bu hastalığa bir kere yakalandıysanız kurtulmanız çok zordur. ertelediğiniz şeyler iyice gözünüzde büyür, ilk etapta gayet kolay bir iş dahi olsa siz erteledikçe o iş dünyanın en zor işiymiş gibi gelmeye başlar. bu yüzden o işi yapmaktan iyice kaçınırsınız, tekrar tekrar ertelemeye başlarsınız. yapılması gereken işin yanına bir de ertelemenin vermiş olduğu suçluluk duygusu eklenir. "işin sorumluluğu+ertelemenin verdiği suçluluk duygusu+bu ikisinden kaynaklanan stres" kombinasyonu insanı yiyip bitirir. ama bu kısır bir döngü olduğu için öyle kolay kolay kurtulamazsınız bundan. ertelemeyi bırakıp yapmanız gereken işi yapsanız her şey yoluna girecektir aslında ama işler öyle yürümüyor işte. tabi bu iş yapmaya mecbur olduğunuz bir işse gün gelir, bıçak kemiğe dayanır. sonra siz ağlaya ağlaya ya da birtakım sinir krizleri geçire geçire o işi yaparsınız :((
peluş hayvanlara, saksı bitkilerine, bulduğum minik bir böceğe vs isim veririm. sadece isim vermekle kalmam bazen onlarla ilgili hikayeler uydururum. bi böcekle ya da kurtçukla vs arkadaşlık kurarım mesela. hatta yürüyüş yaparken yerde bulduğum küçük ölü bir yılanla arkadaşlık kurmuşluğum bile var, ismini "hunter" koymuştum çok şık bir kutuyu hunter için ev yapmıştım, hunter çürümeye başlayınca arkadaşlığımız sonlanmak zorunda kalmıştı :'( rest in peace my friend..
üstteki yazar gibi ben de kendi kendime konuşurum. bazen kendim olarak kendimle konuşurum, bazen karşımdaki hayali kişiyle konuşurum ama en ilginci bazen farklı iki kişi olarak kendi kendime konuşurum. yani iki kişi birbiriyle konuşuyor ama ikisi de ben değilim. ve o kadar alakasız konularda konuşurlar ki...
bi de kedime şarkılar ve tekerlemeler yazarım, sağda solda kedimi ararken ya da onu severken bu şarkıları, tekerlemeleri söylerim. hem de normal bir ses tonuyla değil, çocuk sesiyle..
üstteki yazar gibi ben de kendi kendime konuşurum. bazen kendim olarak kendimle konuşurum, bazen karşımdaki hayali kişiyle konuşurum ama en ilginci bazen farklı iki kişi olarak kendi kendime konuşurum. yani iki kişi birbiriyle konuşuyor ama ikisi de ben değilim. ve o kadar alakasız konularda konuşurlar ki...
bi de kedime şarkılar ve tekerlemeler yazarım, sağda solda kedimi ararken ya da onu severken bu şarkıları, tekerlemeleri söylerim. hem de normal bir ses tonuyla değil, çocuk sesiyle..
"ben de tam seni arayacaktım."
uni uni unicorn :)
patatesin türkçe eş anlamlısı "çisil" sözcüğü imiş.
patatesin anavatanı güney amerikaymış. Avrupa'ya ilk kez İspanyalı Pedro Cieza de León tarafından getirilmiş. domates ve mısır gibi patates de dünyaya amerika'nın keşfiyle yayılan yiyeceklerden birisi. avrupa'ya 1500'lü yıllarda gelmiş.
kızartıyoruz, püre yapıyoruz, cips yapıyoruz vs. yani birçok tüketim şekli var ama şöyle bir şey için de kullanılıyor: yaptığımız tencere yemeği tuzlu olduğunda yemeğe bir patates ekliyoruz, patates yemeğin tuzunu almış oluyor..
patatesin anavatanı güney amerikaymış. Avrupa'ya ilk kez İspanyalı Pedro Cieza de León tarafından getirilmiş. domates ve mısır gibi patates de dünyaya amerika'nın keşfiyle yayılan yiyeceklerden birisi. avrupa'ya 1500'lü yıllarda gelmiş.
kızartıyoruz, püre yapıyoruz, cips yapıyoruz vs. yani birçok tüketim şekli var ama şöyle bir şey için de kullanılıyor: yaptığımız tencere yemeği tuzlu olduğunda yemeğe bir patates ekliyoruz, patates yemeğin tuzunu almış oluyor..
