yine balkon, müzik ve çilekli kefir.
"yazar" isimli yazarımızın son entrysi aklıma lisedeki sınıf panomuzu getirdi. herkes panoya bir şeyler asardı. saçma sapan sözler (mesela "söz sükutsa gümüş altındır." vb), yaptığımız resimler, boyamalar vs. sanki lise sınıfının değil de anaokulu sınıfının panosu gibiydi panomuz. rengarenk ve çok güzeldi. saçma sapan resimler yapıp panoya asmayı özledim :((
ne alaka diyeceksiniz ama aklıma devlerin soğana benzediği geldi:
Shrek: Ogres are like onions.
Donkey: They stink?
Shrek: Yes. No.
Donkey: Oh, they make you cry.
Shrek: No.
Donkey: Oh, you leave em out in the sun, they get all brown, start sproutin' little white hairs.
Shrek: No. Layers. Onions have layers. Ogres have layers. Onions have layers. You get it? We both have layers.
Donkey: Oh, you both have layers. Oh. You know, not everybody like onions.
Shrek: Ogres are like onions.
Donkey: They stink?
Shrek: Yes. No.
Donkey: Oh, they make you cry.
Shrek: No.
Donkey: Oh, you leave em out in the sun, they get all brown, start sproutin' little white hairs.
Shrek: No. Layers. Onions have layers. Ogres have layers. Onions have layers. You get it? We both have layers.
Donkey: Oh, you both have layers. Oh. You know, not everybody like onions.
İngilizce'de deniz kabuğu manasına gelen kelime. shell isimli petrol-doğalgaz şirketinin logosu da deniz kabuğu şeklinde.
bir yerde okuduğum bilgiye göre önceden deniz kabuğu satan bir şirketmiş daha sonra sahilde deniz kabuğu ararken petrol bulmuşlar sonra da bu işe girmişler yazıyordu.ama ne kadar doğru bilemiyorum.
Wow doğruysa baya iyiymiş
eti karam gurme bir zamanlar favori çikolatalarımdan biriydi. oldukça keskin bir tadı var bu nedenle yediğinizde gerçekten çikolata yediğinizi hissediyorsunuz, içinizdeki o çikolata isteğini dindirebilen bir tadı var yani. özellikle filtre kahvenin yanında çok güzel gidiyor. böyle kahvenin sıcaklığıyla eriyor filan ya, bayağı lezzetli oluyor.
rengi, görüntüsü ve kokusu güzel bir çiçek. fark ettim de çok uzun zamandır hiç leylak görmüyorum. eskiden mevsimi geldiği zaman sınıftakilerin öğretmene getirdiğini hatırlıyorum. bir de hatırladığım kadarıyla içi hep böcekli olurdu.
Duam belli duyan belli..
Balkonda oturuyor, müzik dinliyor ve çilekli kefir içiyor.
sınav zamanları son güne tonlarca konu bıraktığım için mecbur kaldığımdır. zaten son gün, elimden gelenin en iyisini yapayım, sabaha kadar ne kadar çok konuya baksam o kadar iyi diye düşünüyorum. o gece sabahlayacaksam öğleden sonra biraz uyuyorum genelde. uykusuzluk sınav esnasında bir problem çıkarmıyor ama sabahladığım günlerde sınav bittikten sonra bile uykusuz olmama rağmen uyumakta zorluk çekiyorum. yani düzenimi biraz bozabiliyor ama sabahlayarak çalıştığım sınavlardan çok yüksek notlar almışlığım var o yüzden buna değer.
not: bu bir tavsiye yazısı değildir. düzenli çalışıp son güne bir ton konu bırakmamak ve dolayısıyla sabahlamak zorunda kalmamak en güzelidir.
not: bu bir tavsiye yazısı değildir. düzenli çalışıp son güne bir ton konu bırakmamak ve dolayısıyla sabahlamak zorunda kalmamak en güzelidir.
filmler ve filimler (sanırım isimlerini Movies and Moovieez olarak değiştirmişler). eleştirel parodilerini çok eğlenceli buluyorum. bir tanesini izlerseniz muhtemelen kendinizi sabaha kadar parodi izlerken bulursunuz.
