confessions

inthebleakmidwinter

1. nesil Admin - Admin

  1. toplam entry 192
  2. takipçi 41
  3. puan 18119

tıpçı vs. mühendis öğrencisi

inthebleakmidwinter
Söyleyeceklerim kesinlikle spesifik hiçbir öğrenciyi kast etmemekle beraber, gördüğüm, dinlediğim, izlediğim ve yaşadıklarım kadarıyla genel olarak mühendis adaylarının tıp öğrencilerinden fersah fersah ötede olduğu acı gerçeğidir. Neden?

Bu ataletin en birincil sebebi mühendis adaylarının kesin bir iş garantisinin olmamasına karşılık her diplomalı tıp öğrencisinin kesin olarak iş bulacağı hakikatidir ki, mühendis öğrencileri özellikle bu sebepten ötürü kendilerini her alanda geliştiriyor ve mesleki gündemlerini sıkı sıkıya takip ediyorlar. Hemen hemen hepsi linkedin hesaplarına sahip ve faal kullanıyorlar, mutlaka staj kovalıyor ve para almasalar bile sırf tecrübe için ellerine geçen her fırsatı değerlendiriyorlar. Bununla beraber gerek Udemy gibi online eğitim platformları gerekse teknofest gibi yarışmalar olsun her bir yerde kendilerini gösteriyor ve yeterli CV adına gerekli olan hiçbir şeyi kaçırmıyorlar.

Bir diğer sebebini görece daha az etkili olsa da öğrenci toplulukları arasındaki farka bağlıyorum ki bizde öğrenci toplulukları genel olarak kendi kendini tatmin etmeye ve ortada gözükmeye yararken, ieee başta olmak üzere pek çok mühendis Topluluğu kariyer ve kişisel gelişim adına özellikle özel sektör işbirliği ile imkanlarının sınırlanırını zorluyorlar. Bunun da ötesinde kovalayan için teknokentler biçilmiş kaftan.

Üçüncül olarak bunu analitik düşünmeye sadık kalmalarına bağlıyorum. Matematik doğayı ve teknolojiyi anlamanın su götürmez bir temeli ve yaptıkları her işi, eğer doğru düzgün yaparlarsa anlayarak öğreniyor ve yapıyorlar. Bizde her ne kadar parçalar arasında ilişki kurmak elzem olsa da kabul edelim ki çoğunlukla hatta neredeyse ezber üstüne ezberle gidiyoruz. Tus bile kısa süreli hafızaya atarak çalışılan ve hazırlanılan bir sınav ne yazık ki. Anlamak bizde neredeyse lüks sayılan bir iş.

Bütün Bunlar bir tıp öğrencisi olarak beni çok üzüyor. Henüz öğrenciyken uygulama geliştiren, büyük şirketlerin ceo'larıyla oturup kalkan, yarışmalarda roket uçuran ve teknokentlerde start-uplar inşa eden yaşıtlarımı görünce kendim ve bölümüm adına çok üzülüyorum. Bizim en önemli görevimiz teşhis koymak veya cerrahlık olmamalı. Teknoloji gelişiyor ve kim olursak olalım bu dünya doğal seçilimin olduğu bir dünya. Kendimizi her alanda güncellemediğimiz sürece er ya da geç bu sistemden silineceğiz. Yurtdışındaki meslektaşlarımıza nazaran pek çok açıdan gerideyiz ve başarılı bir kalp ya da beyin ameliyatının akabinde kendini tanrı sananların bulunduğu bir akademideyiz. Bunlar benim açımdan tam bir hüsran ve kesinlikle çözülemeyecek meseleler değil. Tabi öğrenciye ne kadar düşüyorsa hocalarımıza en az bir o kadar görev düşmekte. Online derste ekran paylaşmayı beceremeyen hocaların okulumuzda hiç de az olmadıklarını düşünürsek durum biraz vahim ne yazık ki.

Söylemiş olduğum her şey yıkıcı bir eleştiriden uzak olmakla birlikte bizatihi içinde olduğum bir akademinin ulusal bir özeleştirisi hükmündedir. Amacım kimseyi kırmak ve incitmek değil, yalnızca bu gerçeğin perdesini şahsım ve okuyan herkes için bir nebze de olsa aralayabilmektir.

