Manalı bir sayıyla atandık diyelim sayın yazarlar. Buraya yazdığım ilk entrymde stajyer doktordum. Şimdi pratisyen doktorum. Yeni görevlerimize başlamamıza sayılı günler kala bir nebze de olsa herkese “ben de bitirdim, daha çok da bittim.” Demek istiyorum. :')
Karşınıza alıp konuşmak. Geçmişinizi, gelecek planlarınızı, travmatik anılarınızı, hayattan beklentilerinizi, nelere güldüğünüzü, neyin sizi çok üzdüğünü... mesajla, telefonla konuşarak değil ama... Tüm bu önemli şeylerin alelade bir ortamda gerçekten dinlendiğinize emin olmadığınız yerlerde konuşulmaması gerekiyor. İletişimin devam ettiğinden, karşıdaki kişinin sizin ankattıklarınıza verdiği tepkiden emin olmalısınız. Duygulara ve düşüncelere eminsizlik girdiğinde bozulan güven ortamı her türlü ikili ilişkiyi de bozuyor.
Gizemli kalmayı yaşam biçimi haline getirdiği için kendinden bahsetmeyen insanlar var. Bu tür insanlar gizem bittiğinde ilişkilerin de monotonluğa gittiğini düşündükleri için aslında sıradan olan hayatları hakkında tek kelime dahi anlatırken zorlanırlar. Halbuki biriyle tanışmanın ilk adımı onu tanımaktır. Sonraki adım ise tanımayı sevdiğimiz o kişiyle yeni anlar oluşturmaktır. Kendini zor sanan ve gizemli olmak isteği nedeniyle konuşmaktan aciz kalmış kimseleri ya da iki lafı bir araya getiremeyen kişileri ya da sizi dinlemekten sıkılan insanları kendinizden uzak tutun.
Bir de insanların kısıtlı imkanlarda veya zor durumlarda verdiği tepkilere şahitlik etmek için sadece durumsal olarak olaya şahitlik etmek zorunda olmadığınızı bilin. Arkadaşlarınıza, sevdiklerinize apolitik olmanın imkansıza yakın olduğu şeyleri sorun. Bir senaryo olabilir, ekonomi olabilir, tarih olabilir... Mesela ben tanıdığım ve ilk bakışta anlaştığım insanları yoklamak için şunu soruyorum:"İlerideki çocuğun yanına gelip eşcinsel yönelimi olduğunu seninle paylaşırsa ne yaparsın?"
Gizemli kalmayı yaşam biçimi haline getirdiği için kendinden bahsetmeyen insanlar var. Bu tür insanlar gizem bittiğinde ilişkilerin de monotonluğa gittiğini düşündükleri için aslında sıradan olan hayatları hakkında tek kelime dahi anlatırken zorlanırlar. Halbuki biriyle tanışmanın ilk adımı onu tanımaktır. Sonraki adım ise tanımayı sevdiğimiz o kişiyle yeni anlar oluşturmaktır. Kendini zor sanan ve gizemli olmak isteği nedeniyle konuşmaktan aciz kalmış kimseleri ya da iki lafı bir araya getiremeyen kişileri ya da sizi dinlemekten sıkılan insanları kendinizden uzak tutun.
Bir de insanların kısıtlı imkanlarda veya zor durumlarda verdiği tepkilere şahitlik etmek için sadece durumsal olarak olaya şahitlik etmek zorunda olmadığınızı bilin. Arkadaşlarınıza, sevdiklerinize apolitik olmanın imkansıza yakın olduğu şeyleri sorun. Bir senaryo olabilir, ekonomi olabilir, tarih olabilir... Mesela ben tanıdığım ve ilk bakışta anlaştığım insanları yoklamak için şunu soruyorum:"İlerideki çocuğun yanına gelip eşcinsel yönelimi olduğunu seninle paylaşırsa ne yaparsın?"
Benim için çok anlamlı bir alıntı, aslında milyonlarca insanın hayatını anlatıyor son cümleler. Kötü yaşarız diye hiç yaşamıyoruz, ne mutlu bunu erken fark edebilenlere...
"Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım..."
Oğuz Atay
"Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım..."
Oğuz Atay
Sayın @dr oetker' in entrysini görünce yazmak istedim. Bin küsür kişiye hizmet veren oldukça büyük bir otelde garsonluk yaptığım zaman benim gibi 25-30 arkadaşıma reva görülen yemek alanı ve yemekler aklıma geldi. Hizmet ettiğin dahası kendi ürettiğin ürüne yabancılaşman arada bir ah ulan Marx dedirtir bana. Malum ırkın açık büfeyi her allahın günü talan edip kendi ellerimle çöpe attığım binbir türlü çeşitten birisinin bile bize hak görülmemesi senden kâr ettiği 1 tabak yemeğin patronunun içini rahatlattığı saçma sapan insanlık ayıbına çanak tutan işletmeler yazık olsun..
babam üniversite anılarını anlatırken bi arkadaşından bahsederdi, parkasının kocaman cebi ve o cebinde devamlı okuduğu kitabı olan sakin bir genç. kim vurduya gitmiş, kim neyi bahane edip öldürmüş sevdiklerini üzmüş bilmiyorlar. zaten bunun gibi tonla acı hikayede de durum aynı ama nedense bazılarının canı asla yanmıyor. kim bilir belki hâlâ onun için göz yaşı döken birileri vardır, hatırına getiren birileri var.
"Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu, hayvani duygulann, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne biçeceksin?.."
yakup kadri karaosmanoğlu-Yaban
yakup kadri karaosmanoğlu-Yaban
Başlangıçta dahiliye ve pediatri almanın dezavantaj oluşturduğu fikrine şiddetle itiraz edeceğim. Stajlar hocaların bizden hıncını çıkardığı programlar değil. İlk başta kalanların fazla olmasının nedeni de büyük oranda irregülerler. Genelde bir grup öğrenci o stajları tekrar tekrar alıyor her seferinde ve bu da sene başlarına denk düşüyor. sıkı tutulmasının nedeni de doğal olarak gevşemenin önüne geçmek.
Dahiliye okulumuzda görece (Pediatriye nazaran) daha kolay geçilen bir staj. Pediatrinin kalma oranının fazla olmasının en önemli nedeni ise bir staj programı ve müfredat olarak diğer tüm dönemlerin ve stajların aksine ezberci bir metottan ziyade “yaklaşımcı”, “semptomatik” ve “semiyolojik” bir eğitim vermesi. Biz öğrenciler bu metoda yabancı olduğumuz için genellikle daha çok zorlanıyor ve kalıyoruz. Örneğin başta dahiliye olmak üzere tüm komiteler ve stajlar hep hastalık ya da bir patoloji, patofizyoloji, hastalık nedeni, tedavi yöntemleri anlatıp sorarken pediatri hep bir semptomu ana konusu ve başlığı haline getirip bunu hastalıkla neticelendiriyor.
Klasik bir öğrenci çok rahat bir hastalığın semptomlarını sayabilirken, pediatride bir semptomun hangi hastalıklarla ilişkilendirilmesi gerektiğini çalışıyor. Örneğin en basit görünen ama en önemli konularından biri olan ateş konusunu “ateşli çocuğa yaklaşım” olarak ele alıyor. Gis hastalıklarını sıralamak yerine “karın ağrısına yaklaşım” şeklinde ele alıyor. Yer yer böyle semiyolojik bir bakış açısı sunması hem daha pratik oluyor hem de pediatriye diğer staj ve komitelere çalıştığımız gibi çalışmayı güç koşarak daha karmaşık bir hale getiriyor.
Küçük stajlar ile başlamış ve gerçekten mümkün mertebe seneyi verim alarak geçirmeye çalışmış biri olarak anamnez almayı Mayıs ayında öğrenmek gerçekten çok talihsiz bir hadise olmuştu benim için. Çünkü bunu eksiksiz ve özenle anlatan yegane staj dahiliye. Muayene ve temel becerileri de yine aynı şekilde dahiliye (ve genel cerrahi) en iyi anlatıyor.
Derdiniz stajları geçmek olursa geçersiniz ama gerçekten öğrenmek, not okumaktan ziyade hastayı okumak olursa (tekrardan tersten başlamış ve küçükleri önce almış biri olarak söylüyorum) en iyi sıralama dahiliyeden başlayarak gitmektir. Bunu sırasıyla pediatri ve genel cerrahi takip ediyor.