hani yurt dışından uyuşturucu kaçakçılığı yapıyorlar ya, belgesellerde filan izliyorum ve o psikolojiyi merak ediyorum. hedef şu: bir avrupa ülkesinden yola çıkmak, uyuşturucuyu almak için bir güney amerika ülkesine gidip tekrar yola çıktığım avrupa ülkesine dönmek. üzerimdeki ya da bavulumdaki uyuşturucuyla havalimanına girmek, uçağa binmek vs durumlarındaki o stresi yaşamak istiyorum. ama tabi başarısız olursam başıma bir şey gelmesin, simülasyon gibi bir şey olsun yani. yakalanınca direkt bıraksınlar beni.
aslında denemeyi çok istediğim ama birtakım hassasiyet ve takıntılarımdan dolayı cesaret edemediğim aktivite. babam ve kardeşlerim ara ara kampa giderler. evde çadırlarımız, uyku tulumlarımız, kamp için gerekli olabilecek her türlü malzememiz var. bana diyorlar sen de gel bizimle diye ama hassasiyetlerim nedeniyle sıkıntı yaşayacağımı düşünerek reddediyorum hep. kendi içimde bunları çözmeyi başarırsam bir gün deneyeceğim inşallah.
tam da şu an yapmakta olduğum aktivite. havaların ısınmasıyla bağımlılık haline gelmeye başladı. ders çalışıyorum, dışarıyı izliyorum, müzik dinliyorum, çay içiyorum. her şeyden önemlisi karanlıkta tek başıma kafamı dinliyorum.
ehliyet için ders alırken hoca sürekli yavaşlamam için uyarırdı, sanırım bende de var birazcık bu tutkudan. çok iyi bir sürücü olmadığım için fazla cesaret edemem hız yapmaya ama sürücü başkasıyken hızlı gitmeyi çok severim. insanı canlı hissettiren bir şey.
bobby duke arts: çok yetenekli bir adam. farklı nesneler kullanarak çok güzel sanatsal çalışmalar yapıyor. örneğin paslı bir çiviyi harika ötesi minik bir kılıca dönüştürüyor, plastik çatal bıçaklardan peygamber devesi yapıyor, taşları ve tahtaları oyarak ortaya çok estetik şeyler çıkarıyor.
chad zuber: primitif yaşam videoları seviyorsanız tavsiye ederim. primitif kulübe, ocak vs yaptığı videoları var. aynı zamanda doğadan topladığı bitkilerle çeşitli yiyecek ve içecekler hazırlıyor. genel olarak primitif yaşam ve doğada hayatta kalma üzerine videolar diyebilirim. ayrıca videoları görsel ve işitsel açıdan keyif ve huzur verici. çekim tarzı yönünden de hoşuma gidiyorlar.
chad zuber: primitif yaşam videoları seviyorsanız tavsiye ederim. primitif kulübe, ocak vs yaptığı videoları var. aynı zamanda doğadan topladığı bitkilerle çeşitli yiyecek ve içecekler hazırlıyor. genel olarak primitif yaşam ve doğada hayatta kalma üzerine videolar diyebilirim. ayrıca videoları görsel ve işitsel açıdan keyif ve huzur verici. çekim tarzı yönünden de hoşuma gidiyorlar.
hayatında hiç gerçek mutluluğu tatmamış insandır. kendisi mutsuz olduğu için herkes mutsuz olsun ister. başkalarının mutsuzluğunu, kendi mutsuzluğunu örtmek için kullanır. genelde hayatta hiçbir başarısı olmayan niteliksiz kişilerdir.
hayalimde çok farklı alanlardan bir sürü meslek var. ve sanırım hepsi sadece "hayalimde" olabilecek meslekler. aklıma gelenleri yazayım:
1-en çok fbı'ın behavioral analysis unit'inde (davranışsal analiz birimi) profil uzmanı olmak isterdim.
2-tır şoförlüğü. gece gündüz tek başıma yolculuk yapmak isterdim. çok yorucu bir iş olduğuna eminim ama isterdim yine de.