tıpçı-tıpçı ilişkisi sorunsalı

inthebleakmidwinter
Sorunsal sözcüğünün hakkını veren bir sorunsaldır. Başarı şansı 2020 yılı verilerine göre %0,01'in altındadır. Bu alandaki en büyük teori ilk kez 182-210 yıllarında yaşamış ünlü tıp öğrencisi Erosus hipokratus tarafından ortaya atılmıştır. Kendisine göre, tıp öğrencileri birbiriyle romantik ilişki yaşadıklarında meydana gelen aura öğrencilere batmakta ve öğrenciler aşırı dozda mutluluğa tahammül edememektedirler. Daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalarda bu durumun kökeninde tıp okumanın getirdiği mankafalık durumunun yattığı ortaya konan hipotezlerdendir. Ne yazık ki geçen asırlar boyunca bu sorun hala çözülememiş ve günümüzde de devam etmektedir. Bir hastalık olarak kabul ettiğimizde evet, terzi kendi söküğünü dikemiyor.

komite çıkışı ritüeli

inthebleakmidwinter
-kanka net 80 aldım bu komite.
+kanka mezensefalon sorusu A'ymış.
-yapma ya tamam 79 o zaman.
+fizyodaki ağrı duyusu da b'ymiş.
-hadi yaa

(O komite 43 aldı.)

***

Bunun bir de sınavdan “batırdım.” Diyerek çıkıp herkesten yüksek alan versiyonu vardır.
3
ruhsuz ruhsuz
Bu entriyi ilk kez okuduğumda dönem 1 öğrencisiydim,beğenmiştim.

İkinci defa okuduğumda o komiteden 48 almıştım,meseleyi anlamıştım.

Üçüncüsünde taşlar tam oturunca favlamıştım.

Şimdi kendimi büyümüş,yaşlanmış hissediyorum ve bu yorumu yazıyorum.

Bakalım rastgele kısmında ne zaman önüme çıkar bir daha..¿
inthebleakmidwinter inthebleakmidwinter
Hahahah. Ne olursa olsun dönemler değişiyor ama durumlar değişmiyor. Değişmeyecek de. Mühim olan ders almak olursa her dönem, bir öncekinden iyi olur. Ama tecrübesizlik genelde bizleri daha özgüvenli ve hata yapabilir kılıyor. Yani yıllar geçiyor ama herkes aynı yollardan geçmeye devam ediyor.
ruhsuz ruhsuz
:)

sevdiğiniz birinin yüzünü unutmak

inthebleakmidwinter
İnsan her gün gördüğü halde bile unutabiliyor bazı yüzleri. Yüzünün ne surette olduğunu değil, bizatihi “çehresini” unutur insan göz göre göre.

Sevgi eğer bir anlam yükleme biçimi ise, yüklediğiniz anlamı yitirdikçe unutursunuz bazı yüzleri, bazı sesleri. Uzaktan uzağa gelir kulağınıza; bazı bazı kesilir büsbütün.

Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Elbet unutulacak her şey bir gün. Unutmak değil de unuttuğunuzun farkına varmak yaralar sizi.

Unutan, iyileşir.

insanlar ikiye ayrılır

inthebleakmidwinter
Çok farklı ve hoş yorumlar var. Ama ben yüksekten bakacağım ya da en derinden. ;) aslında tepe ya da dip değil. Önemli olan uçlardan bakabilmek.

İnsanlar ikiye ayrılır: farkında olanlar ve farkında olmayanlar. Peki neyin farkındalığı bu? Aslında çok da derin düşünmemek gerek bu farkındalık konusunda ya da derin düşünebilirsiniz. Söz konusu farkındalık olunca boyutların pek de bir önemi kalmıyor zira. Geriye tek bir nokta kalıyor: işte farkındalık bu noktadadır. Noktayı fark edebilmek mi? Hayır. O noktanın aslında olmadığını fark edebilmek.

İnsanlar ikiye ayrılır: bir noktaya varabilmek uğruna yolda olanlar ve yalnızca yolun kendisi için yolda olanlar. Peki yola çıkmayanlar? Var mıdır böyleleri? Yaşamak bir yolda olma durumu değil mi?

Ödül, yolculuğun kendisidir. Yolun sonuna geldiğinizde önemli olan tek şey ne kadar yol gittiğimiz mi yoksa ne kadar yer değiştirdiğimiz mi? Ya da unutun, yolun sonu var mı yoksa biz yolda olmaktan istifa mı ederiz? Yaşamdan pes mi ederiz?

İnsanlar ikiye ayrılır: yaşayanlar ve ölüler. Peki hayatta olmak yaşamak mıdır, yoksa ölenler de yaşar mı? Hayat var olmak mı yoksa zamandan bağımsız var olmuş olmak mı? Dün, bugün veya yarın...

Demek insanlar ikiye ayrılır: şimdidekiler ve şimdide olmayanlar. Ya da insan zamanı aşamaz mı? Yok mudur her zamanda yaşayabilen. Her zaman yaşayanlar çıkar da her zamanda yaşayan çıkar mı? Yoksa yalnızca tek bir seçenek var da biz hep ikinciyi farz mı ederiz?

Sahi insanlar ikiye ayrılır mı?

