Şikayet ettiğimiz durumları değiştirme sorumluluğu, inisiyatifi ve kudreti bizim elimizde. Günah keçisi mi arıyorsun? Aynaya bak.
Hangisi daha iyi ya da faydalı tartışması yapmak şimdiye kadar boşuna okumuşuz anlamı taşıdığı için pas geçeyim. Hiçbir bölüm yoktur ki gereksiz olsun veya “yatıyor” olsun.
Klinisyenlik genel olarak (ve pratik olarak) bir hekimlik mesleği iken cerrahlık daha çok bir yaşam tarzı demek oluyor. Baktığınız zaman bunu kolaylıkla görebilirsiniz. Cerrahinin hem kendine çeken hem de iten bir yapısı var bu nedenle. Asistanlığı görece çok daha zor ve mobbing barındırıyor. Yer yer insanın gururunu incitecek durumlar yaşatıyor. Tüm bunlara karşı bağışık olmak ve kaldırabilecek karakterde olanlar seviyorsa rahat bir şekilde cerrah olabilirler.
Ama çok klasik bir tanımlama ile gece uyandırılmak istemeyen, haftasonunu kendine ve ailesine ayırmak isteyen de klinisyenliğe daha yakın oluyor.
Bu durum birini diğerinden daha önemli yapmaz tabi ki ama gün sonunda en önemli tercih ben kendimi nerede daha tatmin hissederim ve ben yeri geldiğinde bu tatminlik için gecemi, haftasonumu verebilir miyim olmalı. Bu soruların cevabı sizi zaten doğru yere götürür.
İşin içinde bir süre kalındığında fark ettiğimiz en önemli gerçeklerden biri şu ki, her cerrah büyük adam değil ve yapılan her operasyon da büyük operasyon değil. Gerçekten çok başarılı ve eşsiz bir cerrah olmanın bedeli ile gerçekten sizi zirvelere taşıyacak ve belki binlerce insanın hayatına dokunmanızı sağlayacak bir klinisyen olmanın bedeli birbirinden çok Farklı değil.
O yüzden başa dönelim: ne kadar stresi kaldırabiliriz, nerede daha çok tatmin oluruz ve bunun karşılığında neleri feda edebiliriz. Bir anlık hevesle söylenmiş cevaplardan ziyade intern dönemini yaşarken ve görülmesi gereken şeyleri görüp edinilmesi gereken tecrübeleri edindikten sonra vereceğimiz cevaplar bizi doğru yere götürecektir.
Klinisyenlik genel olarak (ve pratik olarak) bir hekimlik mesleği iken cerrahlık daha çok bir yaşam tarzı demek oluyor. Baktığınız zaman bunu kolaylıkla görebilirsiniz. Cerrahinin hem kendine çeken hem de iten bir yapısı var bu nedenle. Asistanlığı görece çok daha zor ve mobbing barındırıyor. Yer yer insanın gururunu incitecek durumlar yaşatıyor. Tüm bunlara karşı bağışık olmak ve kaldırabilecek karakterde olanlar seviyorsa rahat bir şekilde cerrah olabilirler.
Ama çok klasik bir tanımlama ile gece uyandırılmak istemeyen, haftasonunu kendine ve ailesine ayırmak isteyen de klinisyenliğe daha yakın oluyor.
Bu durum birini diğerinden daha önemli yapmaz tabi ki ama gün sonunda en önemli tercih ben kendimi nerede daha tatmin hissederim ve ben yeri geldiğinde bu tatminlik için gecemi, haftasonumu verebilir miyim olmalı. Bu soruların cevabı sizi zaten doğru yere götürür.
İşin içinde bir süre kalındığında fark ettiğimiz en önemli gerçeklerden biri şu ki, her cerrah büyük adam değil ve yapılan her operasyon da büyük operasyon değil. Gerçekten çok başarılı ve eşsiz bir cerrah olmanın bedeli ile gerçekten sizi zirvelere taşıyacak ve belki binlerce insanın hayatına dokunmanızı sağlayacak bir klinisyen olmanın bedeli birbirinden çok Farklı değil.
O yüzden başa dönelim: ne kadar stresi kaldırabiliriz, nerede daha çok tatmin oluruz ve bunun karşılığında neleri feda edebiliriz. Bir anlık hevesle söylenmiş cevaplardan ziyade intern dönemini yaşarken ve görülmesi gereken şeyleri görüp edinilmesi gereken tecrübeleri edindikten sonra vereceğimiz cevaplar bizi doğru yere götürecektir.
