariç: "adab-ı muaşeret" diyen ve kelimenin anlamını bilen kadın "doldurmak" diyemezdi. "çok zor geliyor, yanaklarımı o şekilde konumlandıramıyorum" derdi. hikaye anlatasım geldi herhalde gütfsözlük, kusuruma bakmayın. çılgın lise anılarım ve ben, iyi akşamlar dileriz!
muayenehane.söylemeye çalışırken duraksıyorum her kullandığımda.zaten şu yaşıma kadar kaç kez kullanmışımdır bu kelimeyi.insan hep mi duraksayarak söyler :d