;)

kare çarşı

inthebleakmidwinter
Hiç kimse yokken kare vardı benim için. Ben ilk kare çarşıyla tanıştım. Burada başladı her şey ve her biten burada bitti.

Yalnızdım, tek başımaydım, burada tanıştım tüm dostlarımla.. Burada sevdim ben, burada nefret ettim. Güleceksem burada güldüm, dertleneceksem sigaramı burada yaktım.

Dostlarım oldu karede bana eşlik eden.. Gün oldu burada uzaktan uzağa bakıştım onlarla sanki hiç tanışmamış gibi..

Gece gidecek yerim olmadı, burada sabahladım. Bir şey kutlanacak oldu, pastamı burada kestim. Burada güldüm tüm dostlarımla, tüm kalabalıkla; sonra gece geldim yine burada ağladım tek başıma..

Çok yer gördüm, çok yer gezdim ama en sonunda bir tilki misali buraya döndüm ben. Yaşanacak ne kaldı dedim, daha fazlasını yine burada yaşadım.

Siz şimdi “Bir mekana bu kadar anlam yüklenir mi?” diye soracaksınız bana..

Peki siz hiç bu kadar anlamı bir insana yüklemeye kalktınız mı? Her gelen gelir ve bir gün geldiği gibi gider... Ama bakın kare hala orada; dün, bugün ve yarın...

çünkü tıp tıptan ibaret değildir

inthebleakmidwinter
Evet değildir. Tıp, bir meslek değildir, salt bir disiplin değildir. Tıp bir ekoldür. Tıp tıptan daha fazlasıdır. Tıp bir sanattır, bir kültürdür. Tıpçı, geleceğin doktorundan ibaret değildir. Tıpçı okumak zorundadır, her şeyi okumak zorundadır, ilerlemek zorundadır. Tıpçı yol göstermek zorundadır, örnek olmak zorundadır. Bir seçenek değildir bu. Ödevdir.
Bu toplum bizden çok şey bekliyor gençler... Gideceğiz, nur yolu izde gideceğiz, taş bağırda, sular dizde gideceğiz...
Birlikte çok büyük idealleri ağır ağır, yere basa basa inşa edeceğiz.
Ne mutlu ayağına batan dikenlerle o mis kokulu güllere yürüyenlere...

tarih dersinden aklınızda kalanlar

inthebleakmidwinter
Osmanlı'nın çöküş sebeplerini anlatıyordu. Bir ders anlattı, bir sürü madde saydı, açıkladı, yorumladı. Bir taraftan bizim de bir nedensellik içerisinde konuyu kavramamız için uğraşıyordu. Her şey bittikten sonra döndü, biraz baktı ve ekledi:

“Osmanlı'yı bunların hiçbiri batırmadı, tek bir sebep var, o da insan unsurunun bozulması.”

Ben yıllardır bu kalıbı hiç unutmam: “insan unsurunun bozulması.”

Ha devlet yıkılmış yenisi kurulmuş, ha yeni yeni sistemler denenmiş, ha yasalar çıkarılmış, hepsi suni sebepler, suni çözümler…

İnsan insan olmadıkça.

Her bireyin mutlaka ders çıkarması gereken bir cümledir bu. Özellikle neden bu halde olduğumuzu sorgulayanların: nitekim cevap aynada gördüğümüzde saklı olacak.

tek tipleşmeye dair eleştiriler

inthebleakmidwinter
Sayın (yazar: ruhsuz) çok kaşındın, ağzımı açıp gözümü yumacağım ;)

Gütfsözlük ahalisinden şimdiden özür diliyorum, bağışlayın. Gece boyu uyumayıp da yine kendimle başbaşa güneşi karşıladığım böyle bir gecenin sabahında biraz içimi dökeyim.

Sevgili ruhsuz iki kere sormuş ancak bu konu bana göre çok geniş bir mesele. Nasıl yaklaşacağımı bilemiyorum. Soruna burada da temelden yaklaşmak gerek. Modern insan düşünmüyor, modern insan düşünceyi bile öyle bir metalaştırdı ki artık o da alınır satılır bir menkul haline geldi.

Modern insan, kendine; yaşadığı çağa ayak uydurmuş “kanaat önderleri” istiyor, bunu arıyor. Onu takip ediyor, onun attığı tweetleri konuşuyor, onun eleştirilerini kullanıyor ve onun beğenilerini seçip kendine uyduruyor. Bu şaşmaz bir gerçek ne yazık ki.