Başlangıçta dahiliye ve pediatri almanın dezavantaj oluşturduğu fikrine şiddetle itiraz edeceğim. Stajlar hocaların bizden hıncını çıkardığı programlar değil. İlk başta kalanların fazla olmasının nedeni de büyük oranda irregülerler. Genelde bir grup öğrenci o stajları tekrar tekrar alıyor her seferinde ve bu da sene başlarına denk düşüyor. sıkı tutulmasının nedeni de doğal olarak gevşemenin önüne geçmek.
Dahiliye okulumuzda görece (Pediatriye nazaran) daha kolay geçilen bir staj. Pediatrinin kalma oranının fazla olmasının en önemli nedeni ise bir staj programı ve müfredat olarak diğer tüm dönemlerin ve stajların aksine ezberci bir metottan ziyade “yaklaşımcı”, “semptomatik” ve “semiyolojik” bir eğitim vermesi. Biz öğrenciler bu metoda yabancı olduğumuz için genellikle daha çok zorlanıyor ve kalıyoruz. Örneğin başta dahiliye olmak üzere tüm komiteler ve stajlar hep hastalık ya da bir patoloji, patofizyoloji, hastalık nedeni, tedavi yöntemleri anlatıp sorarken pediatri hep bir semptomu ana konusu ve başlığı haline getirip bunu hastalıkla neticelendiriyor.
Klasik bir öğrenci çok rahat bir hastalığın semptomlarını sayabilirken, pediatride bir semptomun hangi hastalıklarla ilişkilendirilmesi gerektiğini çalışıyor. Örneğin en basit görünen ama en önemli konularından biri olan ateş konusunu “ateşli çocuğa yaklaşım” olarak ele alıyor. Gis hastalıklarını sıralamak yerine “karın ağrısına yaklaşım” şeklinde ele alıyor. Yer yer böyle semiyolojik bir bakış açısı sunması hem daha pratik oluyor hem de pediatriye diğer staj ve komitelere çalıştığımız gibi çalışmayı güç koşarak daha karmaşık bir hale getiriyor.
Küçük stajlar ile başlamış ve gerçekten mümkün mertebe seneyi verim alarak geçirmeye çalışmış biri olarak anamnez almayı Mayıs ayında öğrenmek gerçekten çok talihsiz bir hadise olmuştu benim için. Çünkü bunu eksiksiz ve özenle anlatan yegane staj dahiliye. Muayene ve temel becerileri de yine aynı şekilde dahiliye (ve genel cerrahi) en iyi anlatıyor.
Derdiniz stajları geçmek olursa geçersiniz ama gerçekten öğrenmek, not okumaktan ziyade hastayı okumak olursa (tekrardan tersten başlamış ve küçükleri önce almış biri olarak söylüyorum) en iyi sıralama dahiliyeden başlayarak gitmektir. Bunu sırasıyla pediatri ve genel cerrahi takip ediyor.
Konu çok uzun olması bakımından benim dönem 4 ve 5 için çıkardığım ders şu ki, staj geçmek isterseniz şansınız bir kötü gider iki kötü gider ama en sonunda kayıpsız veya az kayıpla geçersiniz. Ama derdiniz ve birinci önceliğiniz hastaya yaklaşmak, hastayı okumak veya hastaya dokunmak değilse en iyi notlarla geçmiş olsanız bile verimsiz geçmişsiniz demektir.
Dahiliye okulumuzda görece (Pediatriye nazaran) daha kolay geçilen bir staj. Pediatrinin kalma oranının fazla olmasının en önemli nedeni ise bir staj programı ve müfredat olarak diğer tüm dönemlerin ve stajların aksine ezberci bir metottan ziyade “yaklaşımcı”, “semptomatik” ve “semiyolojik” bir eğitim vermesi. Biz öğrenciler bu metoda yabancı olduğumuz için genellikle daha çok zorlanıyor ve kalıyoruz. Örneğin başta dahiliye olmak üzere tüm komiteler ve stajlar hep hastalık ya da bir patoloji, patofizyoloji, hastalık nedeni, tedavi yöntemleri anlatıp sorarken pediatri hep bir semptomu ana konusu ve başlığı haline getirip bunu hastalıkla neticelendiriyor.