sayın clarice starling, çisil demek olduğunu nereden öğrendiniz acaba? kelimelerin etimolojik kökenlerine ilgim var bu da çok ilgimi çekti o yüzden merak ettim:)
Vikipedi'de okudum sayın elegantmoon :)
kendinizi yeterince iyi ifade ettiğiniz halde sizi anlamayan insanlar, her şeye karışan insanlar, kendi bildiğini en doğru sanan insanlar.. kısacası genel itibariyle "insanlar"
demir eksikliği anemisi, sürekli yorgun ve halsiz hissettirdiği için
obsesif kompulsif bozukluk yani takıntılar ve takıntıların size yaptırdığı tekrarlayıcı davranışlar, sizi sürekli huzursuz ederler
mükemmelliyetçilik, yaptıklarınızın size hiçbir zaman yetmemesi, kendinizi yeterli görememek
düzenli çalışmamak, bunu açıklamaya gerek bile yok notları son günlere bırakmanın nasıl bir zorluk olduğunu herkes biliyordur..
son olarak tıp fakültesi, seviyoruz filan ama sonuç olarak zor yani..
demir eksikliği anemisi, sürekli yorgun ve halsiz hissettirdiği için
obsesif kompulsif bozukluk yani takıntılar ve takıntıların size yaptırdığı tekrarlayıcı davranışlar, sizi sürekli huzursuz ederler
mükemmelliyetçilik, yaptıklarınızın size hiçbir zaman yetmemesi, kendinizi yeterli görememek
düzenli çalışmamak, bunu açıklamaya gerek bile yok notları son günlere bırakmanın nasıl bir zorluk olduğunu herkes biliyordur..
son olarak tıp fakültesi, seviyoruz filan ama sonuç olarak zor yani..
bazen aç hissedilmediği halde can sıkıntısından da yenen yemeklerdir. özellikle çok geç uyunuyorsa..gün içinde yapılan yemeklerden birer ikişer tabak artar, bu tabaklar güzelce streç filmle kapatılır. gece vakti yenmek istenildiklerinde mikrodalgada ısıtılıp afiyetle yenilirler. bir şeyler yiyeyim ama atıştırmalık gibi olsun, ağır şeyler yemek istemiyorum diyenler için de en iyi alternatif çubuk krakerdir bence.
kendini özlettiren detaylardır. benimkiler şöyle :
kardeşlerimle oynadığımız evcilik oyunu. bu böyle oynanıp biten bir oyun değildi. hep kaldığı yerden devam ederdi. ben anneydim, onlar da benim çocuklarım. en güzel kısım çocuklarımın isimleriydi: birinin adı "güneş", diğeri "küçük ay". düşündükçe gülesim geliyo :))
annemin yaptığı patates bebek. patates püresini bebek şeklinde süslüyordu. işte kıvırcıktan saç, zeytinden göz, ketçaptan ağız filan. bir gün onun son patates bebeğim olduğunu bilmeden yedim, biz büyüdükçe bebek şeklinde yapmayı bıraktı tabi :((
bir de annemin uzun kollu bir kıyafetin üzerine başka bir uzun kollu kıyafet giydirirken içtekinin ucunu tutup elime vermesi ve benim onu sıkıca tutmam, böylece diğerini giyince önce giyilmiş olan içeride katlanıp rahatsız etmeyecek.. bunun neden güzel bir detay olduğunu bilmiyorum, ama hatırladıkça mutlu olduğum bir şey.
kardeşlerimle oynadığımız evcilik oyunu. bu böyle oynanıp biten bir oyun değildi. hep kaldığı yerden devam ederdi. ben anneydim, onlar da benim çocuklarım. en güzel kısım çocuklarımın isimleriydi: birinin adı "güneş", diğeri "küçük ay". düşündükçe gülesim geliyo :))
annemin yaptığı patates bebek. patates püresini bebek şeklinde süslüyordu. işte kıvırcıktan saç, zeytinden göz, ketçaptan ağız filan. bir gün onun son patates bebeğim olduğunu bilmeden yedim, biz büyüdükçe bebek şeklinde yapmayı bıraktı tabi :((
bir de annemin uzun kollu bir kıyafetin üzerine başka bir uzun kollu kıyafet giydirirken içtekinin ucunu tutup elime vermesi ve benim onu sıkıca tutmam, böylece diğerini giyince önce giyilmiş olan içeride katlanıp rahatsız etmeyecek.. bunun neden güzel bir detay olduğunu bilmiyorum, ama hatırladıkça mutlu olduğum bir şey.