Bakıyorum: yerelde (Türkiye'de) her konunun belli başlı fikri önderleri var. Ve bu insanların sayısız takipçileri. Bu sayfaların sayısız takipçileri. Büyük bir sayfa var mesela, o günün suni bir gündemi var, sayfa alelade bir yorum yapmış, onu şöyle bir süslemiş, birkaç resim uydurmuş o yoruma ve bir de yüzeysel bir slogan çakmış (gerçi bütün sloganlar yüzeyeldir de, demek istediğim mesajı içine hapsedememiş bir slogan) bakıyoruz o gün herkesin storysinde o paylaşım var. Birbirlerine gönderiyorlar, sohbetleri onun üzerinden dönüyor.

Herkesin aynı konuyu konuşması, kitleyi tektip bir hale getirmez ancak herkesin aynı konuda aynı yorumlarla yetinmesi ve üstüne bir de bunu konuşması kitleyi tektipleştirir. İnsanın konuştuğu fikrine, fikri ise yaşantısına sirayet eder. Bu böyledir. Olan da bundan farklı bir durum değil zaten.

Özellikle akademide ve politikada sorun en temelde bu. Orman yanıyor, birisi çıkıp diyor ki “hadi ağaç dikelim.” diğerleri bakıyorsunuz hoop hemen bir story: Tema vakfı. Aynı gün delinin biri atlıyor hemen: “efendim tema vakfının geliri bakanlığa gidiyormuş.” Hoop o storyler siliniyor ve yerine hemen tam karşıtı başka storyler. Bu histeridir. Fazlası şizofreniye girer.

Aynı örnekten gidelim: yine hayalgücü fazla güçlü bir arkadaş diyor ki: “çam ağacı yerine meyve ağacı dikelim.” Hoop binlerce insanın talebi bu oluyor. Bunun teknik kısmını konuşan yok, ekolojik olarak dengeyi nasıl etkiler bunu konuşan yok, bu ağaçlar su ister bu kadar su nereden sağlanacak bunu konuşan yok, toprak uygun mu bunu konuşan yok, ve daha onlarca realist bakış açısıyla bakılması gereken yönlere bakan yok. Gündem değişip de insanların duyguları az biraz düze çıkınca aynı kişiler diyor ki “ya zaten çok mantıklı değildi.” Peki neden o sıra bunu akıl edemiyorsun? Çünkü o sıra aklını kullanan da yok. Tektipleşme tam olarak budur.

Şimdi bir de işin politik yönü var ki, sorun da şu: politik diye kategorilendirilen meselelerin salt çoğunluğu politizm değil, polarizmdir. Bu, benim üstüne bir yazı kaleme alacağım konu ama yine de burada belirtmiş olalım: Modern çağın insanı politik değil polardır. Ve bu ikisi arasında önemli farklar var.

Aynı gündemler, aynı konular, aynı söz sahibi insanlar. Adam hekim olmuş çıkıyor sel bilimcisi gibi konuşuyor, akıl veriyor, neden? Çünkü kendisini onaylayacak bir kitlesi var. Sonra aynı adam çıkıp diyor ki, “tıp hakkında konuşacaksanız önce tıbbı bilin.” İyi diyorsun hemşerim de sen neden uzmanı olmadığın konuda ahkam kesiyorsun? Çünkü cevabı o da biliyor: zaten ne söylese onaylayacaklar. Varsın konuşsun. Yarın işine gelmez, herkes hekim olmuş, bize akıl veriyor diye şikayet eder.

Sorunu artık biraz kendimizde arayalım. Sorun bizim her konuda konuşuyor olmamız ve bazılarının, bazı overrated diyeyim, kişilerin her söylediğini hemen benimsememiz. Bunu biz kendimiz o kişilere prim vermeyerek yapacağız. Ama böyle bir derdimiz yok bizim. Konuşalım da ne konuşuyoruz, o fikir bizim mi, işin bileni, uzmanı ne diyor, bunlar önemsiz. Kulağa hoş gelsin yeter, içimizdeki sevgiyi ya da nefreti tatmin etsin yeter.

Yaşam tarzına gelince... giyim-kuşam, yiyip içtiklerimiz, dinleyip okuduklarımız... yaşam tarzı bu değildir. Yaşam tarzı hayat görüşüdür. Ancak yine aynı sorun: birinin söyledikleri kulağımıza hoş mu geliyor, tamam biz artık oncuyuz. Veyahut da bazı dünya görüşlerinin sembolik hareketlerini hemen al-kopyala-yapıştır: tamaaam sen de artık o kesimdensin. Bu böyle ve ne kadar komik. Gerçekten komik. Yani trajedik bir yönü yok olayın.

Efendim işte “ben düğün yapmayacağım ya, ne o öyle kuru gürültü, hiç görmeyeceğim yüzlerce akraba falan, bana gelmez kanka.”

Tamam kanka. Ne tepki koydun be. Bu ne protesto. Hayran kaldım.