Konu çok uzun olması bakımından benim dönem 4 ve 5 için çıkardığım ders şu ki, staj geçmek isterseniz şansınız bir kötü gider iki kötü gider ama en sonunda kayıpsız veya az kayıpla geçersiniz. Ama derdiniz ve birinci önceliğiniz hastaya yaklaşmak, hastayı okumak veya hastaya dokunmak değilse en iyi notlarla geçmiş olsanız bile verimsiz geçmişsiniz demektir.
Dahiliye okulumuzda görece (Pediatriye nazaran) daha kolay geçilen bir staj. Pediatrinin kalma oranının fazla olmasının en önemli nedeni ise bir staj programı ve müfredat olarak diğer tüm dönemlerin ve stajların aksine ezberci bir metottan ziyade “yaklaşımcı”, “semptomatik” ve “semiyolojik” bir eğitim vermesi. Biz öğrenciler bu metoda yabancı olduğumuz için genellikle daha çok zorlanıyor ve kalıyoruz. Örneğin başta dahiliye olmak üzere tüm komiteler ve stajlar hep hastalık ya da bir patoloji, patofizyoloji, hastalık nedeni, tedavi yöntemleri anlatıp sorarken pediatri hep bir semptomu ana konusu ve başlığı haline getirip bunu hastalıkla neticelendiriyor.
Klasik bir öğrenci çok rahat bir hastalığın semptomlarını sayabilirken, pediatride bir semptomun hangi hastalıklarla ilişkilendirilmesi gerektiğini çalışıyor. Örneğin en basit görünen ama en önemli konularından biri olan ateş konusunu “ateşli çocuğa yaklaşım” olarak ele alıyor. Gis hastalıklarını sıralamak yerine “karın ağrısına yaklaşım” şeklinde ele alıyor. Yer yer böyle semiyolojik bir bakış açısı sunması hem daha pratik oluyor hem de pediatriye diğer staj ve komitelere çalıştığımız gibi çalışmayı güç koşarak daha karmaşık bir hale getiriyor.
Küçük stajlar ile başlamış ve gerçekten mümkün mertebe seneyi verim alarak geçirmeye çalışmış biri olarak anamnez almayı Mayıs ayında öğrenmek gerçekten çok talihsiz bir hadise olmuştu benim için. Çünkü bunu eksiksiz ve özenle anlatan yegane staj dahiliye. Muayene ve temel becerileri de yine aynı şekilde dahiliye (ve genel cerrahi) en iyi anlatıyor.
Derdiniz stajları geçmek olursa geçersiniz ama gerçekten öğrenmek, not okumaktan ziyade hastayı okumak olursa (tekrardan tersten başlamış ve küçükleri önce almış biri olarak söylüyorum) en iyi sıralama dahiliyeden başlayarak gitmektir. Bunu sırasıyla pediatri ve genel cerrahi takip ediyor.
Konu çok uzun olması bakımından benim dönem 4 ve 5 için çıkardığım ders şu ki, staj geçmek isterseniz şansınız bir kötü gider iki kötü gider ama en sonunda kayıpsız veya az kayıpla geçersiniz. Ama derdiniz ve birinci önceliğiniz hastaya yaklaşmak, hastayı okumak veya hastaya dokunmak değilse en iyi notlarla geçmiş olsanız bile verimsiz geçmişsiniz demektir.
Sizin dönemde tutum nasıldı bilmem ama bu sene adaletsizliğin kitabı yazıldı
Doğrudur tabi her detayıyla her şeyi bilemeyiz ama büyüklerden başlamak genel olarak avantajdır
Gerçek olanını yaşayana dek hep “gerçeğini” yaşadığımızı sandığımız olay.
Tabii o gerçekliği herhangi bir kesinlikle ifade edemeyeceğimiz için aşık olduk mu olmadık mı asla bilemeyeceğiz. Hiçbir zaman gerçek aşkı tattık mı yoksa hepsi bir yanılsama mıydı bilemeyeceğiz. Hatta ve hatta aşk var mı yok mu onu da bilemeyeceğiz. Sadece en yoğun duygumuzun karşısına geçip bu aşktı diyebileceğiz.
Hayatın az can acıtan gerçeklerinden.
Tabii o gerçekliği herhangi bir kesinlikle ifade edemeyeceğimiz için aşık olduk mu olmadık mı asla bilemeyeceğiz. Hiçbir zaman gerçek aşkı tattık mı yoksa hepsi bir yanılsama mıydı bilemeyeceğiz. Hatta ve hatta aşk var mı yok mu onu da bilemeyeceğiz. Sadece en yoğun duygumuzun karşısına geçip bu aşktı diyebileceğiz.
Hayatın az can acıtan gerçeklerinden.
Kendi deneyim ve görüşlerimden yola çıkarak dönem 4 için bir entry gireyim. Herkesin bu süreçte yaşadıkları ve konu hakkındaki görüşleri farklı olabilir. Biraz sizi aydınlatabilirsem ne mutlu bana.
Öncelikle stajyer olan arkadaşları tebrik ederim. Pandemi döneminden çıkıp buraya kadar gelebildiyseniz bile iyi bir başarı. Buraya kadar geldiyseniz bundan sonrasını da halledersiniz diye düşünüyorum.
1) Başlamadan önce genel bilgiler:
Dönem 4'te ilk başta alacağınız akılcı ilaç kullanımı stajı da dahil olmak üzere 8 staj var. Akılcı ilaç kullanımını ilk hafta herkes alıyor ve bitiriyor. Bu stajdan sonra artık gruplara bölünerek kendi stajlarınızda derslere başlıyorsunuz. Döneminiz A ve b grubu olmak üzere önce ikiye, daha sonra a grubu 2 grup ve b grubu da 3 grup olacak sekilde bölünmeye uğruyor. Liste sırasına göre stajlar şu şekilde başlıyor ve alta doğru kayarak ilerliyor (eğer son iki senede sistem değişikliği olmadıysa):
A1-dahiliye(9 hafta)
A2-pediatri(9h)
B1-kadın doğum(6h)
B2-genel cerrahi(6h)
B3-radyoloji/göğüs/kardiyoloji(6h)
Stajlara bu şekilde başlıyor ve hepsini göre göre sene sonuna kadar gidiyorsunuz. Bu stajlar da kendi içinde teorik ve pratik dersleri ihtiva ediyorlar. Staja göre değişmekle birlikte, genellikle teoriklere %70, pratiklere %80 katılım bekleniyor.
2a) teorik dersler: dönem 1-2-3 ile aynı. İlgili amfiye gidip ders görüyorsunuz.
2b) pratik dersler: işte stajın esas kısmı burası diyebilirim. Dersi anlatacak ilgili öğretim üyesini belirlenen saatte bularak ders yapıyorsunuz. Bu dersler genellikle 5-10 kişilik gruplarla oluyor. Derste muayene yapma, anamnez alma, soru-cevap, hocanın direkt ders anlatması, poliklinikte gözlem gibi geniş bir yelpazede ders yapabiliyorsunuz. Ne olacağı tamamen hocaya ve bölümdeki işleyişe kalmış. Bu pratiklere biraz konuya bakıp gitmek hem öğrenme açısından hem de soru cevaplama açısından iyi oluyor. Buralarda yazar arkadaşlarımın dediği gibi soru sormaktan çekinmeyin, merak ettiklerinizi sorun, derse interaktif katılın hocalar da zaten bunu bekeyecektir. Eğer hocalar sert konuşur derseniz de öyle şeyler olabilir tabii ama hemen demoralize olmamak lazım, sonuçta biz öğrenmek için geliyoruz ve öğrenme sürecimiz devam ediyor.