Sonuncusu pratik zeka örneği resmen. Biz de öyle yapardık. Bazen Ankara ayazından korunmak için hala öyle şeyler yaparım. :)
valla ben de yapıyorum hala, malum ankara ayazı başka bir şeye benzemiyor :)
Uçurumdan düşen ibo ve aşırı sakin arkadaşları
sıcak içecekten bir yudum almak, aşırı sıcak olduğunu fark etmek, dilinizin yanması ama artık çok geç olması nedeniyle hiçbir şey yapamamak. günlerce acır bir de :(((
peçete. böyle desenli, renkli çeşit çeşit peçete..
7-12 yaş aralığında devasa bir peçete koleksiyonum vardı ormanlı peçeteden noel babalı peçeteye, insan portresi olan peçeteye 200 den fazla çeşit vardı :D rengarenkti hepsi. özellikle almanyadan taşınan akrabamızın evine gittikçe çok ilginç peçeteler alırdım harçlıktan daha değerliydi fhfhgnhgjg
vay be 200'den fazla çeşit biriktirmek baya büyük iş darkgreen. tebrik ederim azminizi. 12 yaşınıza kadar olduğunu yazmışsınız, sonra noldu acaba? dağıldı mı koleksiyon?
sonra okul hayatı ağır bastı hobimi durdurdum yıllarca öyle kaldı arada açıp bakıp mutlu olurdum ama maalesef 2 yıl önce taşınırken ben yoktum ve nereye konulmuş koleksiyonum bilmiyorum, bulamadık :((
yaa üzüldüm kaybetmenize :((
Kettle.
ilk olarak kendime yalnız kalabileceğim huzurlu bir yer bulurum. sonra öncelikle aile üyelerimin her birine özel birer mektup yazarım. mektubun başında onlara olan kırgınlıklarımdan bahsederim, sonra da birlikte yaptığımız güzel şeylerden ve mutlu olduğumuz anılardan. mektubumu onları her şeye rağmen sevdiğimi söyleyerek bitiririm. bu mektuplar çekirdek ailem içindi. ikinci olarak çekirdek ailemden olmayan ancak yine ailem sayılan kişiler için bi video çekerim. videoda da birtakım üzücü şeylerden ve yine güzel şeylerden bahsederim, güzel bir veda cümlesiyle bitiririm. son olarak da iki üç tane yakın arkadaşım var, onlara ben hatırlayacakları birer eşyamı gönderirim. ama böyle öylesine eşyalar değil, en çok değer verdiğim eşyalarımdan gönderirim, tabi yine bi mektup eşliğinde. bu arada gönderdiğim her şeyin sahiplerine ölümümden sonra ulaşmasını isterim. tüm bu işleri hallettikten sonra inançlarım gereğince bir şeyler yaparım işte ibadet ederim vs.
az önce yesem diye düşünüp son anda vazgeçtiğim yiyecek. ben genelde geceleri acıktığımda hızlıca hazırlayıp yiyorum. körili ve spesiyal çeşitlerini denedim, tavuklu ve sebzeli seçenekleri de var. paketten noodle ile birlikte baharat karışımları ve bir sos çıkıyor, biraz ağır ve değişik bir kokuları var. ayrıca sosları eklediğimde biraz yağlı geliyor bana. aslında severek yiyorum ama bazen zararlı ve kimyasal bir şey yiyormuşum gibi hissettiriyor. bi de neden hatırlamıyorum ama en son yediğimde bi daha yemicem demiştim :))), sanırım yedikten sonra beni de biraz rahatsız ediyor. ama çok sık tüketmediğim için bir sonraki sefer rahatsızlık duyduğumu unutmuş olarak tekrar yiyorum...
bayatlamış ekmekleri atmak yerine değerlendirmemizi sağlayacak bir öneri: ekmekleri küp şeklinde küçük küçük kesiyoruz. zeytinyağı, pul biber ve kekik kullanarak bir karışım hazırlıyoruz, bu karışımı küp küp kestiğimiz ekmeklerin üzerine döküyoruz ve karışımın tüm ekmek parçalarını kaplamasını sağlıyoruz. baharatlı karışımla kaplanmış ekmekleri tepsiye güzelce yayıp fırınlıyoruz. ekmekler kıtırlaşınca fırından çıkartıyoruz. veee hazırlar. baharatlı kıtır ekmeklerimizi çorbalarımıza ekleyerek afiyetle yiyoruz. (özellikle domates çorbasına ve süzme mercimek çorbasına çok yakışıyorlar.)