Zamanında bunu aklı başında birisi söyledi ve çok doğru söyledi. Onun yaşam tarzına, onun dünya görüşüne cuk diye oturuyor. Onun ilmine yakışıyor. Onun konumuna da yakışıyor. Bu düşünce onun ağzında anlamlı ancak onun ağzından duyup papağan gibi tekrarlayan yüzbinlerin dilinde salt bir yozlaşma. Bunun gibi sayısız post-modern aykırı görüş. Sırf yapmak için, sırf kulağa hoş geldiği için. Hep söylerim fikri taklit olandan kaçmak lazım diye. Çünkü bu insanlar yaşam tarzları, konumları veyahut ilmi ne olursa olsun her zaman yozdur, her zaman cahildir, her zaman taklitçidir. Şimdi tam bu noktada öyle ya da böyle nedenlerle bana katılmayanlar olacak, onlar için başka bir örnek daha vermek istiyorum:

“Elalem ne der?”

Şimdi bu düşüncenin doğru bir düşünce olmadığına buradaki herkes, bunu okuyan herkes hemfikirdir. Ama ben size şunu söyleyeyim: bunu da vakti zamanında değerli birtakım fikir adamlarımız dile getirip protesto etti. Onların ağzında ne kadar da doğru bir kavram. Aynı mekanizma geçerli, onu ağzında şakıyanların çoğu papağan.

Neden?

Çünkü, bunu şakıyanların “elalem” sözcüğünden anladıkları, o değerli fikir adamlarının o sırada, bu fikri dile getirirken kastettikleri anlamdan ibaret. Taklitçiler fikri özümsemez, sloganı özümser. Onların “elalem” derken anladıkları tek bir şey vardır: hısım akraba, birtakım arkadaşlar (kendileri gibi düşünmeyen arkadaşları) vs. Onlar “aman elalemin ne dediği umrumda olmaz.” Derken anladıkları tek şey bu. Ben istediğimi yiyeyim, istediğimi yapayım, kim ne derse desin. Eleştirsin, umrumda olmaz. Şimdi:

1. E iyi de, sen bir gün gerçekten yanlış bir şey yaparsan ve bunun doğru olduğuna inanırsan (olabilir, çünkü insanız, beşer şaşar.) peki o zaman gerçekten işin doğrusunu söyleyenler ne olacak? Sen bu hakkaniyetli hayat görüşünü fikirlerin oturmadan böyle taklit edersen hangi eleştiriyi göğüsleyeceksin, göğüsleyebileceksin?

Hadi bunu aşarız düşe kalka. Bunu geçelim. Peki

2. Entelektüeller bu düşünceyi dile getirdiler ve şunu kastettiler: “düşünceniz ne olursa olsun eğer kendinize ait bir düşünceniz varsa, buna inanmışsanız kim ne derse desin, utanmayın, doğru bildiklerinizi, inandıklarınızı haykırın, kendinizi aşağılık kompleksine feda etmeyin.”

O düstur budur. Ama bunu kim yapıyor? Bazı arkadaşlarım var mesela: sırf kendi çevresinden linç yeme korkusuyla siyasi düşüncelerini dile getiremiyor. Çünkü jenerasyonların belli kalıpları vardır. Bu kalıplar her jenerasyonda değişir ama fix birtakım kalıplara sahiplerdir. Bu jenerasyonda bazı siyasi düşünceler mimlenmiştir mesela. Birisi o düşünceyi mi savunuyor, hoop linç et. (Bunu da örnek olarak veriyorum, konuştuğum her şey örnek.) ama linç ederek de bu simülasyonda “elalem” sen oldun. Madem öyle, neden başkalarının elalemi oluyorsun? Ama olur, çünkü düşünceyi özümseyemez, sadece şakır. O da sloganı yani, fazlasını değil. O kadar geniş bir ezberi de yoktur o konuda.

Sözlük kuralları gereği siyasi konularda konuşamam, ancak fikir beyan etmeden yalnızca değinip geçeceğim: Taliban Afganistan'da 20 yıldır var ve ABD ile de 20 yıldır savaşıyor. 20 koca sene ya. 20x365x24 saat! Ama bir anda ne olduysa herkes hoop siyaset bilimci oluyor: tek kelimeyle “hayırdır?” Demek istiyorum. Hayırdır yani? Sen Taliban hakkında üç-beş popüler ve yüzeysel yorum ve iki-üç resim dışında ne biliyorsun? Bu konuda konuşan kaç kişi oturup en azından vikipediden (o da yetmez bu arada da) talibanın kuruluşunu, tarihini okudu? Ya da kalkıp “ya bu Taliban neyi savunuyor?” diye sorguladı? Etiketle geç. “Onlar şuncu, falancı, filancı, buncu.” Veyahut hadi biliyorsun (bilmez de, biz biliyor kabul edelim) neden şimdi şakımaya başladın? Neden 20 yıldır konuşmuyorsun? Bu olaylar orada 20 senedir dönüyor, bugüne kadar neden kimse “Afganistan, Taliban, Taliban-abd savaşı veyahut da Taliban'ın distopik zulümleri” üzerine konuşmadı? Çünkü kendi fikri yok, birileri bir gündem koyarsa o zaman konuşur, o zaman politik olur veyahut apolitik takılır vs de vs yani.