3) sözlü sınav:
Sınav sistemi artık preklinikten biraz farklılaştı. Çalışma şekliniz çok değişmiyor aslında, çünkü size anlatılanları yine okuyarak ve dinleyerek öğreniyorsunuz ama öğrenme mentaliteniz biraz değişecektir. Artık sadece test sınavı çözmeniz değil bildiğiniz şeyleri anlatabiliyor olmanız da gerekecek. Sözlü sınavda da, bu tamamen kendi görüşüm, olay biraz jüriyi konuları bildiğinize ikna etmekte bitiyor. Şimdi, sözlü sınavda sizden vakaya yaklaşmanız istenebilir, bir konuyu anlatmanız istenebilir, bir tablo/endikasyon/liste saymanız istenebilir, direkt spot bilgi sorulabilir. Bu spektrum da geniş. Bilgileri kategorize ederek çalışmak bana göre daha iyi oluyor. Soru yöneltildiğinde bir durup "şimdi bana nereyi soruyorlar?" Diye düşünürdüm (eğer bunu yapabilecek kadar konulara hakimsem) ondan sonra o kısmı belirli bir sistematik içinde anlatmaya çalışırdım. Bazen sorular açık olmayabilir. Konu başlıklarını aklınıza getirirseniz işin içinden çıkmanız kolaylaşabilir. Örneğin: karaciğer hakkında hasta üzerinden konuştunuz. Sonra size "bu hastada bilinç bulanıklığı gelişti. Başka ne gibi şeyler görülebilir?" Şeklinde soru yöneltildi. Konuşulan hasta kc hastası> verildiyse konuştuğunuz şey muhtemelen sirozdu (öyle varsayalım)> size anlatılan şey hepatik ensefalopati denen durum olabilir (burada teorik bilgi gerekiyor) Yani size burada hepatik ensefalopatinin klinik bulguları sorulmuş. Burada da bu durum hakkında bildiklerinizi anlatabilirsiniz. Daha da ilerletirsek mesela buradan da size siroz komplikasyonları gibi follow up questionlar gelebilir. Sözlü genel olarak bu şekilde ilerleyebilir. Yaklaşım soruları için de hastalıkları tanım- etyoloji- patofizyoloji(opsiyonel)- klinik- tanı- tedavi şeklinde çalışabilirsiniz. Son olarak da konuları hiç olmazsa konunun alt başlıklarını hatırlayacak şekilde çalışırsanız bence faydası olur diye düşünmekteyim. Sene içinde kendi çalışma şeklinizi bulacak ve muhtemelen benim anlattığımdan daha iyi bir konuma geleceksiniz.
4) pratikler:
Sizden daha çok anamnez alma ve muayene yapma becerilerini kazanmanız istenir. Bunun için çoğu bölüm size tekli veya ikili, üçlü sayıda gruplarla hasta hazırlatır. Grubun diğer üyeleri ile önceden konuşup bir plan çizmek bu yönden iyi olur diye düşünüyorum bu iş için. Muayeneler ve anamnez işinin nasıl yapılması gerektiği zaten size anlatılacaktır. Benim sadece önerim bunu da belli bir sistematik içinde yaparsanız bence daha güzel olur. Muayene ve anamnez için mavi kapaklı bir kitap pdfsi var onu muhtemelen gruplara atarlar, eğer hiç bulamazsanız ben size bir şekilde atabilirim. Bu kitap bence gayet açık ve faydalı, onu okuyabilirsiniz.
5) puanlama/bütünleme: puanlar sınavlardan yaklaşık birkaç gün sonra harf notu olarak açıklanıyor. Sınav sistemi çok fazla dış faktöre bağlı olduğu için, benim kendi düşüncem, harf notları bu stajların size kattıklarını bence tam olarak yansıtmıyor. Bu yüzden çok kıyaslama içine girmenizi kendi adıma önermem. Olur da işler istediğiniz gibi gitmez de bütünlemeye kalırsanız da hemen demoralize olmuyoruz. Elimizden geleni yapıp bir yaz günü bu işi halletmeye çalışıyoruz.
6) tus: tusa herkes 5'te başlıyor zaten genelde. Dönem 4 için çok yapılacak bir şey yok. Eğer tus kitabı okumak suretiyle staja çalışıyorsanız belki küçük bir etkisi olabilir. Bu sene isterseniz tıpdil, yökdil onları halledebilirsiniz.
Benim yaşadıklarımdan anlatacaklarım bu şekilde. Bence ayriyeten girişken olun. Bir yerde bir şey yapılıyorsa görmeye çalışın. Zaten burası üniversite hastanesi olduğu için, en azından çoğunlukla size gelme demezler. Kendinizi tanıtıp düzgün ifade ettiğiniz sürece gözlem yapma imkanı oluyor.
Umarım hem dersleriniz hem sosyal hayatınız iyi geçer:) staja başlayacaklara başarılar dilerim. Yine aklınıza takılan bir şey olursa bence sözlüğe sorabilirsiniz.
Edit: tus
Öncelikle stajyer olan arkadaşları tebrik ederim. Pandemi döneminden çıkıp buraya kadar gelebildiyseniz bile iyi bir başarı. Buraya kadar geldiyseniz bundan sonrasını da halledersiniz diye düşünüyorum.
1) Başlamadan önce genel bilgiler:
Dönem 4'te ilk başta alacağınız akılcı ilaç kullanımı stajı da dahil olmak üzere 8 staj var. Akılcı ilaç kullanımını ilk hafta herkes alıyor ve bitiriyor. Bu stajdan sonra artık gruplara bölünerek kendi stajlarınızda derslere başlıyorsunuz. Döneminiz A ve b grubu olmak üzere önce ikiye, daha sonra a grubu 2 grup ve b grubu da 3 grup olacak sekilde bölünmeye uğruyor. Liste sırasına göre stajlar şu şekilde başlıyor ve alta doğru kayarak ilerliyor (eğer son iki senede sistem değişikliği olmadıysa):
A1-dahiliye(9 hafta)
A2-pediatri(9h)
B1-kadın doğum(6h)
B2-genel cerrahi(6h)
B3-radyoloji/göğüs/kardiyoloji(6h)
Stajlara bu şekilde başlıyor ve hepsini göre göre sene sonuna kadar gidiyorsunuz. Bu stajlar da kendi içinde teorik ve pratik dersleri ihtiva ediyorlar. Staja göre değişmekle birlikte, genellikle teoriklere %70, pratiklere %80 katılım bekleniyor.
2a) teorik dersler: dönem 1-2-3 ile aynı. İlgili amfiye gidip ders görüyorsunuz.
2b) pratik dersler: işte stajın esas kısmı burası diyebilirim. Dersi anlatacak ilgili öğretim üyesini belirlenen saatte bularak ders yapıyorsunuz. Bu dersler genellikle 5-10 kişilik gruplarla oluyor. Derste muayene yapma, anamnez alma, soru-cevap, hocanın direkt ders anlatması, poliklinikte gözlem gibi geniş bir yelpazede ders yapabiliyorsunuz. Ne olacağı tamamen hocaya ve bölümdeki işleyişe kalmış. Bu pratiklere biraz konuya bakıp gitmek hem öğrenme açısından hem de soru cevaplama açısından iyi oluyor. Buralarda yazar arkadaşlarımın dediği gibi soru sormaktan çekinmeyin, merak ettiklerinizi sorun, derse interaktif katılın hocalar da zaten bunu bekeyecektir. Eğer hocalar sert konuşur derseniz de öyle şeyler olabilir tabii ama hemen demoralize olmamak lazım, sonuçta biz öğrenmek için geliyoruz ve öğrenme sürecimiz devam ediyor.