genelde öğrencileri korkutan ancak bence o kadar da korkunç olmayan bir ders. sanırım üst dönemlerden alt dönemlere aktarılan deneyimler sonucunda insanların gözünde büyüyor. yoğun bir derstir, öğrenilmesi gereken çok konu vardır ancak bunlar gayet eğlenceli ve insanın ufkunu açan konulardır. düzgün bir şekilde çalışıldığı takdirde diğer birçok ders gibi öğrenilebilir-anlaşılabilir bir derstir.
malpraktis gibi bir nedenden ötürü istemeden de olsa birisine zarar vermek ve sevdiğim birinin yardıma ihtiyacı olması ve benim elimden hiçbir şey gelmemesi
misafirden kaçmak için kendini odana kapatman, bir süre sonra misafirin oturma odasından çıkmayacağına inanarak tehlike geçti zannetmen ve odandan çıkman, misafirin de oturmakta olduğu odadan herhangi bir sebeple çıkması ve evin alakasız bir yerinde karşılaşmanız. sonrası belli zaten, mahcup bir şekilde hoşgeldiniz demek...
benim için iskandinav ülkeleri, irlanda ve ingiltere.
maço erkek denilince benim aklımda şöyle bir profil beliriyor: karşısındaki kişinin her şeyine karışma hakkını kendinde bulan, kadınların güçsüz olduğunu ve birçok şey için erkeklere ihtiyaç duyduklarını sanan ve aynı zamanda güçlü kadınlara tahammül edemeyen, birlikte olduğu kadının ona danışmadan tabiri caizse iznini almadan bir şeyler yapmasından rahatsızlık duyan bir erkek. kendilerini birlikte olduğu kadının koruyucusu olarak görürler genelde. zihnimde canlanan bu profilden ötürü kendisine saygısı olan tüm kadınların bu tip kişilerden koşarak uzaklaşması gerektiğini düşünüyorum.
romantiklik de bence çok göreceli bir kavram. belli bir yerden sonra rahatsız edici olabilir. bu yüzden ikisini de seçmiyorum.
benim tercihim şu şekilde: birlikte olduğu kadının kendi kararlarını kendisi verebilen ayrı bir birey olduğunun farkında olan, sevdiği kişinin verdiği kararları destekleyen ve onun yanında olan, birlikte olduğu kadının başarılarıyla gurur duyabilen ve onun mutluluklarıyla mutlu olabilen, son olarak karşısındaki kişiyi koşulsuz sevebilen ve sevgisini göstermekten korkmayan bir insan.
romantiklik de bence çok göreceli bir kavram. belli bir yerden sonra rahatsız edici olabilir. bu yüzden ikisini de seçmiyorum.
benim tercihim şu şekilde: birlikte olduğu kadının kendi kararlarını kendisi verebilen ayrı bir birey olduğunun farkında olan, sevdiği kişinin verdiği kararları destekleyen ve onun yanında olan, birlikte olduğu kadının başarılarıyla gurur duyabilen ve onun mutluluklarıyla mutlu olabilen, son olarak karşısındaki kişiyi koşulsuz sevebilen ve sevgisini göstermekten korkmayan bir insan.
Pilav yaparken pilavınıza bir küp şeker atın ve birkaç damla limon sıkın. Şeker pilavınızın tane tane olmasını, limon suyu ise pirinçlerin daha beyaz ve parlak görünmesini sağlar.
Bir şeyleri sürekli ertelemem. Mesela gündüz çalışmayıp akşam çalışırım demem, akşam olunca yine çalışmayıp sabah erken kalkıp çalışırım demem.
Sefiller-victor hugo (kısaltılmış versiyonları değil tam metni okunmalı)
Dönüşüm-kafka
Kelebek-henri charrière (bu benim en sevdiğim)
Dönüşüm-kafka
Kelebek-henri charrière (bu benim en sevdiğim)
Garibanın yüzü gülür mü hiç? :((
gülmüz
Gençler hayırdır bu kadar çabuk mu yani dedirten aynı zamanda üstteki entrylerden ötürü acaba benim bilmediğim birtakım şeyler mi oldu diye düşündüren başlık..