3-tekstil üzerine bir marka kurmak ve markamın hem tasarımcısı hem yöneticisi olmak isterdim. piyasaya tutunmak zor tabi o yüzden başarılı olabileceğime dair pek inancım yok. zaten tasarım üzerine bir yeteneğim de yok. tarzıma da çok güveniyor değilim ama özellikle sevdiğim kumaşlar ve hoşuma giden giysi modelleri var. göz zevkime ve kalite anlayışıma göre güzel şeyler ortaya çıkarabilirdim diye düşünüyorum.
4-savaş fotoğrafçılığı. bunu çok istediğimden emin değilim, fiziksel ve psikolojik açıdan çok zor bir iş ama bu tür konularda medyanın ne kadar önemli olduğunu biliyoruz, o yüzden önemli bir meslek tabi.
5-parfüm tasarımcılığı. bu konuda da yeteneğim olduğunu iddia edemem, kendimce bir güzel koku anlayışım var o kadar.
1-en çok fbı'ın behavioral analysis unit'inde (davranışsal analiz birimi) profil uzmanı olmak isterdim.
2-tır şoförlüğü. gece gündüz tek başıma yolculuk yapmak isterdim. çok yorucu bir iş olduğuna eminim ama isterdim yine de.
3-tekstil üzerine bir marka kurmak ve markamın hem tasarımcısı hem yöneticisi olmak isterdim. piyasaya tutunmak zor tabi o yüzden başarılı olabileceğime dair pek inancım yok. zaten tasarım üzerine bir yeteneğim de yok. tarzıma da çok güveniyor değilim ama özellikle sevdiğim kumaşlar ve hoşuma giden giysi modelleri var. göz zevkime ve kalite anlayışıma göre güzel şeyler ortaya çıkarabilirdim diye düşünüyorum.
4-savaş fotoğrafçılığı. bunu çok istediğimden emin değilim, fiziksel ve psikolojik açıdan çok zor bir iş ama bu tür konularda medyanın ne kadar önemli olduğunu biliyoruz, o yüzden önemli bir meslek tabi.
5-parfüm tasarımcılığı. bu konuda da yeteneğim olduğunu iddia edemem, kendimce bir güzel koku anlayışım var o kadar.
ah canlarım, ne yazık ki hiç sanmıyorum :) bugün sevgili yazarlarımızdan bir tanesini ifşaladım, kendisine mesaj attım kim olduğunuzu biliyorum diye. sonra yazarımız benim kim olduğumu sorunca ben de kendisine ismimi söyledim, sınıf arkadaşı olmamıza rağmen beni tanımıyor. yani resmi olarak hiç tanışmadık şimdiye kadar. demeye çalıştığım, adımı söylesem bile birçoğunuz tanıyamazsınız. eğer sınıf arkadaşımsanız sadece ismen filan biliyor olabilirsiniz.
not: yüzyüze hiç tanışmamış olduğum yazarımızı nasıl ifşaladığımı merak ediyor olabilirsiniz, bunun cevabı hala sırrını koruyor yani ben de tam olarak mantıklı bir açıklama yapamıyorum :)) küçük parçaları bir araya getirdiğimde aklımda beliriverdi diyelim :))
not: yüzyüze hiç tanışmamış olduğum yazarımızı nasıl ifşaladığımı merak ediyor olabilirsiniz, bunun cevabı hala sırrını koruyor yani ben de tam olarak mantıklı bir açıklama yapamıyorum :)) küçük parçaları bir araya getirdiğimde aklımda beliriverdi diyelim :))
Bahsedilen yazarım ;) kimse şaşırmamıştır diye düşünüyorum. ;)
:)))
sözlü sınav deneyimimin çok çok az olmasına rağmen "sözlü sınav" diye cevaplandırabileceğim başlık. cevabını bilmediğin bir soru soruluyor ve karşındaki hoca bir şeyler söylemeni bekliyor. "bilmiyorum hocam, bunu geçsek olmaz mı?" diyemiyorsun. yazılı sınavdaki gibi boş bırakıp veya herhangi bir şıkkı işaretleyip geçemiyorsun. ya da mesela yazılı sınavı iyi yapamadığında sadece düşük not alıyorsun ama sözlüde azar işitme riskin de var.
