"Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpâre, geniş bir ânın Parçalanmaz akışında." Dizelerini aklıma getiren başlık. Dönmek istediğim bir zaman yok, keşke olsaydı geçmişte mutluluktan delirdiğim ve tekrar tekrar yaşamak istediğim anlar. Yarını merak ediyorum sadece büyük bir heyecanla ve umutla.
İkinci yenici şairlerin bir masa etrafında toplanıp gelenekselleştirdikleri gün. Bir rivayete göre masadaki kadınlardan biri vücudunda dolaşan bir iğne olduğundan ve bu yüzden ölümle burun buruna yaşadığından bahseder. Bunun üzerine turgut uyar bir şişe ister ve bunu herkese imzalatır. Ertesi sene bu şişeyi birlikte içmek için sözleşirler. Ama dediğim gibi bu bir rivayetmiş. Gerçek hikaye ise şöyle: "O masadan kalan ve son imzalı şişenin sahibi fotoğrafçı İsa Çelik'in anlattığına göre ise asıl hikaye daha az dramatiktir. Oturmuş rakı sofrasında dertleşirken bir dostları çıkagelir. Tombalacı İsmet diye bilinen bu adamın canı bir şeylere fena halde sıkkındır. Neden olduğunu söylemeyince Tomris Uyar masaya bir büyük rakı ister. “İsmet önümüzdeki yıl bugüne kadar bu rakıyı muhafaza edeceksin ve önümüzdeki yıl bu rakıyı burada açıp içeceğiz” der. Ancak İsmet'in o rakıyı içip yerine başka rakı koyacağını düşünen İsa Çelik rakıyı kağıtla kaplar. Masadaki herkesin imzaladığı kağıdı sıkıca bantlarlar ve gelenek böylece başlamış olur." (Kaynak: https://www.google.com/amp/s/www.mynet.com/amp/26-mart-olmeme-gunu-190101039106) Bu hikayeyi ot dergisinin 56.sayısında okumuştum birkaç sene önce. Tomris uyar'dan konu açılınca aklıma geldi. dergide bu günle alakalı karikatürize edilmiş çok güzel bir çizim de vardı hatta. Yanlış hatırlamıyorsam yer çiçek pasajıydı. Dergi şu an yanımda değil ama eğer unutmazsam ya da bulabilirsem entrye eklemek isterim o çizimi de.
"Herkes seni sen zanneder. Senin sen olmadığını bile bilmeden, Sen bile.. Seni ben geçerken, Derim ki, Saati sorduklarında; Onu ”O” geçiyordur. Kimse anlam veremez. Tamir ettirmedin gitti derler şu saati. Ettirmek istiyor musun demezler.
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Zamanı durdururum yüreğimde, Sensiz geçtiği için, Akrep yelkovana küskündür. Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür. Bil ki akrep yelkovanı geçerse, Atan bu yüreğim durur. Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur."
Gibi harika bir şiirin muhattabı olan yazarın adıdır aynı zamanda. "Tomris gibi sevilmek" çok güzel bir şey olsa gerek.
Oda arkadaşım ve ben aynı anda ailelerimizle görüntülü konuşuyorsak telefonları birbirine döndürüp "-aa nasılsınız x hanım +iyiyiz çok şükür sizler nasılsınız efendim" Gibi küçük tatlış anlar oluştururuz ahsjsnsks
İnançlara hoşgörü mevzusunun toplumdaki karşılığı tam da bu kelimedir. Neden mi? Birkaç ay önce bir kafede otururken arkadaşımın arkadaşları geldi ve tanışma faslı başladı. Biriyle tanıştım ve tokalaştım, memnun oldumlar falanlar filanlar. Diğer beyfendiye elimi uzattım onunla da tokalaşmak için ama kendisi mezhebi gereği tokalaşamayacağını söyledi. Ve adını dahi söylemedi bana. Kendimi her ne kadar kötü hissetmiş olsam da tam da beklenilen ve yapılması gerekenmiş gibi davranılan şekilde kendisine ve inancına saygı gösterdim ve elimi geri çekip yerime oturdum ama soruyorum: Niye saygı gösterilen taraf ben olamıyorum belki benim mezhebim de tokalaşmak üzerine? Açıkcası belli bir kesimin fazla hoşgörü sahibi belli bir kesimin de hoşgörüsünün sadece kendilerine yetecek kadar olduğunu düşünüyorum.