Klasik bir öğrenci çok rahat bir hastalığın semptomlarını sayabilirken, pediatride bir semptomun hangi hastalıklarla ilişkilendirilmesi gerektiğini çalışıyor. Örneğin en basit görünen ama en önemli konularından biri olan ateş konusunu “ateşli çocuğa yaklaşım” olarak ele alıyor. Gis hastalıklarını sıralamak yerine “karın ağrısına yaklaşım” şeklinde ele alıyor. Yer yer böyle semiyolojik bir bakış açısı sunması hem daha pratik oluyor hem de pediatriye diğer staj ve komitelere çalıştığımız gibi çalışmayı güç koşarak daha karmaşık bir hale getiriyor.
Küçük stajlar ile başlamış ve gerçekten mümkün mertebe seneyi verim alarak geçirmeye çalışmış biri olarak anamnez almayı Mayıs ayında öğrenmek gerçekten çok talihsiz bir hadise olmuştu benim için. Çünkü bunu eksiksiz ve özenle anlatan yegane staj dahiliye. Muayene ve temel becerileri de yine aynı şekilde dahiliye (ve genel cerrahi) en iyi anlatıyor.
Derdiniz stajları geçmek olursa geçersiniz ama gerçekten öğrenmek, not okumaktan ziyade hastayı okumak olursa (tekrardan tersten başlamış ve küçükleri önce almış biri olarak söylüyorum) en iyi sıralama dahiliyeden başlayarak gitmektir. Bunu sırasıyla pediatri ve genel cerrahi takip ediyor.
Konu çok uzun olması bakımından benim dönem 4 ve 5 için çıkardığım ders şu ki, staj geçmek isterseniz şansınız bir kötü gider iki kötü gider ama en sonunda kayıpsız veya az kayıpla geçersiniz. Ama derdiniz ve birinci önceliğiniz hastaya yaklaşmak, hastayı okumak veya hastaya dokunmak değilse en iyi notlarla geçmiş olsanız bile verimsiz geçmişsiniz demektir.
Sizin dönemde tutum nasıldı bilmem ama bu sene adaletsizliğin kitabı yazıldı
Doğrudur tabi her detayıyla her şeyi bilemeyiz ama büyüklerden başlamak genel olarak avantajdır
Anlamak için sevmek, sevmek için iştigal etmek gerekir. İnsan meşgul olduğu şeyi sever. Sevmek bir maruziyet arazıdır zira. Sever ki meşgul olur. Meşgul olur ki kendini verir, verdiği için de erbabı olur. Bu yüzden eğer sevemiyorsa iştigal etmeli ve kendini maruz bırakmalıdır ki sevsin.
Bilgi midir bilmem ama insan fizyoloji bilgisinin ve fenninin abartısız %60'ı su, sodyum, potasyum, kalsiyum, klor ve magnezyumun çevre ve birbiri ile ilişkilerinden ibarettir.
Canlı yaşamı her ne kadar karbon temelli olsa bile karbon genellikle bir taş misali kalıptan oluşurken bu taşları hareket ve devinim ettirerek yaşamasını sağlayan büyük çoğunlukla su ve 4-5 inorganik elementin hareketi oluyor.
Bu iyonların ne olduğu ve ne tür tepkimeler meydana getirdiğini biyokimya, nasıl ilişkiler kurduğunu ve devinim ederek nasıl bir organizma meydana geldiğini fizyoloji, bunun pürüzlerini patoloji, düzeltmek için kullanılan doğal ve yapay benzerlerini farmakoloji işler.
Temelde tıbbı anlamın yolu su ve bu iyonları anlamak ve bu mekanizmaları birbiriyle ilişkilendirmekten geçiyor.
Canlı yaşamı her ne kadar karbon temelli olsa bile karbon genellikle bir taş misali kalıptan oluşurken bu taşları hareket ve devinim ettirerek yaşamasını sağlayan büyük çoğunlukla su ve 4-5 inorganik elementin hareketi oluyor.
Bu iyonların ne olduğu ve ne tür tepkimeler meydana getirdiğini biyokimya, nasıl ilişkiler kurduğunu ve devinim ederek nasıl bir organizma meydana geldiğini fizyoloji, bunun pürüzlerini patoloji, düzeltmek için kullanılan doğal ve yapay benzerlerini farmakoloji işler.