bir sürü şey çalışmışsın mesela ama hoca gidiyor, senin iyi çalışmadığın yerden soruyor. "hocam ben şunlara iyi çalışmıştım, ordan sorsanız.." diyesin gelse de diyemiyorsun. yazılı sınavda neredeyse her konudan soru geliyor soru sayısı fazla olduğu için ama sözlüde sadece iki üç soru soruluyor. şansına ne çıkarsa artık. yani bilmediklerini bildiklerinle telafi etme şansın çok düşük.
cevabını bildiğin bir şey soruluyor, sen cevap verdikçe hoca daha da detaya inip başka şeyler soruyor. doğru mu cevaplıyorsun, yanlış mı cevaplıyorsun ondan bile emin olamıyorsun çünkü hoca ona da bir tepki vermeyebiliyor. zaten streslisin, hocaların karşısında iyice geriliyorsun, koşarak uzaklaşasın geliyor ama yapacak bir şeyin yok. kısacası elinden hiçbir şey gelmiyor. söz konusu çaresizlikse daha ne olsun...
bir sürü şey çalışmışsın mesela ama hoca gidiyor, senin iyi çalışmadığın yerden soruyor. "hocam ben şunlara iyi çalışmıştım, ordan sorsanız.." diyesin gelse de diyemiyorsun. yazılı sınavda neredeyse her konudan soru geliyor soru sayısı fazla olduğu için ama sözlüde sadece iki üç soru soruluyor. şansına ne çıkarsa artık. yani bilmediklerini bildiklerinle telafi etme şansın çok düşük.
cevabını bildiğin bir şey soruluyor, sen cevap verdikçe hoca daha da detaya inip başka şeyler soruyor. doğru mu cevaplıyorsun, yanlış mı cevaplıyorsun ondan bile emin olamıyorsun çünkü hoca ona da bir tepki vermeyebiliyor. zaten streslisin, hocaların karşısında iyice geriliyorsun, koşarak uzaklaşasın geliyor ama yapacak bir şeyin yok. kısacası elinden hiçbir şey gelmiyor. söz konusu çaresizlikse daha ne olsun...
hani kabuğunu içinden ayırmak için kesince kabuğun üstünde açık pembe renkli bir kısım kalır ya, işte o kısmını sevdiğim meyve. yani karpuzun kabuğuna en yakın olan kısmından bahsediyorum. kabuğu sıyırmak gibi düşünebiliriz. o kısım az şekerli olduğu için daha lezzetli geliyor. kıpkırmızı olan karpuzlar daha olgun ve tatlı oldukları için onları pek sevmem, içi açık kırmızı olanları tercih ederim. açıkçası benim için olmazsa olmaz bir meyve değil. bir iki sene öncesine kadar oldukça nadir yerdim zaten.( çekirdeksiz ve açık renkli olan kısımlarını seçerek )
çekirdekli olması büyük dezavantaj, bundan dolayı bayağı bir puan kırıyorum kendisinden. ayrıca iyi karpuz seçmek de marifet isteyen bir iştir. genellikle babalara bırakılan bir görev bu. eğer aldıkları karpuz iyi çıkarsa bununla övünmeyi de asla ihmal etmezler.
çekirdekli olması büyük dezavantaj, bundan dolayı bayağı bir puan kırıyorum kendisinden. ayrıca iyi karpuz seçmek de marifet isteyen bir iştir. genellikle babalara bırakılan bir görev bu. eğer aldıkları karpuz iyi çıkarsa bununla övünmeyi de asla ihmal etmezler.
en çok yeşil kabuklu olan ekşi versiyonunu sevdiğim meyve. çok tatlı, şekerli olanlarını sevmiyorum. bir de alırken ince kabuklu olanlardan almaya dikkat etmek lazım çünkü kabuğu kalın olanlar genellikle yeterince sulu olmuyorlar ve dolayısıyla pek lezzetli olmuyorlar.