3) sözlü sınav:
Sınav sistemi artık preklinikten biraz farklılaştı. Çalışma şekliniz çok değişmiyor aslında, çünkü size anlatılanları yine okuyarak ve dinleyerek öğreniyorsunuz ama öğrenme mentaliteniz biraz değişecektir. Artık sadece test sınavı çözmeniz değil bildiğiniz şeyleri anlatabiliyor olmanız da gerekecek. Sözlü sınavda da, bu tamamen kendi görüşüm, olay biraz jüriyi konuları bildiğinize ikna etmekte bitiyor. Şimdi, sözlü sınavda sizden vakaya yaklaşmanız istenebilir, bir konuyu anlatmanız istenebilir, bir tablo/endikasyon/liste saymanız istenebilir, direkt spot bilgi sorulabilir. Bu spektrum da geniş. Bilgileri kategorize ederek çalışmak bana göre daha iyi oluyor. Soru yöneltildiğinde bir durup "şimdi bana nereyi soruyorlar?" Diye düşünürdüm (eğer bunu yapabilecek kadar konulara hakimsem) ondan sonra o kısmı belirli bir sistematik içinde anlatmaya çalışırdım. Bazen sorular açık olmayabilir. Konu başlıklarını aklınıza getirirseniz işin içinden çıkmanız kolaylaşabilir. Örneğin: karaciğer hakkında hasta üzerinden konuştunuz. Sonra size "bu hastada bilinç bulanıklığı gelişti. Başka ne gibi şeyler görülebilir?" Şeklinde soru yöneltildi. Konuşulan hasta kc hastası> verildiyse konuştuğunuz şey muhtemelen sirozdu (öyle varsayalım)> size anlatılan şey hepatik ensefalopati denen durum olabilir (burada teorik bilgi gerekiyor) Yani size burada hepatik ensefalopatinin klinik bulguları sorulmuş. Burada da bu durum hakkında bildiklerinizi anlatabilirsiniz. Daha da ilerletirsek mesela buradan da size siroz komplikasyonları gibi follow up questionlar gelebilir. Sözlü genel olarak bu şekilde ilerleyebilir. Yaklaşım soruları için de hastalıkları tanım- etyoloji- patofizyoloji(opsiyonel)- klinik- tanı- tedavi şeklinde çalışabilirsiniz. Son olarak da konuları hiç olmazsa konunun alt başlıklarını hatırlayacak şekilde çalışırsanız bence faydası olur diye düşünmekteyim. Sene içinde kendi çalışma şeklinizi bulacak ve muhtemelen benim anlattığımdan daha iyi bir konuma geleceksiniz.
4) pratikler:
Sizden daha çok anamnez alma ve muayene yapma becerilerini kazanmanız istenir. Bunun için çoğu bölüm size tekli veya ikili, üçlü sayıda gruplarla hasta hazırlatır. Grubun diğer üyeleri ile önceden konuşup bir plan çizmek bu yönden iyi olur diye düşünüyorum bu iş için. Muayeneler ve anamnez işinin nasıl yapılması gerektiği zaten size anlatılacaktır. Benim sadece önerim bunu da belli bir sistematik içinde yaparsanız bence daha güzel olur. Muayene ve anamnez için mavi kapaklı bir kitap pdfsi var onu muhtemelen gruplara atarlar, eğer hiç bulamazsanız ben size bir şekilde atabilirim. Bu kitap bence gayet açık ve faydalı, onu okuyabilirsiniz.
5) puanlama/bütünleme: puanlar sınavlardan yaklaşık birkaç gün sonra harf notu olarak açıklanıyor. Sınav sistemi çok fazla dış faktöre bağlı olduğu için, benim kendi düşüncem, harf notları bu stajların size kattıklarını bence tam olarak yansıtmıyor. Bu yüzden çok kıyaslama içine girmenizi kendi adıma önermem. Olur da işler istediğiniz gibi gitmez de bütünlemeye kalırsanız da hemen demoralize olmuyoruz. Elimizden geleni yapıp bir yaz günü bu işi halletmeye çalışıyoruz.
6) tus: tusa herkes 5'te başlıyor zaten genelde. Dönem 4 için çok yapılacak bir şey yok. Eğer tus kitabı okumak suretiyle staja çalışıyorsanız belki küçük bir etkisi olabilir. Bu sene isterseniz tıpdil, yökdil onları halledebilirsiniz.
Benim yaşadıklarımdan anlatacaklarım bu şekilde. Bence ayriyeten girişken olun. Bir yerde bir şey yapılıyorsa görmeye çalışın. Zaten burası üniversite hastanesi olduğu için, en azından çoğunlukla size gelme demezler. Kendinizi tanıtıp düzgün ifade ettiğiniz sürece gözlem yapma imkanı oluyor.
Umarım hem dersleriniz hem sosyal hayatınız iyi geçer:) staja başlayacaklara başarılar dilerim. Yine aklınıza takılan bir şey olursa bence sözlüğe sorabilirsiniz.
Edit: tus
Elinize sağlık sayın syy, çok faydalı bir entry olmuş, çok teşekkür ederiz 💐
Ne demek rica ederim iyi dönemler dilerim
Teşekkür ederiim
Dönem 4'ü yeni bitiren biri olarak, ne kadar güzel anlatmışsınız, müthiş. Çok yardımcı olur bu yazı gelecek arkadaşlara.
Teşekkür ederim umarım faydası olur dediğiniz gibi
Scrubs ile otobüse binmistim okuldan dönerker. Ayaktaydım. Önümde oturan kişi kalktı ve ben de oturmayınca yanımda ayakta duran adam oturmam için eliyle işaret etti. Ben de "yok siz buyrun" dedim. Adam "yok siz oturun zaten çok yorulmuş olmalısınız" dedi, ben de teşekkür edip oturdum:')
Bu aslında çok küçük bir olay ama hep kötü şeyler duyunca küçük de olsa iyi bir şeyi yazmak istedim.
Bu aslında çok küçük bir olay ama hep kötü şeyler duyunca küçük de olsa iyi bir şeyi yazmak istedim.
Benim bir hocam vardı kimya öğretmenimizdi kursta. Çok naif,kibar kadındı. İyi insanlara,bizi kırmayıp susuyorlar diye yüklenilir ya işte öğrenciler de ona öyle yapardı. Ama o,tüm şımarıklıklarına rağmen yine de kimseye tek kelime etmez kimseyi incitmezdi. Biz iyi anlaşırdık onunla,Farklı bir bağımız vardı birbirimizi sever beraber gülerdik. Çiçekleri çok severdi. Sürekli çiçeklerine isim koyar fotoğraflarını atardı. hatta bir keresinde bana bir çiçek ekip getirmişti en sevdiğinden. Ben okulu kazandım ankaraya geldim ama hiç bağımız kopmadı. Çünkü dedim ya Farklı bir bağımız vardı. Uzun aralarla da olsa konuşurduk. Yazın memlekete gittiğimde beraber buluşup vakit geçirip konuşurduk. Hocam kansere yakalandı sonraları. Saçlarını kestirmişti son gördüğümde ama o haliyle bile çok güzeldi bakakalmıştım güzelliğine. Dedim ya bana hep yazardı halimi hatrımı sorar benden dua isterdi. Hep de ederdim ona dua. Son zamanlarda Ankarada tedavi görüyordu haberim vardı bir kere giderim yanına mutlu olur diye düşünmüştüm,gidemedim bir türlü. Hayata kendimi çok kaptırmıştım çünkü. En korktuğum şeyi yapmış kendim için yaşamaya başlamışım çünkü. Evet herkese ulaşamam biliyorum ama iki aydır yokluğunu bile fark edememişim hocamın. Bir kere yazmamışım bile ona. Ben bugün o narin güzel hocamın vefat haberini aldım bir başka öğrencisinden. Hocam iki ay önce vefat etmiş. İki ay. Ben bunu yeni öğrendim. Ben hayata kendimi kaptırmaktan korkardım. Ben bugün o sürüklendiğim hayat rüzgarından başımı kaldırmadığımı fark ettim. Kendime kırgınım çokça kızgınım. Üstelik bir felaketi derinlerden yaşamışken kendime yeni söz vermişken… sığmıyor işte cümlelerim içime. Buraya döksem de bitmeyecek o cümlelerim. Zihnimde yankılanacak,izleri geçmeyecek. Onu her duamda andıkça da tekrar edecek.
Bu yıl mezun olan her arkadaşımdan veda konuşması bekliyorummm. Ben yazdım gitti.
Öğrencilik hayatımı noktalandırdığıma göre işe en başından başlayabilirim.
Hayatıma önce imkansızlıkları nedensizce yerleştirmiş olan ben, ilkin okuma yazmayı öğrenemeyeceğime emin bir şekilde ilkokula adımımı attım. Arkadaşlarım annelerinden ayrıldığı için ağlarken ben acaba öğrenebilecek miyim bu çizgileri diye hüzünle baktım. İşler beklediğim gibi gitmedi.
Şaşırmıştım.
Sonra matematikle karşılaştım diyemeyeceğim çünkü matematikle, soyutluklarla aram hep iyiydi. Bu sefer de Türkçede zayıf kalacağım korkusuyla devam ettim. Sonra fen lisesini kazanamam dedim. YGS'de 13.478 sıralamamla tıp fakültesi ya olmazsa dedim. Anatominin ilk dersinde yok ben hayatta bunları aklımda tutamam dedim. Şu farmakoloji nedir yahu dedim… Sözlülerden ben nasıl geçeceğim dedim.
İşte gelin görün ki bugün hepiniz benim Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oluşuma birer şahitsiniz. Ben mutluyum elbette ama daha çok da hüzünlüyüm. Sebebini bilmediğimi sandığım hüzün vedanın gelişindenmiş şimdi fark ediyorum. Hayat vedalarla güzel. Bu zamanki serüvenimde yanımda olan herkes kıymetliydi. Çoğu geçti, gitti.
Yanımdan asla geçip gitmeyen, kendilerini kendim seçmediğim ama seçsem yine de onları seçeceğim bir ailem vardı. Her derdimde yanımda, her ağrımda gözlerimin içine bakan, derman bulan ya da olan…
Her türlü sıfatların, ünvanların ötesinde ben en çok bu ailenin küçük, pembe yanaklı kızı olduğum için gurur duyuyorum. Size layık olmak için karşıma çıkan tüm olumsuzlukları, önce de aklımdaki tüm kötü düşünceleri atacağım.
Bizi bizden çok seven anneme; her gün atıştığım ama en çok benzediğim kişi olan babama; ses tonumuzdan, gülüşümüze kadar herkesin ayırt etmekte zorlandığı, güzeller güzeli ablama; yorgun argın da olsa scrubslarıyla beni yalnız bırakmayan canım abime teşekkürlerimi sunuyorum.
Yanımda olamayan ama her zorluğumu göğüsleten, uzakları yakın eden ablama, abime ve boncuğuma da kalbimde en güzel yerde olduğunuzu bildiğimi hatırlatmak isterim.
Sizi çok seviyorum iyi ki varsınız, hep olun.
Mezuniyet bahaneydi, ben sevdiklerime sevdiğimi söylemek istedim. 💘
Öğrencilik hayatımı noktalandırdığıma göre işe en başından başlayabilirim.
Hayatıma önce imkansızlıkları nedensizce yerleştirmiş olan ben, ilkin okuma yazmayı öğrenemeyeceğime emin bir şekilde ilkokula adımımı attım. Arkadaşlarım annelerinden ayrıldığı için ağlarken ben acaba öğrenebilecek miyim bu çizgileri diye hüzünle baktım. İşler beklediğim gibi gitmedi.
Şaşırmıştım.
Sonra matematikle karşılaştım diyemeyeceğim çünkü matematikle, soyutluklarla aram hep iyiydi. Bu sefer de Türkçede zayıf kalacağım korkusuyla devam ettim. Sonra fen lisesini kazanamam dedim. YGS'de 13.478 sıralamamla tıp fakültesi ya olmazsa dedim. Anatominin ilk dersinde yok ben hayatta bunları aklımda tutamam dedim. Şu farmakoloji nedir yahu dedim… Sözlülerden ben nasıl geçeceğim dedim.
İşte gelin görün ki bugün hepiniz benim Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oluşuma birer şahitsiniz. Ben mutluyum elbette ama daha çok da hüzünlüyüm. Sebebini bilmediğimi sandığım hüzün vedanın gelişindenmiş şimdi fark ediyorum. Hayat vedalarla güzel. Bu zamanki serüvenimde yanımda olan herkes kıymetliydi. Çoğu geçti, gitti.
Yanımdan asla geçip gitmeyen, kendilerini kendim seçmediğim ama seçsem yine de onları seçeceğim bir ailem vardı. Her derdimde yanımda, her ağrımda gözlerimin içine bakan, derman bulan ya da olan…
Her türlü sıfatların, ünvanların ötesinde ben en çok bu ailenin küçük, pembe yanaklı kızı olduğum için gurur duyuyorum. Size layık olmak için karşıma çıkan tüm olumsuzlukları, önce de aklımdaki tüm kötü düşünceleri atacağım.
Bizi bizden çok seven anneme; her gün atıştığım ama en çok benzediğim kişi olan babama; ses tonumuzdan, gülüşümüze kadar herkesin ayırt etmekte zorlandığı, güzeller güzeli ablama; yorgun argın da olsa scrubslarıyla beni yalnız bırakmayan canım abime teşekkürlerimi sunuyorum.
Yanımda olamayan ama her zorluğumu göğüsleten, uzakları yakın eden ablama, abime ve boncuğuma da kalbimde en güzel yerde olduğunuzu bildiğimi hatırlatmak isterim.
Sizi çok seviyorum iyi ki varsınız, hep olun.
Mezuniyet bahaneydi, ben sevdiklerime sevdiğimi söylemek istedim. 💘
Mahvetti beni bu animasyon. Salya sümük ağlıyorum belki sizlere sıradan bir film olarak gelecek ama hayatı ıskaladığını düşünen biri olarak beni mahvetti. Sürekli bir hedef peşinde olmak, sürekli bir yere varmaya çalışmak gerçekten ama gerçekten anlamsız ve zavallı işi.. okulu bitirmek, doktor olmak, zengin olmak, güzel görünmek, şurada yemek yemek şurada da yemek, intikam aramak, soğuk yapmak.. bomboşum vallahi inanarak söylüyorum bomboşum. Sürekli hayatı yaşayamadığını söylemek ama bir ley yapmamak ne biliyim. İnşallah vaktinin kıymetini bilen para, mal mülk, "amaç", "hedef" gibi kalbe yük vitrinlerde fazla takılı kalmadan yaşayabilen akranlarım; umarım iyi bir hayat yaşıyorsunuzdur.
Bir balıkla ilgili bu hikayeyi duydum, daha yaşlı bir balığa doğru yüzüyor ve hayal kırıklığıyla harmanlanmış bir öfkeyle soruyor "Okyanus dedikleri bu şeyi bulmaya çalışıyorum" diyor. "okyanus?" yaşlı balık, "şu anda içinde olduğun şey bu" der.
"Bu!" der genç balık, "Bu su. Benim istediğim okyanus!"
Bir balıkla ilgili bu hikayeyi duydum, daha yaşlı bir balığa doğru yüzüyor ve hayal kırıklığıyla harmanlanmış bir öfkeyle soruyor "Okyanus dedikleri bu şeyi bulmaya çalışıyorum" diyor. "okyanus?" yaşlı balık, "şu anda içinde olduğun şey bu" der.
"Bu!" der genç balık, "Bu su. Benim istediğim okyanus!"
İnsanlarla yolumu ayırırken kalp kırmamak için elimden geleni yapmaya uğraşıyorum çünkü kırdığım kalplerin her biri bana yük oluyor.
Bir anlık öfke sonucu kırmak maksadıyla şahsına yönelik sarf edeceğim bazı sözler belki o anda içimi soğutacak ama uzun vadede kalp kırdığım aklıma gelip duracak..
İtiraf bunun neresinde? İşte ben de birkaç defa kibrime yenik düştüm ve kırdığım kapler bana içsel birer yük oldu.
Bir anlık öfke sonucu kırmak maksadıyla şahsına yönelik sarf edeceğim bazı sözler belki o anda içimi soğutacak ama uzun vadede kalp kırdığım aklıma gelip duracak..
İtiraf bunun neresinde? İşte ben de birkaç defa kibrime yenik düştüm ve kırdığım kapler bana içsel birer yük oldu.
haykırsak duyarlar mı sesimizi hangi sevdadan galip çıktık ki
ekleme: neyse biz yarın galip gelelim de sevdalar biraz daha bekleyebilir
ekleme2: hayat bitti
ibfk maçı sonrası ekleme: söylenmedi hiç…
ekleme: neyse biz yarın galip gelelim de sevdalar biraz daha bekleyebilir
ekleme2: hayat bitti
ibfk maçı sonrası ekleme: söylenmedi hiç…
Bugün sevgiye olan inancımı yitirdiğim gündür. Bugün 20 Nisan Perşembe 2023. Ben lavinia bir kere daha hayatın acımasız, insanların ise nankör olduğunu talihsiz bir şekilde yaşamış oldum. Bugün mutlu olmak için çok çabaladım. Bugünümü mutlu kılmak için bugünümün palyaçosuydum. Bugün gözlerim daha önce hic görmediğim kadar kızardı. Bugün iki kere bayılıyordum. Bugün mutlu olmak ve mutlu etmek için çabaladım. Su an göz yaşlarım ve bitkin vücudumla çareyi yazmakta buldum. Teşekkürler hayat, teşekkürler insanlar, teşekkürler tüm sevdiklerim, teşekkürler tanrı. Mutlu olmak, anlaşılmak, yardım görmek bu kadar zor, bu kadar pahalı olmamalı. Yalnızlığım her defasında gün yüzüne çıkıyor. Yalnızım, yalnızım ve lanet olsun ki yalnızım. Anlaşılmak, değer görmek, sevilmek istiyorum. Sefkat görmek istiyorum aslında. Sadece sefkat. Bu kadar zor olmamalı. Bu kadar zor olmamali. Bu kadar zor olmamalı...
:")) +∞
Yalnız olmadığıma sevindim :')
Şu ana kadar en çoğunu yaşadığım yaş bu yaşımdı. Son birkaç gündür durmadan yaşanan gelişmelerle de skorunu arttırıyor. Doğum günüme kadar daha fazlasını yaşamamak için insanlarla konuşmayı bir süre bırakıp ailemin yanına mı dönsem diye düşünmüyor değilim.
mutlu olmak isterdim
Hayatımla ilgili bazı şeyleri kabullenmek çok ağır geliyor. Kimseye itiraf edemiyorum. Ağlıyorum, sızlanıyorum. Kardeşlerim de benzer şeylerle meşgul diye onları pas geçiyorum fakat arkadaşlarım da beni asla ankayamayacaklar... üzüntüden ağlayacak halim kalmıyor bazen. Kalbim çarpıyor söyleyemediğim, reddedemediğim ama tam da içinde yaşadığım şeylerden ötürü. Acı çekiyorum. Olur olmadım yerlerde olur olmadık şeylerle tetikleniyorum. Sonra hep alıştığım bu acıyla bir kere daha baş ediyorum. Ertesi güne uyanacağımı bilerek...
ünlü futbolcu hakan ünal
jet sosyete ajda hanım
iş insanı ali bey
hepsi burda, merit royalde vip üyeler. peki ya siz nerd- (tam bu noktada reklamı geç butonu çıkıyor)
jet sosyete ajda hanım
iş insanı ali bey
hepsi burda, merit royalde vip üyeler. peki ya siz nerd- (tam bu noktada reklamı geç butonu çıkıyor)
Den akan sıvının tadı tuzlu değil acı oluyormuş. Ve bundan akanlar gideni geri getirseydi bugün geri gelirdi canımız. Ne fayda. Gözyaşının yürekte bıraktığı acıyla kalıyoruz arkasında. Sabır…
Eli kanlı olan müteahhattin de elini vicdanına koyup hatalıyım diyemeyen siyasetçisinin de istifa etmeyi düşünmeyen tüm bürokratların da sorunları göstermekten çekinip üstünü örten tüm medyanın da.. hepinize yazıklar olsun
Gölcük, düzce, van, elazığ, izmir, maraş.. bu halk çok şükür ki her seferinde yardımlarıyla tüm felaketlerin üstünden geldi. Bu felaketlere ülkesini hazırlayamayan halkına rehber olamayan yöneticiler utansın
Şeyma'nın vasiyeti var.
Gölcük, düzce, van, elazığ, izmir, maraş.. bu halk çok şükür ki her seferinde yardımlarıyla tüm felaketlerin üstünden geldi. Bu felaketlere ülkesini hazırlayamayan halkına rehber olamayan yöneticiler utansın
Şeyma'nın vasiyeti var.
bu, grinin sigortasız çalışan olma hikayesi
benim babam biraz katı bir adamdır. bu sene mayısta, sınıfta kalacağım kesinleşince, adama hem FF hem 5000 lira kredi kartı borcu götürmemek için aksiyon aldım. gerçi bu da hoşuna gitmedi, günde 10 saat ders çalışarak finalden 112 almamın mümkün olacağına kendini bir şekilde inandırdı ve beni isyancı ilan etti. yine de burnumun dikine gittim ve kadın anamın onayını almayı başardım (bkz sokratesin savunması) ("anne bak 3. köprüyü satıyolar, hisse alalım 2050'ye zengin oluruz")
her yere başvuru verdim, sokak sokak esnaf gezdim. biraz abartmışım gerçi, hâlâ arayıp "merbalar gri hanım, nasılsınız, haftada 70 saat çalışıp 100 lira kazanmaya ne dersiniz" dedikleri oluyor. tövbeler eşliğinde bir bardak soğuk su içiyorum. çünkü ben mayısta öyle bir b** yedim ki bırakın yoğurdu üfleyerek yemeyi, yoğurdun üstüne yangın tüpü sıkıyorum.
en son bir ev yemekleri dükkanı buldum. girdim tanıştım falan, patron kadın baya sevecendi, muhabbeti hoştu. benim de kanım kaynadı. annemin de içine sinecek bir yerdi hem, alkol yok meze yok dansöz yok. anlaştım, yemekleri patron yapacak, ben bulaşık yıkacağım, bir de sabah dükkanı açacağım. ne kadar basit ve masum dimi
meğer ben suç yuvasına girmişim ***, kerhaneye girsem daha iyiymiş. ertesi gün bi geldi yanında afgan kaçak. çocuğu camide bulmuş, adını zeki koymuş, her işini yaptırıyor, para mara da vermiyor. bildiğiniz köle, bi kırbaçlamadığı kalıyor çocuğu.
her akşam it gibi içiyor dükkanda; sabah viski, rakı şişesi topluyorum. sonra takım elbiseli adamlar geliyor, yurtdışına adam kaçırıyorlar, rüşvet al ver yapıyor. el altından gırla içki satıyor, geceleri pavyona gidiyor. 1'e 1000 kâr koyup araba ev satıyor.
mesela bir evi vardı türk öğrencilerin kaldığı, kirayı arttırdı. "abla ödeyemeyiz" dediler. "******** gidin" dedi, onların yerine 10 tane suriyeli aldı. abi neler neler, her şeyi anlatsam tüm sözlük tutuklanırız. polise ihbar edilecek gibi değil, zaten etsem de faydasız 3 tane polisle aynı anda sevgili. yetmiyormuş gibi kendi kızı kokainman, dükkana her gün pilav yemeye gelen bir sapık var ve yan dükkandaki adam yobaz. her sabah arabesk şarkıları eşliğinde kepenk açıyorum, kolları sıyırıp masa taşıyorum, çay may koyarken "gri kardaş günaydın" diye kafasını kapıdan uzatıyor, sabah sabah siyasetten giriyor bitcoinden çıkıyor velhasıl iyi kafa şişiriyor*
neyse benim iş tanımım giderek genişledi, bulaşık yıka diye aldıkları yerde fellah köftesi, arnavut ciğeri, her türlü bakliyat pişiriyor paketliyorum. olmaz ben bilmiyorum diyorum dinlemiyorlar googledan tarifine bak yap diyorlar, trendyolda getirde başımıza taş gibi yorumlar yağıyor. ben de 2002'de askere gitmiş gibi şafak sayıyorum. şafağa en son 7 gün kalmıştı.
bir öğleden sonra... işten çıkacaktım ama patron yoktu, aradım. dedi ki gri ben çok uzaklardayım dükkan senin olsun :D. kaçmış gitmiş kadın, bi daha da dönmicem dedi (ıtır ruslar peşimizde ilişkimiz açığa çıkmış) ben de kepengi indirdim, afgan kölemizi yan dükkana emanet ettim gittim. 15 sayfalık sigortasız çalışan hikayemin sadeleştirilmiş versiyonu bu, şimdi size dükkanın bazı trendyol yorumlarını göstermek istiyorum dfhksjdfhkjds
evet, çünkü elle bölünmüştü. zekiye bi türlü bıçak kullanmayı öğretemedim
makarna 3 gün öncesine aitti, göndermeyelim dedim, şifa şifa dediler yanında baklavayla gönderdiler
benim babam biraz katı bir adamdır. bu sene mayısta, sınıfta kalacağım kesinleşince, adama hem FF hem 5000 lira kredi kartı borcu götürmemek için aksiyon aldım. gerçi bu da hoşuna gitmedi, günde 10 saat ders çalışarak finalden 112 almamın mümkün olacağına kendini bir şekilde inandırdı ve beni isyancı ilan etti. yine de burnumun dikine gittim ve kadın anamın onayını almayı başardım (bkz sokratesin savunması) ("anne bak 3. köprüyü satıyolar, hisse alalım 2050'ye zengin oluruz")
her yere başvuru verdim, sokak sokak esnaf gezdim. biraz abartmışım gerçi, hâlâ arayıp "merbalar gri hanım, nasılsınız, haftada 70 saat çalışıp 100 lira kazanmaya ne dersiniz" dedikleri oluyor. tövbeler eşliğinde bir bardak soğuk su içiyorum. çünkü ben mayısta öyle bir b** yedim ki bırakın yoğurdu üfleyerek yemeyi, yoğurdun üstüne yangın tüpü sıkıyorum.
en son bir ev yemekleri dükkanı buldum. girdim tanıştım falan, patron kadın baya sevecendi, muhabbeti hoştu. benim de kanım kaynadı. annemin de içine sinecek bir yerdi hem, alkol yok meze yok dansöz yok. anlaştım, yemekleri patron yapacak, ben bulaşık yıkacağım, bir de sabah dükkanı açacağım. ne kadar basit ve masum dimi
meğer ben suç yuvasına girmişim ***, kerhaneye girsem daha iyiymiş. ertesi gün bi geldi yanında afgan kaçak. çocuğu camide bulmuş, adını zeki koymuş, her işini yaptırıyor, para mara da vermiyor. bildiğiniz köle, bi kırbaçlamadığı kalıyor çocuğu.
her akşam it gibi içiyor dükkanda; sabah viski, rakı şişesi topluyorum. sonra takım elbiseli adamlar geliyor, yurtdışına adam kaçırıyorlar, rüşvet al ver yapıyor. el altından gırla içki satıyor, geceleri pavyona gidiyor. 1'e 1000 kâr koyup araba ev satıyor.
mesela bir evi vardı türk öğrencilerin kaldığı, kirayı arttırdı. "abla ödeyemeyiz" dediler. "******** gidin" dedi, onların yerine 10 tane suriyeli aldı. abi neler neler, her şeyi anlatsam tüm sözlük tutuklanırız. polise ihbar edilecek gibi değil, zaten etsem de faydasız 3 tane polisle aynı anda sevgili. yetmiyormuş gibi kendi kızı kokainman, dükkana her gün pilav yemeye gelen bir sapık var ve yan dükkandaki adam yobaz. her sabah arabesk şarkıları eşliğinde kepenk açıyorum, kolları sıyırıp masa taşıyorum, çay may koyarken "gri kardaş günaydın" diye kafasını kapıdan uzatıyor, sabah sabah siyasetten giriyor bitcoinden çıkıyor velhasıl iyi kafa şişiriyor*
neyse benim iş tanımım giderek genişledi, bulaşık yıka diye aldıkları yerde fellah köftesi, arnavut ciğeri, her türlü bakliyat pişiriyor paketliyorum. olmaz ben bilmiyorum diyorum dinlemiyorlar googledan tarifine bak yap diyorlar, trendyolda getirde başımıza taş gibi yorumlar yağıyor. ben de 2002'de askere gitmiş gibi şafak sayıyorum. şafağa en son 7 gün kalmıştı.
bir öğleden sonra... işten çıkacaktım ama patron yoktu, aradım. dedi ki gri ben çok uzaklardayım dükkan senin olsun :D. kaçmış gitmiş kadın, bi daha da dönmicem dedi (ıtır ruslar peşimizde ilişkimiz açığa çıkmış) ben de kepengi indirdim, afgan kölemizi yan dükkana emanet ettim gittim. 15 sayfalık sigortasız çalışan hikayemin sadeleştirilmiş versiyonu bu, şimdi size dükkanın bazı trendyol yorumlarını göstermek istiyorum dfhksjdfhkjds
evet, çünkü elle bölünmüştü. zekiye bi türlü bıçak kullanmayı öğretemedim
makarna 3 gün öncesine aitti, göndermeyelim dedim, şifa şifa dediler yanında baklavayla gönderdiler
bu da böyle bi anı
Ahahahaa bir ömür boyu anlatılacak ve sağlam tecrübe getiren olaylar silsilesi olmuş efendim.Puanım 10/10
Abooovv bu ne böyle sn gri nxnxnxm
korkumdan iki haftada bir bahane bulup paramı istiyodum, kesin bu bana parayı vermeden kaçar diye ahzbsvavav
Olası diyalog:
Anne: gri işler nasıl seni çog yoruyolar mı -baba araya girer- ya bırak alt tarafı masa siliyo ne düşüncelisin hanım ben onun gibiyken tek kolumla 20 kilo kalas taşıyodum
Gri: babam doğru diyo anne tabak çanak yıkıyorum alt tarafı sjsjsj -arkadan ses- zeki kaç defa dedim toleti iyi temizle diye boşuna mı besliyom seni, gri sipariş gelmiş yap bi lahmacun çabuk bakimm
Anne: yoğunsunuz galiba kızım kolay gelsin ben seni sonra yine ararım
Gri: evet bi tık öyle ihih, teşekkürler anneehh.. swh -o sınıfta kalmayacaktık-
Anne: gri işler nasıl seni çog yoruyolar mı -baba araya girer- ya bırak alt tarafı masa siliyo ne düşüncelisin hanım ben onun gibiyken tek kolumla 20 kilo kalas taşıyodum
Gri: babam doğru diyo anne tabak çanak yıkıyorum alt tarafı sjsjsj -arkadan ses- zeki kaç defa dedim toleti iyi temizle diye boşuna mı besliyom seni, gri sipariş gelmiş yap bi lahmacun çabuk bakimm
Anne: yoğunsunuz galiba kızım kolay gelsin ben seni sonra yine ararım
Gri: evet bi tık öyle ihih, teşekkürler anneehh.. swh -o sınıfta kalmayacaktık-
Kolpaçino tadında olaylar silsilesi olmuş :)
Yemeklere yorum yapanlara cevap olarak bu entryi atmak nasıl olurdu acaba ndndnsm
Ay gri bu kadın sana kek mek bi şey yapmıstı da sen buraya atmıştın kalple filan. O geldi aklıma şimdi fjfdbf
Kalple olmayabilir ama iyi insanlar var gibi bi şey demistin fjdbd
Evet ya sevildiğinizi hissettiğiniz anlar başlığı.. hdbsbabdh o entrynin ertesi gününde de ben benim kafamı s diye entry girmiştim ahxbsva
:/
Anne tarafının da baba tarafından farksız olduğunu anlayıp tarafsız kaldığım an.
Annemi alayım babam kalsın oluyor mu öyle
Gözlemlediğim durum. Bunu da misafirliğe gelenlerden ya da gittiğimiz yerlerde sürekli sen şimdi ne üzerine okuyorsun, bölüm seçtin mi, ne doktoru olacaksın bitirince? Gibi sorular gelmesinden anlıyorum.
Şimdi amacım küçümsemek ya da neden bilmiyorlar diye kızmak değil Gördüğüm bir durumu ortaya koymak. Bence bu durum uzmanlık gerektiren işlemlerin öneminin kavranmasını azaltıyor olabilir. Yani bazı insanlar bir onkoloji uzmanının 6 yıl okuyup direkt o şekilde göreve başladığını sanıyor olabilirler. Bu şekilde uzmanlık dallarının öneminin de yeterince anlaşılamamış olması olası. "Doktor yok." Denince "nasıl yok!" Sorusunu getiren etmenlerden biri bu olabilir.
"Bir çözüm önerin var mı?" Derseniz, yok. Yani etrafa "uzmanlık en az 10 sene haberiniz olsun." Diye pankart asamayız. Belki belirli platformlarda(medya...vs) bu durum anlatılabilir ama nasıl olur bilmiyorum.
Şimdi amacım küçümsemek ya da neden bilmiyorlar diye kızmak değil Gördüğüm bir durumu ortaya koymak. Bence bu durum uzmanlık gerektiren işlemlerin öneminin kavranmasını azaltıyor olabilir. Yani bazı insanlar bir onkoloji uzmanının 6 yıl okuyup direkt o şekilde göreve başladığını sanıyor olabilirler. Bu şekilde uzmanlık dallarının öneminin de yeterince anlaşılamamış olması olası. "Doktor yok." Denince "nasıl yok!" Sorusunu getiren etmenlerden biri bu olabilir.