Politik bir yorum belirtmeyeceğim bu konuda yalnızca örnek olsun diye verdim.

Bu konuda daha çok konuşulur ama şu bilinsin: yaşam tarzından ideolojiye, siyasi görüşten (ideoloji ve siyasi görüş birbirinden farklıdır.) estetik zevklere, gelecek planlarından aşk hakkındaki düşüncelere kadar her şubede bu var. Kendi fikirlerini konuşan yok. Sonra “tek tipleştik.” Veyahut da “abi bunlar koyun”, “ya şu çok marjinal” “ben herkes gibi değilim.”

Tamam kanka. Herkes koyun ama sen değilsin.

Sözlerime burada son vereceğim, bu konu hakkında ayrıca çok geniş kapsamlı yazacağım zaten o yüzden kafa şişirmeye gerek yok. Umarım fikirlerimi anlatabilmişimdir. Yine de ana fikri sona yazayım da daha açık olsun:

Herkesin birilerini sürü diye, koyun diye yaftaladığı bir toplumda herkes sürüdür, herkes koyundur. Herkesin marjinal olmaya çalıştığı bir toplumda kimse marjinal değildir. Herkesin aykırı takılıp konuştuğu bir toplumda kimse aykırı değildir. Herkesin “elalemi” eleştirdiği bir toplumda herkes elalemdir. Herkesin tek tipleşmeyi eleştirdiği bir toplumda herkes tek bir tiptir.

Ve son olarak:

“Gündemde (özellikle suni gündemlerde) boğulanlar, hiçbir zaman gündem olamazlar.

Herkese günaydın 😃☀️

1
ruhsuz ruhsuz
Günaydın,teşekkürler;)

okuldaki sorunlar ve çözüm önerileri

inthebleakmidwinter
Çs'nin 00.00'da kapanması. Ben anlamıyorum bu covid, yazları gidiyor kışları geliyor; gündüz gidip bir yere saklanıyor gece vampir gibi dolanıyor heralde. Diğer kütüphanelerin de erken saatlerde kapandığını göz önüne alırsak, geç saatte çalışmak isteyenler için tek seçeneğimiz çs. Ve bunu yapabilmek için elimizde büyük bir koz var: kapatmamak.

yabancı dil öğreneceklere tavsiyeler

inthebleakmidwinter
İngilizce için; ortaokuldan liseden kalma gramer bilgisi başlangıç için fazlasıyla yeterli. En önemli nokta kelime bilmek. Anlam ve telaffuz. Yabancı dizi-film-şarkı en etkili yöntem bence. Başlangıçta ing altyazılı olması ideal. Kelimeleri yazarak öğrenmek gerek. Akademik bir İngilizce için öncesinde bunu yapmak gerek bence. Ha bir de nasıl öğrenilmeyeceğini söylemek lazım, üniversitenin İngilizce dersiyle öğrenilmez.

tıp nedir

inthebleakmidwinter
Tıp, yaşamla ölüm arasındaki incecik çizgiyi bilimle, inançla ve sabırla asırlar boyunca kalınlaştırma ve belirginleştirme mücadelesi ve sanatıdır.

Bu dünyada her şey ve her disiplin hayatın büsbütün içindeyken tıp hayatın hep ufkunda hep o belli belirsiz griliklerindedir.

Doktor ise -adının hakkını verenlerdense tabi ki- o ipincecik sınırda yürüyen ve yürütme gayretini gösteren bir cambazdır.

Ve tıp, hiçbir zaman ve mekanda yalnızca tıptan ibaret değil, hep daha fazlasıdır.

birini tanımanın en iyi yolu

inthebleakmidwinter
Aynı evde kal
Seyahate çık
Ya da sırt sırta kavga et

Ama Bütün bunların hiçbir zaman bir kesinliği yok. Hiç şaşmayacak tek yöntem bilirim ben: değer ver, sev, umursa. O kendi değerini, sen biçmeden kendi elleriyle verecektir sana. Sen hiçbir şey yapmadan tanıtacaktır kendini sana.