Küçükken sevmediğim ve yemediğim, büyüdükçe kötü olmadığını fark edip sevmeye ve yemeye başladığım tatlı. Geçen gün canım bile çekmişti. Küçük clarice'e canının bir gün kabak tatlısı çekeceği söylense inanmazdı herhalde.
Toz almak. Islak bir bezle yapılmaya çalışıldığında tozlar yok olmuyor, sadece bir yerden başka bir yere taşınmış oluyorlar diye düşündüğüm için hiç sevmediğim bir işti. Defalarca silmek zorunda kalıyor(d)um. Sonra böyle yapmayı bıraktım. Elektrik süpürgesinin fırçalı minik başlığını kullanarak tozu alınması gereken yerleri süpürmeye başladım, böyle yapınca tozlar gerçekten yok oluyor.
Bu arada ev süpürmek, bulaşık yıkamak yorgun olmadığım ve keyfimin yerinde olduğu zamanlarda bana eğlenceli bile gelebiliyor. Kendi kendime bir şeyler düşüne düşüne, bazen müzik dinleyerek vs yapıyorum, keyifli oluyorlar :)
Bu arada ev süpürmek, bulaşık yıkamak yorgun olmadığım ve keyfimin yerinde olduğu zamanlarda bana eğlenceli bile gelebiliyor. Kendi kendime bir şeyler düşüne düşüne, bazen müzik dinleyerek vs yapıyorum, keyifli oluyorlar :)
sevince-erkin koray
bir sonraki kışa kadar giymeyecek olduğunuz montunuzun cebine 20-30 dolar ya da euro koyun. gelecek kışa kadar koyduğunuz parayı unutun (unutmak ne kadar mümkün bilemiyorum ama neyse). tekrar kış olduğunda ve o montu giydiğinizde koymuş olduğunuz parayı bulun ve mutlu olun.
not: tl koysanız da olur tabi, sonuçta montun cebinde bulunan para insanı her türlü mutlu eder ama değer kaybı olabileceğinden ötürü euro veya dolar dedim :(
not: tl koysanız da olur tabi, sonuçta montun cebinde bulunan para insanı her türlü mutlu eder ama değer kaybı olabileceğinden ötürü euro veya dolar dedim :(
Ortaokuldayken 8 lira unutmuştum. Yaa ben bulunca nasıl mutlu olmuştum anlatamam size😂
8 liraya bile o kadar sevindiyseniz bir de 20 euro'nun oluşturacağı hissi düşünün sayın ruhsuz :))
2.5 katından fazla sevineceğim kesin😂
Hic soranimiz yok 20 euron var mi diye
Benim yok açıkçası😂
Ne diyim şimdi, siz de haklısınız. Biriktircez o zaman jdjakakk. Yani sonradan sevinmek istiyorsak şimdi bir fedakarlıkta bulunmamız gerekiyo ne yazık ki :(
...
Egonomi cog iyi yienim
:'(
aklıma direkt zeynep ergül geliyor.
😂😂
yaşam felsefesi olarak "rızkımı veren hüda'dır, kula minnet eylemem" cümlesini benimsemiş muhteşem hayvan. peki neden muhteşem?
öncelikle temiz. iki lokma bir şey yese bile oturup üç saat kendini yalıyor temizlenmek için. pis şeylere temas etmiyor, uzaktan kokluyor neyin ne olduğunu anlamak için ve pis bir şey varsa hiç yaklaşmıyor ona. tuvaletini yapacağı yerin bile temiz olmasına dikkat ediyor, kum kutusundaki en temiz yeri bulup oraya yapıyor tuvaletini.
sonra asil ve özgüvenli. evde bir yürüyüşü var, sanki serengeti'de bir aslanmış gibi. kimseyi umursamıyor, sadece o sevmene izin verdiği zaman onu sevebilirsin, sen onu sevmek istediğinde değil. canı istemezse dokunmana bile izin vermez, canı istediğinde ise gelir oturur kucağına, sevdirir kendini.