Temelde tıbbı anlamın yolu su ve bu iyonları anlamak ve bu mekanizmaları birbiriyle ilişkilendirmekten geçiyor.
Üzme kısmını bilemem orası göreceli; ne kadar üzülmüş, üzülmüş gibi yapmış, vicdan yaptırmaya mı çalışmış…
Şu bir gerçektir ki ama anne-baba bedduası almış kişinin sırtı doğrulmaz. Üzmemeye çalışmak evladır ama beddua almaktan köşe bucak kaçmak şarttır. Hiçbir anne-baba çocuğunun kötülüğünü istemez ve bir evlat nadiren daha doğru düşünebilir. Çünkü doğru, sosyokültürel seviyeden çok görgü, tecrübe ve yaşla birlikte değişen bir kavramdır. Öteki türlüsü ise başkadır. Akla mantığa ve deneye dayanan doğrular daha doğru bir yaşam için gerekli olabilir ama daha doğru bir yaşam tarzı için bir cevap teşkil etmez.
Şu bir gerçektir ki ama anne-baba bedduası almış kişinin sırtı doğrulmaz. Üzmemeye çalışmak evladır ama beddua almaktan köşe bucak kaçmak şarttır. Hiçbir anne-baba çocuğunun kötülüğünü istemez ve bir evlat nadiren daha doğru düşünebilir. Çünkü doğru, sosyokültürel seviyeden çok görgü, tecrübe ve yaşla birlikte değişen bir kavramdır. Öteki türlüsü ise başkadır. Akla mantığa ve deneye dayanan doğrular daha doğru bir yaşam için gerekli olabilir ama daha doğru bir yaşam tarzı için bir cevap teşkil etmez.
emlak sektörünün fahiş olduğu hiçbir ülke gelişmiş ve medeni sayılamaz. Vatandaşının yaşayacağı evinden gelir elde etme üzerine kurulu hiçbir düzen de kalkınma vaadedemez.
Kiraların ve/veya ev fiyatlarının konuşulmadığı bir Türkiye, bana kalırsa gerçekten gelişen bir Türkiye'nin başlangıcı olacak.
Kiraların ve/veya ev fiyatlarının konuşulmadığı bir Türkiye, bana kalırsa gerçekten gelişen bir Türkiye'nin başlangıcı olacak.
Henüz zamanı değil.
Hayır ben şunu anlamıyorum; her zaman herkese kendini açıklamak zorundasın. Yok efendim “hiç konuşmadan beni anlasınlar.” Niye? Karşındaki müneccim mi? Akıl okuma yeteneği mi var? Ya da sen karşındaki kendini anlatmadan kalbinin aklının içini mi görebiliyorsun?
İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa. Dinleyeceksin, o kendini anlatacak; kendini anlatacaksın, o dinleyecek. Karşındaki kim olursa olsun. İster dost, ister düşman.
İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa. Dinleyeceksin, o kendini anlatacak; kendini anlatacaksın, o dinleyecek. Karşındaki kim olursa olsun. İster dost, ister düşman.
Bu sözü birkaç kere kullandım, bir daha kullanmayı düşünmüyorum. Umarım kullanmam da.
Hayatta herkesin bir başarısızlığı vardır. Benim de.
başarısızlık, elimizde olan imkanlar kadardır diye düşünüyorum sayın inthebleakmidwinter.
Tıpçıların da halk eğitimini bilmemesi diyerek konuyu yeni bir seviyeye taşıyorum.
İnsanı kendine getirir. Şu an da olduğu gibi…
Başarılı da olsa başarısız da, bir noktadan sonra hiçbir anlam ifade etmeyen bir kavram. Başınıza böyle bir şey gelmişse ne sevinçten havalara uçun ne de üzüntüden kendinizi heder edin. Bir süre sonra hatırlanmayacak zaten.
Tüm yazarlarımızın ve arkadaşlarımızın Ramazan bayramı mübarek olsun, nice birlikte bayramlara 🍬🍬
Bu bayramın bir amacı vardır; bayram olsun diye bayram değildir. 14 Mart, mücadelenin bayramıdır, yaşatma ve yaşama mücadelesinin, bu uğurda can verenlerin bayramıdır. 14 Mart, bu topraklarda kalarak, bu ülkenin insanına hizmet vererek kutlanır, kutlanmalıdır.
