J. Fenimore Cooper'ın yazdığı aynı isimli kitaptan uyarlanan ve 2004-2007 yılları arasında yayımlanan İtalyan yapımı çizgi dizidir. Şahsi fikrim çizgi dizinin hem kitaptan hem de yine aynı ismi taşıyan 1992 yapımı filmden daha iyi ve başarılı olduğu yönünde. Cora Munro en sevdiğim karakterdi. Kadının güçlü ve özgür duruşuna hala hayranım. Ve Uncas... Küçük bir kız olarak kalbimi çelmiş ve bir kulağa bir milyon tane küpe takma isteği uyandırmıştı. Nedense benim için Hawkeye hep sinir bozucuydu.
Magwa kendi küçük dünyasında yaşamaya devam eden, çıkarcı, kendi kurallarını koyan bir despot ve zorba bence. Kitap ve filmin de bu konuda beni etkilediğini düşünüyorum. İlk izlediğim dönemlerdeyse deli gibi Magwa'dan korkuyordum ve iblis yakıştırması en iyi tercih olmasa da kesinlikle ona çok iyi uyuyor.
İngilizler de melek değil ama Magwa kafayı obsesif bir şekilde Cora'ya taktı ve masumlara zarar verdi. Ben sadece Mohikan takımını ve kızları tutuyorum zaten, diğerleri midemi bulandırıyor.
2006-2007 yılları arasında yayınlanan totalde 2 sezon ve 52 bölümden oluşan, yemek yapmayı çok seven ve bunun için saray mutfağında aşçılık eğitimi alan Dae Jang Geum'un arkadaşlarıyla olan maceralarını anlatan Güney Kore yapımı çizgi film. Bahsi geçen Dae Jang Geum aynı zamanda Joseon kaynaklarında tam 7 kez adı geçen Kore tarihinin ilk kadın Kraliyet Hekimi'dir. Krala bizzat hizmet veren ilk kadın hekimdir ayrıca. Tabii çizgi filmde sadece çocukluk yıllarına değinildiğinden bu önemli durumdan bahsedilmemiştir. Y/n: açken izlemeyin🙃
Enoh'un birinci kitabında ilk insanları uzaktan izleyip, rapor vermekle görevli olan"Gözcü baş melek Semyaza'nın önderliğinde dünyaya gönderilmiş "Gözcü Melek"lerin, zaaflarına yenik düşüp, insan ırkının kadınlarıyla birlikte olmaları sonucu "Nefil"lerin türediği yazılıdır. Nefiller, melek babalarının aksine, doğaüstü yanları aza indirgenmiş, kanatları doğaüstü güçlerden ziyade, nefes almaya yarayan organlara dönüşmüştür. Ezekiel'in kitabında, onlardan "Devler" diye bahsedilmektedir. Tevrat'ın diğer bölümlerinde onlardan; "Emim" (korku verenler), "Refaim" (Ölüler), "Anakim" (uzun boylular), "Giborim" (kahramanlar) diye söz edilmektedir. Nefilim'den, Tevrat'ta tam 150 kez "Giborim" olarak bahsedilir. Şelomo'nun kitaplarından "Atasözleri Mişle"de 'Aslanlar', Yaratılış Kitabı'nda 'Avcılar', Yeremya'nın Kitabı'nda 'Askerler', Daniel Kitabı'nda da 'Liderler' olarak bahisleri geçmektedir.
Narkissos/Narsis, ırmak tanrısı Kephissos ile arındırıcı suların bekçi perisi Liriope'nin oğludur.Bir kahin, onun ebeveynlerine Narsis'in dünyada, kendi yüzünü görmediği sürece yaşayacağını bildirir. Narsis bir gün bir su birikintisine dökülen bir kaynağın yanına gelir ve su birikintisine doğru eğilerek oradaki sudan içmeye başlar. Bu sırada haliyle birikintiye yansıyan yüzünü görür. Kendi yüzünü görünce önce şaşkınlığa düşer, sonra kendini hayranlıkla seyre dalar ve kendisine âşık olur. Sudaki aksinin güzelliğinden kendisini bir türlü alamayan Narsis gitgide hissizleşir, dünya yaşamına gözlerini yumar ve bulunduğu yere kök salarak açılmış bir çiçeğe dönüşür. Bu çiçek, güneş gibi sarı göbekli, beyaz yapraklı, çevresine güzel kokular yayan bir çiçektir. Ölümünden sonra Styx nehrinin sularına katılır. Y/N: Styxk nehri, cehennem nehri olarak da bilinir ve ölüler ülkesinde üstüne sıkça ant içilen bir nehirdir. Yüzden fazla mitolojik masala konu olmuştur. Styx, nehre girenleri yenilmez yapmasıyla - vücutlarındaki tek bir nokta hariç- ünlüdür. Bunlardan en bilinen örnek annesi Thetis tarafından daha çocukken ölüler ülkesi ırmağı olan Styx'e sokulan Aşil'dir. Annesinin onu tutuş şeklinden dolayı Aşil'in topuğu nehre girmemiş ve ona ölümünü getiren zayıf noktası olmuştur.