acayip temkinli bir hayvan. uyurken bile kulaklar hep hazır vaziyette. yabancı olduğu bir şeyi detaylıca inceleyip güvenli olduğuna emin olmadan asla gardını indirmiyor. tabi 9 canlı olmasının en önemli nedenlerinden biri de bu.
yeteneklerine diyecek yok zaten. çatıya çıkar gezer, yerden metrelerce yüksekte balkon kenarlıklarında yürür ama en ufacık bir şey gelmez başına. ayrıca ev kedilerinin bu özelliğini sadece oyun oynarken görebilsek de çok iyi avcılar aslında.
diğer bir özelliği ise yaptığı her işi muazzam bir ciddiyetle yapması. bazen çok komik şeyleri bile öyle bir ciddiyetle yapıyor ki insanı kahkahalara boğuyor.
masumluğundan bahsetmezsek olmaz. kaç yaşında olursa olsun tüm kediler bebek gibi. kucağında bir kedi uyutsan tüm dertlerinden kurtulursun bir anda. öyle huzur verici bir şey.
benim bebeğimle birlikte tüm kediler, iyi ki varlar. kediler olmasa dünya çok daha kötü bir yer olurdu.
öncelikle temiz. iki lokma bir şey yese bile oturup üç saat kendini yalıyor temizlenmek için. pis şeylere temas etmiyor, uzaktan kokluyor neyin ne olduğunu anlamak için ve pis bir şey varsa hiç yaklaşmıyor ona. tuvaletini yapacağı yerin bile temiz olmasına dikkat ediyor, kum kutusundaki en temiz yeri bulup oraya yapıyor tuvaletini.
sonra asil ve özgüvenli. evde bir yürüyüşü var, sanki serengeti'de bir aslanmış gibi. kimseyi umursamıyor, sadece o sevmene izin verdiği zaman onu sevebilirsin, sen onu sevmek istediğinde değil. canı istemezse dokunmana bile izin vermez, canı istediğinde ise gelir oturur kucağına, sevdirir kendini.
acayip temkinli bir hayvan. uyurken bile kulaklar hep hazır vaziyette. yabancı olduğu bir şeyi detaylıca inceleyip güvenli olduğuna emin olmadan asla gardını indirmiyor. tabi 9 canlı olmasının en önemli nedenlerinden biri de bu.
yeteneklerine diyecek yok zaten. çatıya çıkar gezer, yerden metrelerce yüksekte balkon kenarlıklarında yürür ama en ufacık bir şey gelmez başına. ayrıca ev kedilerinin bu özelliğini sadece oyun oynarken görebilsek de çok iyi avcılar aslında.
diğer bir özelliği ise yaptığı her işi muazzam bir ciddiyetle yapması. bazen çok komik şeyleri bile öyle bir ciddiyetle yapıyor ki insanı kahkahalara boğuyor.
masumluğundan bahsetmezsek olmaz. kaç yaşında olursa olsun tüm kediler bebek gibi. kucağında bir kedi uyutsan tüm dertlerinden kurtulursun bir anda. öyle huzur verici bir şey.
benim bebeğimle birlikte tüm kediler, iyi ki varlar. kediler olmasa dünya çok daha kötü bir yer olurdu.
aklıma neşet ertaş'ı getiren kelime. (bkz: bozkırın tezenesi)
allah' ın cezası bir şeydir. bazen o kadar şiddetli bir hal alır ki, kafanızı duvarlara vurmak, saçlarınızı yolmak hatta ölmek istersiniz. küçüklüğümden beri takıntıları olan bir insanım. 8-9 yaşlarımdayken özellikle hijyenle alakalı takıntılarım vardı. ellerimi çok fazla yıkıyordum, kuruyup çatlıyorlardı, kanıyorlardı. kendi evimde bile kapı kollarına ve elektrik anahtarlarına elimle dokunamıyordum, kolumla açıyordum kapıları. tabi ailem de farkındaydı takıntılarımın, ayrıca sürekli tırnaklarımı filan da yiyordum. bu vb nedenlerle psikiyatriste götürmüşlerdi beni. yanlış hatırlamıyorsam ilaç da kullanmıştım o dönem.
neyse, büyüdükçe kapı kollarına vs dokunabilmeye başladım. ama takıntılarımdan tam anlamıyla kurtulamadım tabi. ara ara farklı şeyler üzerinden yokluyorlar beni hala ne yazık ki. dönemsel olarak takıntılarım tutabiliyor ve bazen zor zamanlar yaşıyorum onlar yüzünden ama diğer zamanlarda gayet "normal" oluyorum. sanırım özellikle boş olduğum zamanlarda geliyorlar. allah' a şükür ki sürekli benimle birlikte değiller.
obsesyonların garip tarafı şu, düşüncelerinizin çok saçma olduğunu biliyorsunuz hatta bazısı başkalarına anlatamayacağınız kadar saçma şeyler ama yine de kendinize engel olamıyorsunuz ve oluşturdukları rahatsız edici histen kurtulamıyorsunuz. işte burda devreye "kompulsiyon"lar giriyor. kompulsiyonlar, obsesyonların neden olduğu o rahatsız edici histen kurtulmak umuduyla yapılan tekrarlayıcı davranışlar. yani mesela bir şeyin kirli olduğunu düşünüyorsunuz ve bu sizi rahatsız ediyor, siz de bu rahatsızlıktan kurtulmak için o şeyi temizliyorsunuz. ama ne yazık ki bu kadar kolay değil kurtulmak. o şeyi temizlediniz ama beyniniz sizi sürekli dürtüklüyor, diyor ki "tamam onu temizledin ama temizlemeden önce o şey başka şeylere temas etmişti, yani artık onlar da kirli." sonra siz o şeyle temas etmiş şeyleri de temizliyorsunuz ama yine bitmiyor, beyniniz sürekli başka bir şey çıkarıyor. yok şöyle olmuştu böyle olmuştu derken, içinizin rahat edebilmesi için bir bakmışsınız saatler harcamışsınız. bazen "tamam artık her şeyi hallettim" diyorsunuz ve bir süreliğine kurtuluyorsunuz içinizdeki huzursuzluktan ama ne yazık ki birkaç gün sonra tekrar geri gelebiliyor rahatsız edici o his. o zaman her şeye başa dönmüş oluyor.
bazen de biriktirmeyle ilgili obsesyonlar olabiliyor. bir bakmışsınız kullanmadığınız halde bir sürü benzer şey almışsınız. ihtiyacınız olmadığını da biliyor gibisiniz aslında ama obsesyon işte. o huzursuzluktan kurtulmak için bu sefer o şeyden satın almanız gerekiyor.
bazen de somut şeyler üzerinden değil de düşünceler üzerinden işleyen takıntılar olabiliyor. o zaman da aklınızdaki şeyden kurtulmak için sürekli düşünüyorsunuz, aynı şeyleri tekrar tekrar. tam tatmin olduğunuzu zannederken bir bakmışsınız yine en başa dönmüşsünüz.
bazen diyorum ki "bu sadece bir takıntı, bunu düşünmeyeceğim" ya da kendimi ikna etmeye çalışıyorum bunun saçma bir şey olduğuna. ancak bunlar genelde işe yaramıyor açıkçası ya da çok kısa bir süreliğine işe yaramış gibi oluyorlar ama çoğunlukla en sonunda kendimi yine o tekrarlayıcı davranışları yaparken buluyorum. zaten insanı yoran da bu tekrarlayıcı davranışlar :(
neyse anlatacaklarım bu kadar. obsesyonları bilimsel açıdan değil de kendi deneyimlerimle anlatmak istedim. çok uzun yıllardır psikiyatriste de gitmedim, okb tanısı almış da değilim yani. okb tanısı almış bazı kişilerin obsesyonlarını okuduğumda benimkiler hiçbir şey diyorum. sürekli olmadıkları ve bir şekilde başa çıkmaya çalıştığım için psikiyatriste gitmeyi pek düşünmüyorum açıkçası. demek istediğim şu, yazdıklarımda bilimsel açıdan hatalı bir şey varsa kusura bakmayın. buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim :)
neyse, büyüdükçe kapı kollarına vs dokunabilmeye başladım. ama takıntılarımdan tam anlamıyla kurtulamadım tabi. ara ara farklı şeyler üzerinden yokluyorlar beni hala ne yazık ki. dönemsel olarak takıntılarım tutabiliyor ve bazen zor zamanlar yaşıyorum onlar yüzünden ama diğer zamanlarda gayet "normal" oluyorum. sanırım özellikle boş olduğum zamanlarda geliyorlar. allah' a şükür ki sürekli benimle birlikte değiller.