insan ilişkilerinden çıkarılmış en önemli ders

inthebleakmidwinter
Tutmaz. Birinde tutan diğerinde tutmaz. 100 kişiyle ilişkiniz vardır, 100 ders çıkarırsınız 101.'de yine tutmaz. İyilik yaramıyor dersiniz bu sefer karşınızdaki iyi çıkar, iyi davranayım dersin verdiğiniz değeri enflasyona bindirir bu sefer sizin değeriniz düşer. En iyisi mi girişmeyeceksin, yok ben girişimciyim diyorsan da beklentilerin olmayacak.

gütfsözlük'ü bırakma nedenleri

inthebleakmidwinter
Benim şahsen bir moderatör ve yönetim kadrosundan biri olarak çok şaşırdığım ve üzüldüğüm bir başlık. Gütfsözlük, kurulduğu günden bu yana yönetimi açısından hiçbir entrye ve başlığa haklı bir şikayet yapılmamışsa müdahale etmedi. Kurallarımız tamamen bizleri, yani neredeyse her gün çsde yemekhanede amfide yüzümüzü gördüğümüz bizleri kırmamak, incitmemek ve okul idaresini uğraştırmamak ve yönetmelikleri ihlal etmemek üzerine tasarlanıp yazıldı.

Yine de açıklama gereği duyarak söylüyorum: dini ve siyasi konuların konuşulmasına kısıtlama getirilmesinin en önemli sebebi burayı twitter ın kasvetinden kurtarıp daha neşeli bir hale getirmek. Zira bu konuları konuşabileceğimiz zaten pekçok platform mevcut. Ayrıca gütfblog, gütfsözlüğü tamamlamak için inşa edildiğinden orada da pek çok konu üzerine konuşulabilir.

Eksi verme özelliği ile alakalı olarak, bu platform tamamen anonim bir şekilde kullanıma sunuldu ve şunun bilinmesini isterim ki şu ana kadar gizlilik sözleşmesine istisnasız bir şekilde sadık kalındı. Kalınacak da. Bu sebeple kimin kime eksi verdiğini bile bilmiyoruz. Bu bizim düşüncelerimize katılmayan insanların da bulunduğunu gösteriyor. Bu kişi belki hiç tanımadığınız belki de çok yakından tanıyıp sevdiğiniz birisi. Demek ki sizi sevmesine karşı o düşüncenizi onaylamıyor ya da eksik buluyor. Sizi artılayan ya da favlayan biri belki de hiç sevmediğiniz biri ya da sizin hiç sevmediğiniz biri. Ama o düşüncenizi sevmiş belli ki.

Gütfsözlük'ün olayı işte tam olarak burada başlıyor: burada onaylanmayan ya da sevilen, zaman zaman aşık olunan şey; Ahmet'in Ayşe'nin şahsı değil, bizatihi duygu ve düşünceleri. Burayı düşünceler, fikirler şekillendiriyor ve bu platform bu şekilde gelişiyor. Üstelik bu insanlar bizim aynı okulda okuduğumuz insanlar. Dışarıdan birileri değil. Bu sizce de harika bir şey değil mi? Pozitif ve negatif önyargılardan arınmış bir ortam.

Henüz kurulmasının ve yayına başlamasının üzerinden yalnızca üç ay geçmesine rağmen 200 e yakın yazar, 10.000 e yakın entry ve onlarca, yüzlerce konu başlığına sahip. Sizce de daha konuşacak ve paylaşacak çok şeyimiz yok mu? Gütfsözlük'ün günün birinde tüm okulda ve tıp fakültesi çevrelerinde bir ekol olacağına yürekten inanıyorum. Ve bu, işte tam olarak bu, bizatihi ferd ferd herbirimizin başarısı olacak. Senin benim ve onun. Bu okulun öğrencilerinin.

Kuralların altında yatan sebepleri ve saygı sevgi çerçevesinin neden korunması gerektiğini açıkladığı için sayın prime a teşekkürler. Ayrıca sayın kaira nın kaygısına da cevap vermek isterim ki, kullanıcı verilerini bugüne kadar paylaşmamızı gerektiren hiçbir durum olmadı ve kolay kolay yaşanacağını sanmam. Bu durum, daha çok hocalara ve okulumuza hakaret gelmemesini önlemek adına. Buradaki hiçbir yazarımızın hocalarımıza hakaret etmeyeceğini biliyorum ki bu çok hoş bir durum. Bu sebeple endişelenmemize gerek yok.

Din ve siyaset konusuna biraz detay vermemiz gerekirse gütfsözlük ile göstermek istediğimiz bir şey var ki o da bu okulda, bu ülkede siyaset ve din dışında da konuşulacak yüzlerce konu olduğunu gösterebilmek. Bu tam olarak şu an içinde bulunduğumuz yozlaşmanın burada işlemiyor olması demek. Burası bu yozlaşmaları yerle bir etti. Bunu da hep birlikte yaptık! Saygımızı, sevgimizi koruyarak ve konuşulacak, paylaşılacak yüzlerce konuyu gündeme getirerek!