Çupakabra/Chupacabra yüksekliği yaklaşık 1.20-1.50 metre olan, oval başlı, parlak kırmızı gözlere sahip, başının tepesinden kuyruğunun ucuna dek -bazı dinozorlardaki gibi- sivri uçlu dikenlere sahip, bir kurbağanınkine benzer yeşil benekli bir cilde sahip kertenkele benzeri hayali(?) bir yaratıktır. İki ayağı üzerinde durabildiği söylense de hız kazanmak için küçük kısa ön uzuvlarını da kullanır. Yürüyüşünün maymundan kanguruya doğru değişiklik gösterdiğini söyleyen sözde tanıklar mevcuttur. Aynı zamanda tanıkların söylemlerine göre belirgin, sivri dişlere sahiptir. Keskin bir kükürt kokusu yaydığı söylenir. Yaratığın değişken fiziksel tasvirleri yüzünden potansiyel kökeni hakkında pek çok teori üretilmiştir. Bunların içinde aslında "uzaylıların gezegenimize bıraktığı hayvanlardan biri" olması ile "yanlış giden NASA hayvan-uzaylı melezi" deneylerinin bir sonucu olması da yer almaktadır. Çupakabra'nın gerçekten var ya da yok olduğunu söylemek doğru olmaz. Özellikle de yaratığı gördüğünü söyleyen yüzlerce tanık mevcutken ve aslında hiçbir güvenilir kanıt elde edilememişken... Daha ileri çalışmaların gerekliliği elbette ki gereklidir.
Bilimsel adı "Campsis Radicans" olan, ılıman ve sıcak iklimlerde sürekli yeşil kalmasına rağmen karasal iklim koşullarında yapraklarını döken kırmızı, kızıl veya turuncu renkli, 3-6 cm boyundaki borazan görünümlü oldukça gösterişli bir çiçektir. Bitki yaz mevsimi boyunca çiçek açar ve çiçekleri uzun süre kalmaktadır. Halk arasında "Borazan çiçeği" veya "Trompet çiçeği" olarak da bilinir. Hemen hemen her bitkinin/çiçeğin sahip olduğu birtakım özel anlamlar vardır. Özellikle Çin ve Japon kültüründe önemli bir yeri olan acem borusu da özlenen sevgiliyi ne olursa olsun beklemekten vazgeçmeyecek olmak, sabır, hasret gibi anlamlar taşır. Y/N: çiçeği dikmek isteyenleri uyarmam gerek, tatlı bir çiçek ve aşırı derecede arı çekiyor. Bilginize!
Sayın ruhsuz böyle bir ukde oluşturmuş madem ben de görür görmez doldurmak istedim. Umarım hoşunuza gider. Baştan söyleyeyim, büyük ihtimalle beklediğiniz gibi bir masal olmayacak. Hadi bakalım, iyi okumalar :)) -Kaira Korkuyla haykırmamak için dilini ısırdı. Kulaklarında atan kalbini susturmak, kendi için olmasa da yanındaki kadın için korkmak ve paniklemek şu an ihtiyacı olan son şeydi. Evet. Onu korumalı, peşindeki adamlardan kurtulmalı ve güvenli bir yere gitmelilerdi. En başından beri bu günün geleceğini biliyordu. Olmamasını umut ettiği halde… Adımları altında ezilen otların ufak hışırtısını ve rüzgarın burnuna sürüklediği kokuyla donakaldı. Tuzağa düşmüşlerdi! Bedenine çarpan ufak tefek kadının titreyen omuzlarından tutup göğsüne bastırdı. Dudaklarını kadının gece karası saçlarına bastırırken girdiği sonsuzluk orucunu bozmak ve küfretmek için dayanılmaz bir istek duyuyordu ama yapamazdı. Bu kadar çabaladıktan sonra olmazdı. Tüm ölümsüzlüğünü bir kenara bırakmak ve bin yıllık hayatının geri kalanını onunla geçirmek yerine bir canavara dönüşmeyecekti. Güçsüzleşen eklemlerini son bir hamleyle kadının etrafına daha sıkı sardı. Ona dokunamayacaklardı. O varken asla. Ağaçlardan atlayan ve bir şekilde tam ortasına düştükleri tuzağın basit mekanizmasını harekete geçiren askerlerin sesleri kadar uğursuz başka bir şey işitmeyen kulakları isyan ediyordu. Böyle sonlanmamalıydı. Beklenmedik bir hamleyle bedenine dolanan demir halatların yaktığı teninin yanık kokusu kilometreleri aşarak ilerlerken bir kelebeğin kanat çırpışı gibi ürkek kalp atışlarına odaklanmayı denedi. Sakinleşmeli ve gücünü toplamalıydı. Bir canavara dönüşmeden elbet. Bunu yapacak olursa onu kaybedeceğini biliyordu. Sonsuza dek ve bu onun türü için gerçek anlamda dünyanın yok oluşuyla birdi. Demir halatlar gerildi. Acı bir haykırışla birlikte kolları birkaç santim de olsa aralandı ve onu kaybetti. Kalbinde hissettiği korkusuyla sevdiği kadının ellerinden alınışını, hıçkırıklarını ve titrek nefesini duydu. Debelendi. Ancak günler öncesinde ettiği yemin onu saran demir halatlardan öte bileklerine dolanan prangadan farksızdı. Dizlerinin üstüne çöktü. Demir ona iyi gelmiyordu. Bu gezene bile ait olmayan bu madene de, onu şuursuzca kullanıp kutsal dağını ateşe veren sözde bu kanun adamlarına da lanet etti. Oysa bunu da yapmamalıydı. Mantığıyla aklını bağlayan ince bağ burnuna gelen kan kokusuna dek koruyabildi varlığını. Onun kanının keskin kokusunu aldığı anda halihazırda çılgına dönen bedeni üzerindeki tüm kontrolü kaybetti. Düştüğü yerden destek alarak doğruldu. Büyüyüp uzayan pençeleri toprağı deldi, kapalı dudakları arasından çıkan dişleri taze kanıyla boyandı, irisleri bir yırtıcınınkiyle yer değişirken boğazından vahşi korkunç bir hırıltı yükseldi. “Onu bırakın!” diye inledi. “Karımın da benim de bir suçumuz yok!” Başını kaldırıp tehditkar bir ifadeyle onu tutmaya cüret eden adamlara baktığında yarısından çoğu halatı gevşetmiş geri kalanlar da herhangi bir durumda kaçmak için pozisyon almışlardı. Sanki işe yarayacakmış gibi… Bir kişi hariç. Kalbindeki boşluğu dolduran kadını elinde tutan ve ona hala küstah bir şekilde bakan şeflerinin yüzündeki mide bulandırıcı ifade bir tetikleyici gibiydi. Tekrar hırladı ve sözlerini yineledi. “Onu bırakın!” Dikkatinin dağıldığını zanneden birkaç adamın ona savuşturduğu kılıç darbelerini çabucak savuşturdu. “Onu bırak-” “Hayır!” Tüm dağa yayılan tiz çığlıkla kalbi yarıldı. Hala bir yırtıcının parlak gözlerine sahip bakışları kadını buldu. Birkaç dakika öncesine kadar sıcaklığını parmak uçlarında hissettiği, kokusu ciğerlerine dolan, ona sığınan kadının korku, hayır, dehşet dolu bakışlarını buldu. Kadın bağı çözülen dizleriyle yere çöküverdiğinde onu tutmak için bir hamlede bulundu ama aldığı tepkiyle bir kez daha yıkıma uğradı. “Benden uzak dur!” İhaneti, sevdiği kadının gözlerinde gördüğü korkuyla harmanlanırken başka bir şey düşünemez oldu. Daha acı ne olabilirdi ki? Avuçlarına bulanan kanı unutup elini uzattı. Hala sevdiği adam olduğunu, ona zarar vermeyeceğini anlamasını umdu. O hala evlendiği erkekti! Ne eksik ne de fazlası… “Sana dur dedim!” Hayır, böyle olamazdı. Ona hala aynı kişi olduğunu kanıtlamalıydı. Sevgilerine güveniyordu. Sadece şok geçiriyor olmalıydı. Bu insanlardan uzaklaşıp güvenli bir yere ulaştıklarında biliyordu, sevdiği kadın onu tanıyacaktı. Onu incitmeyeceğini tekrar anlayacak ve mutluluklarını yaşamaya devam edeceklerdi. Ona doğru bir adım daha atacaktı ki keskin bir acı ile bedenine ait olmaması gereken bir sıcaklık hissetti. Tüm gövdesini geçip iç organlarını parçalayan meşeden yapılma bir kamaydı bu. Günler önce ölüp faniliğine kavuşan bedeni var olduğu toprağa dizleri üstünde çökerken gözleri tekrar ona korkuyla ve tiksinmeyle bakan kadını buldu. Hala ölümsüz olan ruhunun kabuk bedenini terk edip ormandaki diğer ruhlara ve atalarına karışmadan önce gördüğü son şey kadınının titreyen dudakları oldu. -SON-
utanarak itiraf etmem gerekirse ergenekon destanına dair detaylı hikayeleri bilmiyorum ama belki her ikisi de dağda geçtiği için olabilir sayın ruhsuz :)
Ben de böyle bir ukde bıraktığınız için teşekkür ederim, uzun zamandır kurgu içeren bir şeyler yazmıyordum. Sayenizde iki sayfa da olsa bir şeyler karalamak kendimi daha iyi hissettirdi :)