obsesyonların garip tarafı şu, düşüncelerinizin çok saçma olduğunu biliyorsunuz hatta bazısı başkalarına anlatamayacağınız kadar saçma şeyler ama yine de kendinize engel olamıyorsunuz ve oluşturdukları rahatsız edici histen kurtulamıyorsunuz. işte burda devreye "kompulsiyon"lar giriyor. kompulsiyonlar, obsesyonların neden olduğu o rahatsız edici histen kurtulmak umuduyla yapılan tekrarlayıcı davranışlar. yani mesela bir şeyin kirli olduğunu düşünüyorsunuz ve bu sizi rahatsız ediyor, siz de bu rahatsızlıktan kurtulmak için o şeyi temizliyorsunuz. ama ne yazık ki bu kadar kolay değil kurtulmak. o şeyi temizlediniz ama beyniniz sizi sürekli dürtüklüyor, diyor ki "tamam onu temizledin ama temizlemeden önce o şey başka şeylere temas etmişti, yani artık onlar da kirli." sonra siz o şeyle temas etmiş şeyleri de temizliyorsunuz ama yine bitmiyor, beyniniz sürekli başka bir şey çıkarıyor. yok şöyle olmuştu böyle olmuştu derken, içinizin rahat edebilmesi için bir bakmışsınız saatler harcamışsınız. bazen "tamam artık her şeyi hallettim" diyorsunuz ve bir süreliğine kurtuluyorsunuz içinizdeki huzursuzluktan ama ne yazık ki birkaç gün sonra tekrar geri gelebiliyor rahatsız edici o his. o zaman her şeye başa dönmüş oluyor.
bazen de biriktirmeyle ilgili obsesyonlar olabiliyor. bir bakmışsınız kullanmadığınız halde bir sürü benzer şey almışsınız. ihtiyacınız olmadığını da biliyor gibisiniz aslında ama obsesyon işte. o huzursuzluktan kurtulmak için bu sefer o şeyden satın almanız gerekiyor.
bazen de somut şeyler üzerinden değil de düşünceler üzerinden işleyen takıntılar olabiliyor. o zaman da aklınızdaki şeyden kurtulmak için sürekli düşünüyorsunuz, aynı şeyleri tekrar tekrar. tam tatmin olduğunuzu zannederken bir bakmışsınız yine en başa dönmüşsünüz.
bazen diyorum ki "bu sadece bir takıntı, bunu düşünmeyeceğim" ya da kendimi ikna etmeye çalışıyorum bunun saçma bir şey olduğuna. ancak bunlar genelde işe yaramıyor açıkçası ya da çok kısa bir süreliğine işe yaramış gibi oluyorlar ama çoğunlukla en sonunda kendimi yine o tekrarlayıcı davranışları yaparken buluyorum. zaten insanı yoran da bu tekrarlayıcı davranışlar :(
neyse anlatacaklarım bu kadar. obsesyonları bilimsel açıdan değil de kendi deneyimlerimle anlatmak istedim. çok uzun yıllardır psikiyatriste de gitmedim, okb tanısı almış da değilim yani. okb tanısı almış bazı kişilerin obsesyonlarını okuduğumda benimkiler hiçbir şey diyorum. sürekli olmadıkları ve bir şekilde başa çıkmaya çalıştığım için psikiyatriste gitmeyi pek düşünmüyorum açıkçası. demek istediğim şu, yazdıklarımda bilimsel açıdan hatalı bir şey varsa kusura bakmayın. buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim :)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?