Dışarıdan kim kucak açarsa açsın, içeriden kim kovarsa kovsun; 14 Mart bu toprağı sahiplenen hekimlerindir!
Dışarıdan kim kucak açarsa açsın, içeriden kim kovarsa kovsun; 14 Mart bu toprağı sahiplenen hekimlerindir!
Her şey akar; su, tarih, yıldız, insan ve fikir. Oluklar çift: birinden Nur akar birinden kir.
Önemli olan her şeyin geçmesi değil sanki.
Önemli olan her şeyin geçmesi değil sanki.
Baştan mı, sıfırdan mı yoksa yeniden mi olduğuna göre değişen bir durum.
"Sil baştan başlamak gerek bazen" demiş şebnemcim ferahcım.
"Yarın başlamak" da olabilir ben genelde öyle yapıyorum
Ruhların uzaklığından kaynaklanır.
Ben kızlardan çok anlamam, kızlar da berklerden çok anlamaz. Ama ben berklerden baya iyi anlarım. Neticede işim bu.
Kimse zorunda olduğumuzu iddia etmiyor zaten, eden varsa da dikkate değmez. İnsan kendini mecbur görmüyorsa başka kimse mecbur da bırakamaz. Ama bizi biz yapan ne? Sanırım asıl sorulacak soru bu olur.
Uzun uzun yazmayayım anlayan anlar:
Yüklemiyoruz, fark ediyoruz. Ahlak, idrak edilir, taklit edilmez.
Yüklemiyoruz, fark ediyoruz. Ahlak, idrak edilir, taklit edilmez.
Osmanlı'nın çöküş sebeplerini anlatıyordu. Bir ders anlattı, bir sürü madde saydı, açıkladı, yorumladı. Bir taraftan bizim de bir nedensellik içerisinde konuyu kavramamız için uğraşıyordu. Her şey bittikten sonra döndü, biraz baktı ve ekledi:
“Osmanlı'yı bunların hiçbiri batırmadı, tek bir sebep var, o da insan unsurunun bozulması.”
Ben yıllardır bu kalıbı hiç unutmam: “insan unsurunun bozulması.”
Ha devlet yıkılmış yenisi kurulmuş, ha yeni yeni sistemler denenmiş, ha yasalar çıkarılmış, hepsi suni sebepler, suni çözümler…
İnsan insan olmadıkça.
Her bireyin mutlaka ders çıkarması gereken bir cümledir bu. Özellikle neden bu halde olduğumuzu sorgulayanların: nitekim cevap aynada gördüğümüzde saklı olacak.
“Osmanlı'yı bunların hiçbiri batırmadı, tek bir sebep var, o da insan unsurunun bozulması.”
Ben yıllardır bu kalıbı hiç unutmam: “insan unsurunun bozulması.”
Ha devlet yıkılmış yenisi kurulmuş, ha yeni yeni sistemler denenmiş, ha yasalar çıkarılmış, hepsi suni sebepler, suni çözümler…
İnsan insan olmadıkça.
Her bireyin mutlaka ders çıkarması gereken bir cümledir bu. Özellikle neden bu halde olduğumuzu sorgulayanların: nitekim cevap aynada gördüğümüzde saklı olacak.
Ağırlıklı olarak Söyleyecek bir şeyleri olmayanların platformudur.
İki yüzlülük değildir ancak ben ünvan denmesinden ziyade makam denmesini tercih ediyorum ve makamlar tüzel kişileri temsil ederler.
Kişi, o makamın hacmini dolduramıyor olabilir ama o makam her halükarda saygıyı gerektirir.
Bu saygı, eleştirelliği ortadan kaldıran bir durum da olmamalıdır. Makamına saygı duyduğum pek çok insanı çeşitli şekillerde eleştirmişliğim olmuştur zira.
Çünkü eleştirmek başka, saygısızlık başkadır. Sevip sevmemek ise bambaşka bir nokta ve burada konumuz değil. Sadece sevdiklerimize saygı duyacaksak ya sevgimizde ya saygımızda bir kusur vardır.
Kişi, o makamın hacmini dolduramıyor olabilir ama o makam her halükarda saygıyı gerektirir.
Bu saygı, eleştirelliği ortadan kaldıran bir durum da olmamalıdır. Makamına saygı duyduğum pek çok insanı çeşitli şekillerde eleştirmişliğim olmuştur zira.