"Bir çözüm önerin var mı?" Derseniz, yok. Yani etrafa "uzmanlık en az 10 sene haberiniz olsun." Diye pankart asamayız. Belki belirli platformlarda(medya...vs) bu durum anlatılabilir ama nasıl olur bilmiyorum.
Her yerden farklı tür insanla karşılaşılabilme durumu mevcut. Belki de beni buluyorlar
bir gün klasik arkadaş geyiği yapılarak metroda gidiliyor. Birden solumdaki henüz farkına bile varmadığım insandan gençler öğrenci misiniz size kısa bi olay anlatacağım denilerek girilen sohbetin süresi otuz dakikayı geçiyor
Anlatılan konunun içeriği de bu entry'nin konusu. Abimiz ya psikiyatri hastası ya da ayaklı efsane gibimsi, bir arkadaşın tabiri var böylelerine iyi gidiyor: değişik.
Abimiz üçüncü sınıfa kadar matematiği sıfırlamış, sonra siyasi olaylar sonucu annesini hapse attırınca hırslanmış ve derse vermiş kendini lise sınavında ilk 200'ü basmış. Odtü biyolojiye birincilikle girmiş. Oradaki bir hocası demiş "başarılı olmak için önce dibi görmelisin! Dibi görmelisin ve oradan çıkmayı bilmelisin!" Ona bunu hocası demiş, evet o dibi görmüş. Hayatının her anında görmüş üstad. Kendi çabasıyla amerikaya gitmiş burslu, orada görmüş. İşe girmiş siyasi sebeple her şeyine el koymuşlar yine durmamış çıkmış bataklıktan. İtü'de hoca olmuş, bir master öğrencisine "olum senden hiçbir ... Olmaz. Senin önce bi dibi görmen gerek!" Deyip master öğrencisinin tezini yırtmış. Ertesi gün de kendisine dibi görmen gerek diyen hocasının vefat haberini almış
Aradan yıllar geçmiş o çocuğa ne olduğunu merak edip araştırmış ki çocuğun otuz iki bilimsel yazısı olduğunu ve helsinki'de prof. Yaptığını görmüş, direkt ona mail çekmiş beni hatırlıyor musun diye.. zamanın çocuğu bugünün prof.'u hatırlamış üstadı ve evet hocam o gün ben dibi gördüm ve kendi çabamla çıktım ve durmadım cevabını vermiş. Üstad kendisine söylenen dibe batma sözünün borcunu hocası ölmeden önce gerçekleştirmiş. O gün bugündür yaşatırmış hocasının sözünü
Abimiz sansürsüz. Bu ülkede sizi yerler'le devam ediyor, kaçın buradan her yerde adam kayırma var. Birisinin torpiliyle göreve gelenler zamanı gelince o birisinin borcunu ödemekle ülkenin kaderiyle oynuyorlar. Benim görüşlerim yüzünden yapmadıkları kalmadığı gibi.. (boğazı düğümleniyor) kafama silah dayamaklı bile tehdit aldım diyor. Sizin burada canınızı okurlar kaçın kurtulun boğulursunuz burada o kadar saçma sistemler var ki, dar alanınızda kapalı kalırsınız, vizyon görmezsiniz. Yurt dışında rotanızı çizersiniz burada çizmek mümkün değil, mümkün değil çünkü "su" bulanık. Önünü göremediğin yerde rota çizmek de mümkün değil
Duraklar devam ediyor abinin zamanı darmış gibi hararetli anlatması durmuyor, kelimeleri anlamak zorlaştıkça üstad tüm tecrübelerini on beş dakikaya sığdırmaya çalışan insan rolünü oynamakta zorlanmıyor. "Sınırlarını zorla, altı'ncı seviyeye çıkman için üç'ü görmen gerek. Üç'ü görmek için de bir'i geçmen gerek. Bir kere aştığında o sınırı, dur durak bilmeyeceksin. Yeri geldiğinde Kendin bile inanamayacaksın başardıklarına, sınırlarını genişletmeye bak.."
Sanki hiç durmayacakmış gibi giden metroda önünde ve arkasındaki dağcı çantasına bir sürü eşya sığdıran abimiz açılan kapıdan bunlara dikkat et dediklerimi unutma diyerek koşarak gidiyor
Ufak bir kader kesiştirmesi yapan ankara, birbirinin adını sanını bilmediği iki insanın on beş dakikalık sohbetine ev sahipliği yapıyor, bu da tarihe not olsun
bir gün klasik arkadaş geyiği yapılarak metroda gidiliyor. Birden solumdaki henüz farkına bile varmadığım insandan gençler öğrenci misiniz size kısa bi olay anlatacağım denilerek girilen sohbetin süresi otuz dakikayı geçiyor
Anlatılan konunun içeriği de bu entry'nin konusu. Abimiz ya psikiyatri hastası ya da ayaklı efsane gibimsi, bir arkadaşın tabiri var böylelerine iyi gidiyor: değişik.
Abimiz üçüncü sınıfa kadar matematiği sıfırlamış, sonra siyasi olaylar sonucu annesini hapse attırınca hırslanmış ve derse vermiş kendini lise sınavında ilk 200'ü basmış. Odtü biyolojiye birincilikle girmiş. Oradaki bir hocası demiş "başarılı olmak için önce dibi görmelisin! Dibi görmelisin ve oradan çıkmayı bilmelisin!" Ona bunu hocası demiş, evet o dibi görmüş. Hayatının her anında görmüş üstad. Kendi çabasıyla amerikaya gitmiş burslu, orada görmüş. İşe girmiş siyasi sebeple her şeyine el koymuşlar yine durmamış çıkmış bataklıktan. İtü'de hoca olmuş, bir master öğrencisine "olum senden hiçbir ... Olmaz. Senin önce bi dibi görmen gerek!" Deyip master öğrencisinin tezini yırtmış. Ertesi gün de kendisine dibi görmen gerek diyen hocasının vefat haberini almış
Aradan yıllar geçmiş o çocuğa ne olduğunu merak edip araştırmış ki çocuğun otuz iki bilimsel yazısı olduğunu ve helsinki'de prof. Yaptığını görmüş, direkt ona mail çekmiş beni hatırlıyor musun diye.. zamanın çocuğu bugünün prof.'u hatırlamış üstadı ve evet hocam o gün ben dibi gördüm ve kendi çabamla çıktım ve durmadım cevabını vermiş. Üstad kendisine söylenen dibe batma sözünün borcunu hocası ölmeden önce gerçekleştirmiş. O gün bugündür yaşatırmış hocasının sözünü
Abimiz sansürsüz. Bu ülkede sizi yerler'le devam ediyor, kaçın buradan her yerde adam kayırma var. Birisinin torpiliyle göreve gelenler zamanı gelince o birisinin borcunu ödemekle ülkenin kaderiyle oynuyorlar. Benim görüşlerim yüzünden yapmadıkları kalmadığı gibi.. (boğazı düğümleniyor) kafama silah dayamaklı bile tehdit aldım diyor. Sizin burada canınızı okurlar kaçın kurtulun boğulursunuz burada o kadar saçma sistemler var ki, dar alanınızda kapalı kalırsınız, vizyon görmezsiniz. Yurt dışında rotanızı çizersiniz burada çizmek mümkün değil, mümkün değil çünkü "su" bulanık. Önünü göremediğin yerde rota çizmek de mümkün değil
Duraklar devam ediyor abinin zamanı darmış gibi hararetli anlatması durmuyor, kelimeleri anlamak zorlaştıkça üstad tüm tecrübelerini on beş dakikaya sığdırmaya çalışan insan rolünü oynamakta zorlanmıyor. "Sınırlarını zorla, altı'ncı seviyeye çıkman için üç'ü görmen gerek. Üç'ü görmek için de bir'i geçmen gerek. Bir kere aştığında o sınırı, dur durak bilmeyeceksin. Yeri geldiğinde Kendin bile inanamayacaksın başardıklarına, sınırlarını genişletmeye bak.."
Sanki hiç durmayacakmış gibi giden metroda önünde ve arkasındaki dağcı çantasına bir sürü eşya sığdıran abimiz açılan kapıdan bunlara dikkat et dediklerimi unutma diyerek koşarak gidiyor
Ufak bir kader kesiştirmesi yapan ankara, birbirinin adını sanını bilmediği iki insanın on beş dakikalık sohbetine ev sahipliği yapıyor, bu da tarihe not olsun
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?