Tüm bu sebeplerle, bizim düşüncelerimizi onaylayacak nice insanlar var ve olacak da. Aynı şekilde bizi onaylamayan bireyler de çıkacak. Zaten sağlıklı olan da, inanıyorum ki budur. Eğer bir düşünce herkes tarafından onaylanıyorsa orada bir sorun var demektir, bir irade sorunu. Ve bunu biliyor olmamız bizim kendi bireysel gelişimimiz ve kurumsal ilerlememiz için oldukça elzem.

Özgürlük bana kalırsa her istediğini her istediğin şekilde sunabilmekten ziyade, bunu hiçbir insanın düşüncesine hakaret etmeden yapabilmek ve işte tam olarak bu noktada da gütfsözlük'ün Twitter karşısında Zafer kazandığını söyleyebiliriz. Evet Twitter'da kimse sizi eksileyemez ama sizin düşüncenize hakaretler yağdırabilecek niceleri çıkabilir ve çıkıyor da. Bugüne kadar bunu engelleyebilmiş olmamız bizim yazarlar olarak olgunluk ve seviyemizi ziyadesiyle ortaya koyuyor.

Her bir yazarımıza gönül dolusu şükranlar ve kucak dolusu sevgiler sunmak istiyorum. Evet, bu okulu daha iyi bir yer haline getirdiğiniz için! Böyle bir yola çıktığımız için. Muhabbettimiz olmasa bile, burada anonim olarak dost olabildiğimiz için. Bu okulu, arkadaş çevremizden çıkarıp arkadaşlığı bütün bir okula yayabildiğimiz için. Böyle geçen nice üç aylar görebilmek dileğiyle... seviliyorsunuz 💙💙💙

Evet sayın armut siz de ;) lütfen bizleri bırakmayın 🙏 kendinizi Özgür hissedemediğiniz anlarda bana ulaşabilirsiniz. Kimse yoksa biz varız 💪

Daha iyi bir Gazi tıp için!

rapsodi dergisi

inthebleakmidwinter
İlk kez 14 Mart tıp bayramı'nda çıkarılması planlanan ve bugün hazır hale gelen Gazi tıp müzik kulübünün dergisi. İçerik bakımından gayet özgün ve çarpıcı duruyor. Dergiyi edinmek için bağış yapma gibi bir düşüncenin ortaya konması da kesinlikle çok hoş olmuş. Emeği geçen herkese teşekkürler 🙏

bu okulda, yine bu okulun yararına bir şeyler yapmaya çalışan kim varsa yalnız değildir. Gütfsözlük ailesi olarak tebrikler ve başarılar...

Ellerinize sağlık 🙏

hayat spot

inthebleakmidwinter
Her firak bir parça keder, bir parça vuslat. Başka bir yere. Başka bir şeye.
Muhyiddin-i Arabi der ki: “var mısın ki, yok olmaktan korkarsın?”
Dön de bir bak bastığın zemine.. sen hiç, bir yere ait oldun mu da ayrılmaktan korkarsın?

her ergenin bir şeylerin fanı olması

inthebleakmidwinter
Bir bebek ilk kelimesini ortalama bir yaş civarında söyler. Bu ne demektir bilir misiniz? 1 yıl boyunca hiç konuşmadan sadece dinlemiş demektir. Veyahut bir çocuk ilk adımını atana kadar kaç kişiyi yürürken izlemiş ve kaç kere doğrulduğu anda yere kapaklanmıştır. Ya da unutun, bir çocuğun sorabileceği soruları söyleyin bana kaç yetişkin sorabilir?

İnsan eğer bir şeyler başaracaksa yaşı ne olursa olsun önce taklit eder, önce hayran olur, önce bir şeyin peşinden koşar.

Mühim olan bir şeylerin ya da birilerinin fanı olmak değildir: kimin ya da neyin fanı olduğumuzdur. Çocukluğum, ergenliğim ve şimdi gençliğim boyunca hep aynı kişilerin fanı oldum, bundan sonra da olacağım. Bugün eğer birtakım hayaller uğruna kalkıp devam edebiliyorsam, bunun sebebi onlardır zira.

Kaliteli insanların fanı olun, kaliteli fikirlerin. Fan olmak zarar değildir ama siz eğer lüzumsuz insanların bir zamanlar fanı olduğunuz için kendinizi eleştiriyorsanız, muhtemelen şu an da da başka birtakım gereksiz insanların peşinde koşuyorsunuz demektir.

İdol da tıpkı aşk gibi doğru insanı bulabilmekten geçiyor. Herkesin bir gün doğru idolü bulması temennisiyle…

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol