"it has been said, 'time heals all wounds.' i do not agree. The wounds remain. İn time, the mind, protecting its sanity, covers them with scar tissue and the pain lessens, but it is never gone." -rose kennedy
gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu ağlardım beni sevmiyordun bilirdim bir sevdiğin vardı duyardım çöp gibi bir oğlan ipince hayırsızın biriydi fikrimce ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım felaketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka'dan geçsem limanda hep gemiler olurdu ağaçlar kuş gibi gülerdi bir rüzgar aklımı alırdı sessizce bir cıgara yakardın parmaklarımın ucunu yakardın kirpiklerini eğerdin bakardın üşürdüm içim ürperirdi felaketim olurdu ağlardım
akşamlar bir roman gibi biterdi jezabel kan içinde yatardı limandan bir gemi giderdi sen kalkıp ona giderdin benzin mum gibi giderdin sabaha kadar kalırdın hayırsızın biriydi fikrimce güldü mü cenazeye benzerdi hele seni kollarına aldı mı felaketim olurdu ağlardım. -Attila İlhan
tam "404 not found" yazacaktım, o sırada telefona bi baktım ki güzel bir mesaj gelmiş. küçük kuzenim benim için resim yapmış, üstüne de "seni seviyorum clarice abla" yazmış (adımı da yanlış yazmış ama olsun artık :)), ablası da resmin fotoğrafını çekip bana göndermiş. hadi yine iyiyim, haftayı güzel mesajsız kapatmaktan son anda kurtuldum. not: genelde güzel mesaj vs atanım olmaz, başlıkla denk geldi nasıl olduysa :))
deniz, okyanus olayım diyeceğim insanlar çöpleriyle kirletir. at olayım diyeceğim, özgür bırakmazlar, evcilleştirirler, yarışlarda vs kullanırlar. kedi olayım desem yemek bulmak için gittiğimde yavrularımı filan çalmış olabilirler, kötü olur. en iyisi insanların pek fazla müdahale edemeyeceği bir şey olmak. çoook uzaklarda bir yıldız olayım ama parlaklığıyla diğer yıldızlardan ayırt edilebilen bir yıldız.. gökyüzüne bakınca insanların dikkatini çekecek bir yıldız.. insanlar geceleri beni izleyerek hayaller kursun, aşıklar beni izleyerek aşık oldukları kişiyi düşünsün, sevdiğini kaybetmiş birisi bana bakarak kaybettiği kişiyi ansın...
başrollerini morgan freeman ve dünyanın sekizinci harikası brad pitt abimizin paylaştığı 1995 yapımı suç ve gizem filmi. filmde biri acemi diğeri tecrübeli iki dedektifimiz ve yedi ölümcül günah üzerinden insanlara vaaz verme güdüsüyle cinayet işleyen bir seri katilimiz var. benim çok başarılı bulduğum filmlerden biri se7en. filmin konusu, olay örgüsü ve oyunculuklar zaten çok güzel, bir de yapım yılını göz önünde bulundurduğumda hayranlığım üç beş kat artıyor. düşünsenize o zamanlar şimdiki gibi çeşit çeşit kriminal dizileri, filmleri yoktu. o zamanın koşullarında filmin konusu vs çok daha ilgi çekici gelmiştir insanlara muhtemelen, günümüz koşullarında dahi bu kadar beğeniliyorken... yani neden kült bir film olduğunu anlamak zor değil. son sahneyi izledikten sonra şöyle bir durup kafanızda her şeyi yerine oturttuğunuzda ve filmi daha güzel hale getiren detaylara dikkat ettiğinizde etkilenmemek elde değil. yedi ölümcül günahı da bırakayım şuraya: pride (gurur) lust (şehvet) envy (kıskançlık) anger (öfke) covetousness (açgözlülük) gluttony (oburluk) sloth (tembellik)
çünkü başkası yapınca doğru düzgün yapmıyor, sonradan düzeltmek zorunda kalıyoruz. en basitinden kardeşime "çay koyar mısın?" diyorum, her seferinde demli koyuyor ama ben çayı açık seviyorum. sonradan kalkıp üzerine su eklemek zorunda kalıyorum, yerimden kalkmam gerekmesi bir yana üstüne bir de sinir olmuş oluyorum. her seferinde "demli içmediğimi bilmiyo musun, niye böyle koydun?" vb cümlelerle laf anlatmak zorunda kalıyorum. hayır yani bi çay bile veremeyecekse bir kardeş ne işe yarar, haksız mıyım? :/
Bu kardeşler niye böyle ya? Bir de bence bilerek istemediğimiz şekilde yapıyorlar rica ettiğimiz şeyleri. Büyük ihtimalle bir daha bir şey istemeyelim diye:))
Önce benimkini bi elden çıkaralım da sonra sizinkiyle ilgileniriz sayın schlimazl :)) ya da şöyle yapalım benimkileri alana sizinkileri hediye edelim :))
bu başlığı görmek beni çok mutlu etti. favori dizilerimden birisidir merlin. neredeyse her yaz kardeşlerimle tekrar başlarız bu diziye, defalarca izlemiş olduğumuz bölümleri sıkılmadan izleriz. yanlış hatırlamıyorsam iki sene önceki yaz tatilinde şöyle güzel bir etkinlik bulmuştuk kendimize: merlin'in bölümlerini usb'ye atmıştık, garaja inip arabanın içindeki küçücük ekrandan izliyorduk her seferinde birer ikişer bölüm. önde oturma sırası vs vardı, arkada oturan zor görüyor, haksızlık olmasın diye :)) bazen gece inip karanlıkta izliyorduk, bazen gündüz izliyorduk, bir rutin haline getirmiştik bunu. evde izlemekten 10 kat daha keyifli geliyordu. dizideki karakterlerin birçoğunu çok seviyorum. arthur'u, merlin'i, morgana'yı, gaius'ı ve şövalyelerin nerdeyse hepsini.. ama en çok arthur'a ve morgana'nın giydiği pelerinimsi kıyafetlere düşüyorum :))
kedimin tüylerinin kokusu. hayır yıkamıyoruz da ama bir şekilde çoook güzel kokuyor. hatta kendi kendime diyorum ki, kendini yalarken sabun filan salgılıyor herhalde. bazen kokusu kıyafetlerime sinmiş oluyor, üstümde onun kokusunu hissettikçe çok mutlu oluyorum :))
her zaman olmuyor ama bazen aşırı bir şekilde temizlik takıntım ortaya çıkıyor. elektrik süpürgelerinin küçük fırçalı başlıkları var ya hani şu kanepeleri vs süpürmek için olanlar işte o başlıkla odamın her yerini temizliyorum. bir giriyorum odaya temizlemek için saatler sonra anca çıkabiliyorum. toz beziyle toz alırken sanki yeterince temizlenmiyormuş gibi geliyor, sadece tozların yerini değiştiriyormuşum gibi. ama süpürgeyle tozları çekince içim rahat ediyor, gerçekten temizlenmiş olduğunu düşünüyorum. süpürgeyle laptop'ı filan da süpürüyorum, usb girişlerini, altını üstünü her yanını. çok yorucu oluyor tabi, işim bitince rahatlamış hissediyorum ama tükenmiş oluyorum yani. bir de bazen bir anda bir şeyin ya da bir yerin pis olduğunu düşünmeye başlıyorum, birkaç gün boyunca defalarca o şeyi ya da o yeri temizliyorum. kaç kere temizlersem temizleyeyim hala pismiş gibi geliyor, bir türlü içime sinmiyor. o şeyin temiz olduğunu düşünene kadar aynı şeyleri belki 5-10 kez yapmam gerekiyor. e tabi haliyle bu da çok yorucu oluyor :(((
hayatım boyunca kapısından içeri adım atmadığım yer. ön yargılıyım kendisine karşı, sanırım popüler kültürün çok büyük bir parçası olmasından kaynaklı böyle hissediyorum. büyük konuşmak istemem ama gitmeyi de hiç düşünmüyorum açıkçası.
genel ruh halim bu şekilde. nefret ediyorum böyle hissetmekten. aynı zamanda genel olarak kendimi çok yorgun ve bitkin de hissediyorum (bu sadece psikolojik değil, fiziksel olarak da böyle. biraz sağlıksız bir insanım maalesef), depresifim, mutsuzum, hiçbir şeyden zevk almıyorum. bir şeyler yapmayı istememi sağlayacak hiçbir şeyim yok gibi geliyor. ne bileyim böyle yaşama tutunmamı sağlayacak bir şey, geceleri erken uyuyup sabahları erken uyanmak için bir sebep vs. günlerim birbirinin aynısı zaten, yapmak zorunda olduğum işlerin bir kısmını gücüm yettiğince yapıyorum, bir kısmını yapmayıp erteliyorum. yaptığım işleri de böyle geçiştirmelik gibi yapıyorum, olması gerektiği gibi değil. hayatımı düzene sokmak istiyorum aslında, bir şeyler için çabalamak, kendimi geliştirmek istiyorum ama sürekli erteliyorum bunları. önümüzdeki günler için kendime çeki düzen vermek üzerine birtakım planlar yaptım, inşallah uygulayabilirim. çünkü böyle olmaktan sıkıldım artık, bu halimle kendimi çok boş ve vasıfsız hissediyorum :((
resim yapmak. (İsteğe bağlı olarak müzik eşliğinde) Kuru boya, pastel boya, sulu boya. Hangisini seçerseniz.. Tıpkı çocukken yaptığımız gibi. Sonra da yaptığınız resmi mıknatısla buzdolabına asıp ev halkına sergileyebilirsiniz :))
aile evi dışında başka bir evim veya yurdum olmadığından ötürü benim için kronik bir problemdir, yani yıllardır böyleyim ne yazık ki. daha da ilginci kendi odamda ders çalışamıyor oluşum, senelerdir sayılıdır odamda oturup çalıştığım zamanlar. bu yüzden genelde kütüphaneye gitmeyi tercih ediyorum. kütüphaneye gitmediğim zamanlarda ise mutfakta çalışmaya çalışıyorum..
sonunda kavuşmak varsa ya da özleminiz bir şekilde dinecekse idare edilebilir bir duygudur, hatta belki özlemekte olduğunuz şeyin kıymetini daha iyi anlamanızı sağlayacağı için iyi bile sayılabilir. ama eğer ki asla kavuşamayacağınız ya da asla geri gelmeyecek bir şeye veya bir kişiye özlem duyuyorsanız o zaman en acı verici duygulardan bir tanesidir.