Çünkü eleştirmek başka, saygısızlık başkadır. Sevip sevmemek ise bambaşka bir nokta ve burada konumuz değil. Sadece sevdiklerimize saygı duyacaksak ya sevgimizde ya saygımızda bir kusur vardır.
Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz
İnsan her gün gördüğü halde bile unutabiliyor bazı yüzleri. Yüzünün ne surette olduğunu değil, bizatihi “çehresini” unutur insan göz göre göre.
Sevgi eğer bir anlam yükleme biçimi ise, yüklediğiniz anlamı yitirdikçe unutursunuz bazı yüzleri, bazı sesleri. Uzaktan uzağa gelir kulağınıza; bazı bazı kesilir büsbütün.
Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Elbet unutulacak her şey bir gün. Unutmak değil de unuttuğunuzun farkına varmak yaralar sizi.
Unutan, iyileşir.
Sevgi eğer bir anlam yükleme biçimi ise, yüklediğiniz anlamı yitirdikçe unutursunuz bazı yüzleri, bazı sesleri. Uzaktan uzağa gelir kulağınıza; bazı bazı kesilir büsbütün.
Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Elbet unutulacak her şey bir gün. Unutmak değil de unuttuğunuzun farkına varmak yaralar sizi.
Unutan, iyileşir.
Bir bebek ilk kelimesini ortalama bir yaş civarında söyler. Bu ne demektir bilir misiniz? 1 yıl boyunca hiç konuşmadan sadece dinlemiş demektir. Veyahut bir çocuk ilk adımını atana kadar kaç kişiyi yürürken izlemiş ve kaç kere doğrulduğu anda yere kapaklanmıştır. Ya da unutun, bir çocuğun sorabileceği soruları söyleyin bana kaç yetişkin sorabilir?
İnsan eğer bir şeyler başaracaksa yaşı ne olursa olsun önce taklit eder, önce hayran olur, önce bir şeyin peşinden koşar.
Mühim olan bir şeylerin ya da birilerinin fanı olmak değildir: kimin ya da neyin fanı olduğumuzdur. Çocukluğum, ergenliğim ve şimdi gençliğim boyunca hep aynı kişilerin fanı oldum, bundan sonra da olacağım. Bugün eğer birtakım hayaller uğruna kalkıp devam edebiliyorsam, bunun sebebi onlardır zira.
Kaliteli insanların fanı olun, kaliteli fikirlerin. Fan olmak zarar değildir ama siz eğer lüzumsuz insanların bir zamanlar fanı olduğunuz için kendinizi eleştiriyorsanız, muhtemelen şu an da da başka birtakım gereksiz insanların peşinde koşuyorsunuz demektir.
İdol da tıpkı aşk gibi doğru insanı bulabilmekten geçiyor. Herkesin bir gün doğru idolü bulması temennisiyle…
İnsan eğer bir şeyler başaracaksa yaşı ne olursa olsun önce taklit eder, önce hayran olur, önce bir şeyin peşinden koşar.
Mühim olan bir şeylerin ya da birilerinin fanı olmak değildir: kimin ya da neyin fanı olduğumuzdur. Çocukluğum, ergenliğim ve şimdi gençliğim boyunca hep aynı kişilerin fanı oldum, bundan sonra da olacağım. Bugün eğer birtakım hayaller uğruna kalkıp devam edebiliyorsam, bunun sebebi onlardır zira.
Kaliteli insanların fanı olun, kaliteli fikirlerin. Fan olmak zarar değildir ama siz eğer lüzumsuz insanların bir zamanlar fanı olduğunuz için kendinizi eleştiriyorsanız, muhtemelen şu an da da başka birtakım gereksiz insanların peşinde koşuyorsunuz demektir.
İdol da tıpkı aşk gibi doğru insanı bulabilmekten geçiyor. Herkesin bir gün doğru idolü bulması temennisiyle…
Bulunmamasını açıklayamayabilirim ancak aranmasının sebebi insanın evrimsel bir deformitesidir. Önümüzdeki 3 asır içerisinde rudimente olacağını öngördüğüm bir davranış paterni.
2m olan bir erkek arkadaşımın 21 yaşında bel fıtığı var, taş devrinde kendisinin daha işlevsel olabileceğini ancak şu anda uzun boyun gereksiz eziyet olduğunu söylüyor:)
Bazı şeyleri aşmak lazım sayın ruhsuz ;)
Haklsınız :)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?