Üzgünüm biraz. Bir tane kedi vardı, çağırdığımda yanıma geldi, onu uzun uzun sevdim, ona güzel şeyler söyledim, oğlumu anlattım. Sevilmek istiyordu zaten, o anki halini görmeniz lazım. Aramızda bir bağ oluşmuş gibiydi, o da beni sevdi diye düşünüyordum. Sonra tırnaklarıyla beni tutup ısırdı. Ama gerçekten ısırdı yani, dişlerini geçirdi resmen, canım acıdı, elim kanadı. Canımın acıması sorun değil ama kırıldım açıkçası. Ben sevdikçe hoşuna gittiği için mırlamaya başlamıştı, ne bileyim işte, mutlu gibiydi. Neden öyle yaptığını anlayamadım. Keşke yapmasaydı. Arkadaş olduğumuzu düşünmüştüm. Gelip özür dilerse barışırım, dilemezse de kendi bilir. Not: özür dilemeye niyeti yok gibi, az önce hiç umursamadan önümden geçip gitti. Seslenince dönüp bakıyor bir de, hiçbir şey yapmamış gibi.
Ben de biraz endişelenmiştim ama sitenin kedisiymiş, güvenliğe sorduk, sağlıklıymış. Teşekkür ederim uyarınız için. Kalp kırıklığı için bir aşı olsa onu yaptırırdım ama maalesef...
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim. Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim.
c şıkkı: anneni istediğin hayata ikna edene kadar başının etini yemek. istediğin hayatı zorla onaylattırmak. güya annen üzülmemiş olacak çünkü, "tamam" dedi, kabul etti ya en sonunda... :') "ya anne valla bak çok güzel olacak, çok mutlu olacağım." şöyle iyi olacak böyle iyi olacak vs vs. bu şıkkı uygularsanız en sonunda "naparsan yap" cümlesini duyacaksınızdır. gerçi bu cümleden sonra insanda heves meves kalmıyor, istediğiniz şeyi yapsanız bile buruk hissediyorsunuz. neyse, annem üzülmesin de ben septum piercingim olmadan da yaşarım ahahhaha.
Cause all of me loves all of you Love your curves and all your edges All your perfect imperfections Give your all to me, i'll give my all to you You're my end and my beginning Even when i lose, i'm winning.
kendimizi ifade etmek için güzel bir yoldur. konuşmaktan daha kolaydır, daha rahattır bazen. küçükken babamla tartıştığımda ya da ona bir şey anlatmak istediğimde ona mektup yazardım bazen, kendimi ifade etmek için. düşünüyorum şimdi, tam olarak neden böyle yapıyordum diye. konuşurken ağlayasım geldiği için belki, yazarken kafamı daha iyi topladığım için belki, konuşmak içimden gelmediği için belki. nedeni ne olursa olsun kendimi daha iyi ifade ettiğimi düşünüyormuşum belli ki, daha rahat hissediyormuşum yazarak anlatınca. geçen gün annemle sohbet ederken bir şey söyledi, çok şaşırdım. annem de eskiden babamla tartıştıkları zaman mektup yazarmış babama. konuşurken konu dağılıyormuş, daha da sinirleniyormuş galiba. o yüzden yazarak anlatıyormuş ne hissettiğini, ne düşündüğünü. annemin böyle bir şey yaptığından habersiz olarak benim de aynı yöntemi seçmiş olmam ilginç geldi. hoşuma gitti aynı zamanda.
sadece tartıştığımız zamanlarda ya da dert anlatmak için yazmıyordum tabi. babama çok bağlıydım küçükken, 1 haftalık bir iş seyahatine bile çıksa çok özlüyordum onu. o nedenle bazen gitmeden önce bir şeyler yazıyordum ona. bir keresinde küçük kağıtlara bir şeyler yazmıştım, muhtemelen ağlaya ağlaya. bavula koyacaktım gidince okusun diye, gizlice koymayı beceremediğim için daha evdeyken okumuştu yazdıklarımı. bir keresinde de 2 aylığına bir seyahate çıkıyordu, sevdiğim bir kitabın ilk sayfasına not yazıp onu vermiştim. babam da yazarmış bu arada, anneme şiir yazarmış mesela. 1 tane cümle var aklımda, fena sayılmaz doğrusu. küçük clarice' in bir fotoğrafının arkasına yazı yazmış clarice daha 2 3 yaşındayken, hem de yazıyı clarice yazıyormuş gibi onun ağzından yazmış. sonra başka bir şehirde yaşayan babaanne ve dedeye gönderilmiş o mektuplu fotoğraf, ne tatlı. :)
ağlaya ağlaya neler yazdım biliyor musunuz? uzun uzun düşüne düşüne. çok şey anlattım kendi kendime. kendimizi her zaman başkalarına ifade edecek değiliz, kendimi kendime ifade etmek için de çok yazdım. kendimi anlatmak ve kendimi anlamak için. yazdığım bazı şeyleri yok etmem gerekiyor, birisinin bulup okumasını hiç istemeyeceğim şeyler yazmışım. çok his barındıran şeyler. çok fazla soru sormuşum, çok soru az cevap. bazı şeyleri sonradan tekrar okuyayım diye yazmadım ki zaten, o an ihtiyaç duyduğum için yazdım. yani yok edilmeleri sorun olmayacaktır. güzel anıları da yazmışım. gereksiz şeyleri de yazmışım. ne yaptım, nereye gittim, ne aldım falan filan. saçma sapan şeyler bile sonradan okuyunca eğlenceli geliyor. eskiden tuttuğum günlükten 2013 2014 yılından kalma anlamsız şeyleri okumak bile keyif verici.
bir tane küçük defterim var, ortalama bir cebe sığabilecek boyutta. neredeyse her zaman çantamda taşıyorum onu. insanın ne zaman yazmak isteyeceği belli olmuyor. şiir yazmışım, dinlediğim şarkının sözlerini yazmışım, arkalara bir yerlere hasta bilgileri ve ders notları bile yazmışım. ama o defteri asıl olarak ne için kullanıyorum biliyor musunuz? yazdırmak için. sevdiğim biriyle bir yerde oturuyoruz mesela, uzatıyorum defteri bir şey yaz diye. ne isterse yazabilir, o an ne yaptığımız olur, nerde olduğumuz olur, nasıl hissettiğimiz olur, konuştuğumuz şeylerle alakalı bir şeyler olur, şiir ya da güzel bir söz olabilir vs vs. saçmalamak da serbest. bir tarih, bir de imza. anı kaydediyorum. çok özel bir şey bu benim için. çok yazdım be sözlük, yine çok yazdım. yazmak güzel şey. kim bilir daha neler yazacağım, mutluluktan uçarken, hayal kurarken ya da ağlarken... :)
ben bugün bunu yaptım. annem de bugün bunu yaptı. yani evet; anneannem, annem ve ben. muhteşem üçlü olarak güne gittik. normalde böyle bir aktiviteye katılmazdım ben, sarmazdı beni ama anneannemin gün grubu kuzenlerinden filan oluşuyor ve bu gruptaki hanımefendiler 12 yıl kadar önce bize gelmişlerdi ve ben sevmiştim kendilerini. eğlenceli insanlar, samimiler vs vs. bildiğimiz günlerden biraz farklı bir gün bu, dışarıda toplanıyorlar. teyzelerden birinin bahçesine gittik. ortam güzeldi, her yer yemyeşil, salıncak var, kediler var, bisiklet bile vardı. teyzeler de beni seviyorlar bu arada, çoook küçükken (3 yaşımdayken filan olsa gerek) onlara komik bir şey söylemişim, hala unutmamışlar, bana onu anlattılar. kaç yaşındasın şimdi, büyümüşsün filan dediler. yaşımı söyleyince 18 19 yaşında gibi duruyorsun dediler, bu bana biraz abartı geldi ama böyle söyledikleri için bir tık daha fazla sevmeye başladım kendilerini hahahhaha. hangi bölümü seçeceğimle ilgili tavsiyeler aldım, okulla ilgili çok sayıda soru cevapladım, dualar edildi, güzel dileklerde bulunuldu ve kapanış. neyse işte, güzel bir deneyim oldu, senede 1 kez yapabilirim bu aktiviteyi, aklımda bulunsun.
Makam, mevki, güç, yetki sahibi olmak. İyi bunlara sahip olduğunda elindeki imkanları güzel şeyler için kullanır, başka insanların iyiliğini düşünür, bir şeyleri güzelleştirmek için çabalar. Adaletiyle, merhametiyle, yaptıkları ve yapmadıklarıyla insanları kendisine hayran bırakır. Ancak kötü, elindeki gücü ve yetkiyi bencilce kullanır. Sahip olduklarıyla acımasızlığını, zalimliğini arttırır. Artık her zamankinden daha adaletsiz daha merhametsizdir.
Her türlü insan ilişkisinde belli bir mesafeye sahip olmak ve o mesafeyi korumak. Hem maddi hem manevi bir mesafeden söz ediyorum. Mesafeli olmak iyidir.
insanlar tarafından bazen çok hadsiz, saygısız ve samimiyetsizce yapılan şey. kim tarafından kime edildiği önemlidir, yer ve zaman da önemlidir. herkes herkese nasihat edemez. iyilik olsun diye, nasihat ediyorum ayağına her şey her yerde söylenmez. konu da önemlidir. herkes her konuda uzman maşallah, ben bu konunun yetkilisi değilim ki, ben susayım diyen yok. bu önemli noktalara dikkat edilmediğinde çok itici bir durum oluşuyor. insanlar saçma sapan öğüt vererek kişileri kendilerinden soğutuyorlar, keşke yapmasalar.
sonra uyanıp tekrar ağlamak...kaldığın yerden ağlamaya devam etmek...bunun bir döngü halini alması...ağlıyorsun, uyuyakalıyorsun, uyanıp tekrar ağlıyorsun, ağlarken yine uyuyorsun vs vs. ühü.
bayılmacalar, ayılmacalar, tekrar bayılmacalar. okulu bırakıyorum diye mızmızlanmak (bırakacağımdan değil, aile üyelerini bunaltınca rahatladığım için yapıyorum bunu ahahahha.) "beni neden doğurdunuz?" sorusu. (üstteki maddeyle aynı nedenden ötürü sorulmaktadır.) dispne, göğüs ağrısı, akciğer kompliyansımda azalmışlık hissi gördüğüm camlara kafamı geçirme isteği. pencereden dışarı bakarken aşağının bi' çekici gelmesi. komşumuzun güzel bir bahçesi var, atlarsam bahçeleri mahvolur düşüncesi. değişik senaryolar yazmak. mesela şimdi başıma şu gelse, ne bileyim şurdan düşsem nolur? bacağım kırılsa ne olur? kaç gün rapor alırım falan filan ahahhahah. kafamda deli sorular... delirmek. gerçekten delirmek. annem bakıp bakıp "tövbe estağfurullah" diyor...hahahahha.
-başka insanların hayatlarına duyulan fazla ilgi. -duygu kontrolüne sahip olmamak. öfke, nefret, hatta üzüntü bile. bunu kişisel de düşünebilirsiniz, toplumsal da. medeniyetsizlikten kaynaklı sürekli bir gerginlik durumu söz konusu oluyor. insanlar kavgacı, problem çözmeyi bilmiyorlar, konuşarak anlaşmayı bilmiyorlar vs vs. -abartı. her türlüsü. mesela üstteki entryde bahsedilen düğünleri ele alalım. insanlar birlikteliklerini resmiyete döküyor, durum bundan ibaret. abartılacak bir şey var mı, yok. ama abartıyorlar. ya da mesela insanlar bebeklerinin cinsiyetini öğrenirken bile anlamsız anlamsız şeyler yapıyorlar, yine abartı. insanlar binlerce yıldır çocuk sahibi oluyor, nedir yani? saçma sapan etkinlikleri, olayları, durumları her şeyi abartıyorlar. bir şeylere gereğinden fazla değer yüklüyorlar. -değerli olan şeylere hak ettikleri değerin verilmeyişi. en temel örnek olarak "emek" ve "bilgi". emeğe değer veriliyor mu? ne yazık ki hayır. peki ya bilgiye? bilen kişiye? ne yazık ki yine hayır. -bana çok ilginç gelen bir şeyi yazacağım şimdi. bir konuda ya da alanda uzman olan birinin, o alanda arkasından gelen kişilere yardımcı olmasını ve onları desteklemesini, bilgi birikimini o insanlarla paylaşmasını bekleriz değil mi? öyle olmuyor ama. bu çok büyük bir medeniyetsizlik bence. insanlar bilgilerini, donanımlarını paylaşıp başkalarının kendilerini geliştirmesine destek olmuyorlar, aksine saçma sapan hislere girerek o insanlara köstek oluyorlar. -alt üst kavramlarının çok yoğun yaşanıyor olması. donanıma ve konudaki uzmanlığa dayanmayan, liyakatsiz alt üst ilişkilerini hiç saymıyorum bile. uzmanlığa, donanıma, bilgiye vs. dayanan sistemli alt üst ilişkilerinde de saçma durumlar yaşanıyor. üstteki kişi alttakini kendi çıkarları için kullanabiliyor mesela, ya da mantıklı mantıksız demeden her konuda üsttekinin sözü geçiyor. hiyerarşinin anası ağlatılıyor kısacası. -insanlara söz hakkı tanınmaması. medeni bir ortam olsa özgürce konuşabiliyor olmamız gerekir değil mi? istediğimiz ya da istemediğimiz şeyleri söyleyebiliyor olmalıyız mesela. ama öyle mi? değil. medeniyetsiz insanlar dinlemeyi bilmiyor, anlamaya çalışmıyor, saygı duymuyor, en doğruyu hep kendileri biliyorlar çünkü. -en önemlisi ne biliyor musunuz? insana değer verilmiyor oluşu. insan değerlidir, sırf insan olduğu için bile değerlidir. medeni insanlar ve medeni toplumlar insana değer verir, saygı duyar.
Futbol oynuyorduk. 3,5 yaşındaki kuzenim kaleye geçmek istedi. Çocuğun kaleye geçmesiyle topu yüzüne atmam bir oldu. Çok iyi bir vuruştu aslında ama yüzüne geldi işte. Ağladı. 3,5 yaşındaki çocuğu ağlattım... Yüzüne top atarak...
Beyne kısa sürede çok fazla bilgi yüklenmesi. Evet, overdose... "Her madde zehirdir, zehir olmayan madde yoktur. zehir ile ilacı ayıran dozdur." Bilgi için de geçerli bu. (bunu ağlayarak yazmadım. Ne ağlıcam be? Ühü.)
yere oturmuş ağlıyordum. "bu bölümü nerden yazdım ben, nasıl yazdım ya?" diye. sonra bir anda aklıma isteyerek yazdığım geldi, bozuntuya vermeden ağlamaya devam edecektim ki annem müdahale etti. sakin bir şekilde, "ne demek nerden yazdım, kendin isteyip de yazdın, seviyordun ya." dedi. "evet", dedim. "yüzüme vurma anne, evet." kendi isteğimle, bile isteye yazdığım bölümüm ve o bölüme karşı son zamanlarda hissetmekte olduğum duygular... geldiğim bu noktadan daha trajikomik ne olabilir ki?
Ya senden çok uzak olmalıydım Aramızda aşılmaz engeller olsun istiyordum Büyük dağlar, derin denizler olsun istiyordum. Sana gelmeye gücüm yetmemeliydi Çaresizliğimin bütün hıncını mesafelere yüklemeliydim Dağda yanan bir çoban ateşi gibi Gökte bir yıldız gibi Seni görmeli Seni yaşamalı ve senden çok uzaklarda olmalıydım
Biliyorum güzelliğin yer altı nehirlerine benzer Biliyorum bir sır gibi güzelsin Hani anlatılmaz duygular vardır Hani şarkılar vardır Sevip söyleyemediğimiz Şiirler vardır unuttuğumuz Aşina çehreler vardır hani Zaman zaman hatırlayamadığımız İşte sen o kadar güzelsin Ve ben o kadar karanlıklar içindeyim ki Şunlar ellerindir diyorum, tutamıyorum Şunlar gözlerindir diyorum, bakamıyorum. Düşün kahrımdan ölmeliyim artık Ölemiyorum.
İnanmak var olmaktır, bilirsin İnandığımız şeyler için yaşayalım Nice sabahlar, nice aydınlıklar Gelecek nice günler için yaşayalım.
Sarı gülleri seversin Sarı karanfilleri seversin Sarı kasımpatılarını Sarı bir dünyayı seversin Ben sende olan bütün renkleri seviyorum İşte tek farkımız bu Yoksa hiçbir şey önemli değil bu dünyada Senden başka. Ne zulümler Ne kavgalar Ne günler, ne geceler hiçbiri önemli değil Sen yaşadıkça. Ve yaşamak hiçbir zaman Bunca güzel olmayacak Sen yaşadıkça.
Bir kalbim var et, kan, sinir İki gözüm var seni görür Ayaklarım sana gelir Ellerim seni arar Bir dünya ki kocaman Bir evren ki sonsuz Sen olmasan neye yarar
Şimdi söyle bana bütün çirkinliğimi Yalanlarımı Kötülüklerimi yüzüme vur artık Utandır beni yaşadığıma Çaresizliğimi suratıma bir tokat gibi indir Yanağımda beş parmağının izi kalmalı Sonra geç karşıma Olanları unutalım İki eski dost gibi Her şeye yeniden başlayalım Yeniden yaşayalım geçmiş, gelecek bütün yılları Bütün keder ve sevinçleri paylaşalım Sana sevinç düşsün, bana keder Benim ellerimde kanlı diken yaraları Senin ellerinde kanlı güller.
Bir yere yaklaşıyoruz Kulağıma sesler geliyor Bir gemi demir alıyor olmalı Belki bir adam ölüyor Ne biliyorsun Belki de bir sona yaklaşıyoruz Yum gözlerini her şeyi zamana bırak Yum gözlerini nasılsa akşam olacak
Korkma yaklaş karanlığa Orda ben varım Çaresizliğimize, zavallılığımıza Gel, beraber ağlayalım.
çok şükür gerçekten. mayıs ayı 3 ay sürdü resmen, bitmiyor. annem de aynı şeyi söylüyor, bir bitmedi diye dertleniyorduk akşam akşam. bitiyor, az kaldı, son 2 saat. (bu arada mayıs bitmedi ama ben bittim, tükendim. ühü.)
bırakmadım ama gerçekten azalttım. sinirlenmeyi tamamen bırakmak diye bir şeyin söz konusu olduğunu sanmıyorum. ama insanlar gerçekten çok anlamsız şeylere sinirleniyor, hatta insanlar her şeye sinirleniyor. bunu kendimize de başkalarına da yapmamalıyız. küçük ve anlamsız şeyleri bile krize dönüştürmemeliyiz. bu arada şunu da söylemeliyim ki önemli olan asıl şey sinirlenmeyi bırakmak değil, sinirlendiğimizde verdiğimiz tepkileri kontrol etmeyi öğrenmek. insanız, elbette sinirleniriz. ama öfkeli olduğumuzda kontrolümüzü kaybetmemeliyiz. ne söylediğimize, ne yaptığımıza dikkat etmeliyiz. eskiden çok anlamsız şeyler bile beni sinirlendirirdi ve bazen gerçekten anlamsız tepkiler verdiğim olurdu. haklı olduğum bir durum bile olsa tepkilerimin o derece sert olmasına gerek yoktu oysa. büyüdükçe bu durum azaldı çok şükür. saçma sapan şeylere öfkelenmeyi büyük ölçüde bıraktım. aynı zamanda öfkeliyken kendimi kontrol etmeyi, kendimi sakinleştirmeyi, çözüm odaklı davranmayı da büyük ölçüde öğrendim diyebilirim, yani en azından deniyorum. neden biliyor musunuz? benim hayalimde bir "ideal insan" profili vardı, bu ideal insan "ideal toplum"u oluşturacak olan insandı. olmak istediğim ve çevremde olmasını istediğim insandı. aradığım, hasretini çektiğim "medeniyetin" anahtarıydı o insan profili. düşündüm, gerekli gereksiz her şeye sinirlenen ve daha da önemlisi sinirliyken kendini kontrol etmeyi bilmeyen insan ideal ve medeni olamazdı. böyle şeyler ideal insana ve medeniyete yakışmazdı. çözüm odaklı, mantıklı, anlayışlı, kontrollü ve sakin olmalıydı o insan. olmak istediğim insanın özelliklerine uygun davranmaya çalışmak bu konuda beni tetikleyen ve kendimi düzeltmek istememe neden olan şeydi yani. evet, hala sinirleniyorum. evet, hala bazen gereksiz tepkiler veriyorum. evet, bazen çözüm odaklı olmak yerine kestirip atmak istiyorum. ama bunların yanlış olduklarını ve hoş olmadıklarını biliyorum. geçmişteki ben' den daha iyiyim bu konuda, gelecekte de şimdiki ben' den daha iyi olacağım inşallah.
birkaç gündür kedimi çok etkiliyor sıcak havalar. sabahtan akşama kadar kanepeyle duvar arasındaki daracık yerde yatıyor. çünkü orası neredeyse hiç ışık almıyor, yani gündüzleri nispeten daha serin oluyor. oradan çıktığı nadir zamanlarda da sıcaktan resmen ayılıp bayılıyor. 3 cm yürüyüp yere atıyor kendini. bazen balkona çıkıyor ve gölgede oturup serinlemeye çalışıyor. çok bunaldığını fark ettiğimiz zamanlarda buz dolabından çıkardığımız su şişelerini vücudunda gezdiriyoruz ki az da olsa serinlesin. daha mayıs ayındayız ve böyle sıcaksa temmuz' u filan düşünmek bile istemiyorum. benim bebeğim dayanamaz o kadar sıcağa... bu arada bu durumu biraz ilginç buluyorum çünkü kediler sıcağı sevmeleriyle bilinir. aslında kışın bizimki de sıcağı seviyor, kaloriferlerin üstünde uyuyor vs. ama yaz sıcağına dayanamıyor galiba. gerçi tabi, onun da bir sıcaklık eşiği var doğal olarak. yine de bu kadar etkilenmesi biraz abartı gibi. :))
dün annem tarafından bana yöneltilen soru. "seni" diyorum, şaşırıyor bir de. babamı daha çok sevdiğimi sanıyormuş. belli bir yaşıma kadar gerçekten de öyleydi, babamı daha çok seviyordum. büyüdükçe annemi daha çok sevmeye başladım, çünkü "annem" yani. bu arada bence bu sorunun herkes için net bir cevabı var. hani kimseyi üzmemek için "ikisini" de diyoruz ya küçükken biri bize bu soruyu sorduğunda, bence aslında herkeste bir taraf biraz daha ağır basıyor.