0. Ve eminim ki beni tanıyan yazar sayısı da 0. Umarım ifşalanmam sonradan.
Artık 1 ;)
oturayım da biraz keyif yapayım düşüncesiyle kahve yapmaya yeltenmek, sonra o kahvenin taşması ve keyif yapmak yerine ocak temizlemek zorunda kalmak :(
benimkinin adı "sıfır abla"ymış. ben kendisini hatırlamıyorum, annem ve babamın anlattığı kadarıyla biliyorum. telefonda konuşuyormuşuz sıfır ablayla. isminin neden sıfır abla olduğuna dair hiçbir fikrim yok, çok da merak ediyorum doğrusu. onu aramak için 0 tuşuna mı basmam gerekiyordu da ismi sıfır abla oldu diye düşündüm ama kendisini hatırlayamadığıma göre bayağı küçük olmalıyım ve o yaşta 0' ı biliyor olduğumu sanmıyorum..
neredeyse her gün yaptığım, bazı günler birden fazla kez yaptığım bir iş. ayrıca çok da güzel yaptığımı düşünüyorum, sadece ben değil kahvemi içenler de böyle düşünüyor :))
gelelim nasıl yaptığıma. öncelikle kahve seçimi önemli, daha önceden bir sürü markanın türk kahvesini denemişliğim var. kimisi çok ağır oluyor, yani bana ağır geliyor, filtre kahveyi sütsüz şekersiz tercih etmeme rağmen türk kahvesinin yumuşak içimli olmasını tercih ediyorum. bu yüzden mirvari kahvesi kullanıyorum. mirvari kahvesinin içinde türk kahvesinin yanı sıra, damla sakızı, salep, keçiboynuzu tozu, krema, mahlep ve safran bulunuyor. kremadan ötürü yumuşak bir tadı ve damla sakızı vsden dolayı çok hoş bir aroması var. damla sakızının aromasını sevdiğim için mirvari kahvesine biraz da damla sakızlı türk kahvesi karıştırıyorum, böylece damla sakızının aroması biraz daha yükselmiş oluyor. karışım oranı da şöyle, her bir fincan için bir tatlı kaşığı mirvari kahvesi+yarım tatlı kaşığı damla sakızlı kahve.
şimdi kahvelerimizi cezveye koyuyoruz, istediğimiz miktarda şeker ekliyoruz (çok fazla eklemenizi önermem,şerbetimsi bir hal alabilir. şekersiz de yapabilirsiniz tabi). suyumuzu da ekleyip karıştırıyoruz. cezveyi ocağa koyup kısık ateşte pişiriyoruz. pişirme esnasında kahveyi karıştırmıyoruz, hatta içinde kaşık bile tutmuyoruz. köpürdüğü zaman köpük kısmını alıp cezveye koyuyoruz, birkaç saniye daha ocakta tutup tamamını cezveye boşaltıyoruz. kahvenin kaynamaması gerek, bu yüzden ocakta fazla tutmuyoruz.
vee afiyet olsunn :))
gelelim nasıl yaptığıma. öncelikle kahve seçimi önemli, daha önceden bir sürü markanın türk kahvesini denemişliğim var. kimisi çok ağır oluyor, yani bana ağır geliyor, filtre kahveyi sütsüz şekersiz tercih etmeme rağmen türk kahvesinin yumuşak içimli olmasını tercih ediyorum. bu yüzden mirvari kahvesi kullanıyorum. mirvari kahvesinin içinde türk kahvesinin yanı sıra, damla sakızı, salep, keçiboynuzu tozu, krema, mahlep ve safran bulunuyor. kremadan ötürü yumuşak bir tadı ve damla sakızı vsden dolayı çok hoş bir aroması var. damla sakızının aromasını sevdiğim için mirvari kahvesine biraz da damla sakızlı türk kahvesi karıştırıyorum, böylece damla sakızının aroması biraz daha yükselmiş oluyor. karışım oranı da şöyle, her bir fincan için bir tatlı kaşığı mirvari kahvesi+yarım tatlı kaşığı damla sakızlı kahve.
şimdi kahvelerimizi cezveye koyuyoruz, istediğimiz miktarda şeker ekliyoruz (çok fazla eklemenizi önermem,şerbetimsi bir hal alabilir. şekersiz de yapabilirsiniz tabi). suyumuzu da ekleyip karıştırıyoruz. cezveyi ocağa koyup kısık ateşte pişiriyoruz. pişirme esnasında kahveyi karıştırmıyoruz, hatta içinde kaşık bile tutmuyoruz. köpürdüğü zaman köpük kısmını alıp cezveye koyuyoruz, birkaç saniye daha ocakta tutup tamamını cezveye boşaltıyoruz. kahvenin kaynamaması gerek, bu yüzden ocakta fazla tutmuyoruz.
vee afiyet olsunn :))
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?