Gerçekten inandığınız din birine temas etmeyi emrediyorsa ve karşı cinse temas etmemeyi öğütleyen bir dine sahip başka insanla selamlaşacaksanız çözüm şu olabilir; bir sopa alınır. Taraflar sopanın uçlarını tutar ve selamlaşma gerçekleşir.
Dikkat çekmek istediğiniz şeyi anlıyorum. Esasında katılıyorum da:) velev ki sizin mezhebiniz tokalaşmayı emrediyor;o kişi yine kendinden feragat etmeyecek. İronik bir biçimde sunduğum çözüme yanaşmayacak bile:) Çok net cümleler kurdum,ebilir filan yok. Çünkü sizin dininiz,mezhebiniz pek de kıymetli değil muhtemelen:(
sözlüğe yeni bir soluk getirdiğini düşündüğüm yazar. (bkz: #24972) entryimde bahsettiğim şeyin bir nebze de olsa gerçekleşme olanağı olduğunu hissettirdi bana.
kendi görüşüme dair herhangi bir şey beyan etmeden ikisi de direkt necip fazıl'a ait olan iki yazı bırakıyorum buraya.
büyük doğu dergisi, 10. sayı:
put adam kitabından bir kesit. şahıs diye bahsettiği kişinin kim olduğunu söylememe gerek yok sanırım: İşte yapmak istediğimiz şey budur. Bizim hedefimiz, malum şahsa verilen sahte şöhret, mânâ ve fikirleri yıkarak, mahküm edilmiş Türk milletinin ruhu için, kurtuluş yolunun kapısını açmaktır... Ardından ve daha mühimi, malum şahsın kör taklitçisi sahte liderlere mahküm edilen Müslüman Türk milletine hakiki kurtuluş reçetesini açıklamaktır. Batı dünyasının yakın zamanda yapmış olduğu en başarılı emperyalist faaliyet, sahte bir hürriyet karşılığında Doğu'yu ruhunun derinliklerinden uzak tutmak ve ruhunu inkâr etmeye zorlayarak Batı'yı taklit ettirmektir. Emperyalist hareket karşısında İslâm adına yegâne ve külli cevap ne olabilir? İşte asıl soru budur ve cevabı ise şudur: Önce fikir ve anlayış, sonra da bu şahsın yalanlarla örülü binalarını yıkmak... (Bu kitabı okuyanlar, boynuna bu vazifeyi yüklenmiştir)... Bu şahsın, tesirini ve eserini yıkmak, onun İslâm âlemindeki tıknaz taklitçilerini tanımak ve anlamakla olur. İslâm âleminde ilerici olduğunu iddia eden birçok liderin, bu şahsın minyatür modelinden başka bir şey olmadığını anlamak lazımdır. Bu şahıs, Türk milletinin istiklal ve kurtuluş savaşını gerçekleştirmedi... Onun bütün inkılapları ve eserleri, bir daha dirilmeyecek şekilde mezara gömüldüğünde, hakiki kurtuluş savaşını biz gerçekleştireceğiz... Allah bize yardım etsin ve Allah Resülü'nün ruhaniyeti mürşidimiz olsun.
Günaydın sözlük. Sabah kahvaltıdan sonra ders çalışacağım için ve bilgisayarımı kullanacağım için yurdun çalışma salonunda prizin yanındaki masaya eşyalarımı bırakıp kahvaltımı yapmaya gittim. Ama gelip ne göreyim ki? Zaten max. 3 kişinin kullandığı çalışma salonunda yaklaşık 20 masa varken bir arkadaşımız(!) Gelip eşyalarını benim ayırdığım masaya bırakmış. Taş çatlasın yarım saat içinde kahvaltımı yapıp geldim. Masa benim tapulu malım değil elbet. Ama zaten eşyalar varken masanın üzerinde niye gelip çökersin ki? Ve ben bunu kibarca dile getirdikten sonra kalkma nezaketini bile göstermedi ben kalktım başka masaya geçtim. Şimdi de neden ben kalktım sanki bu nezaketi hak ediyor muydu diye hem kendime hem arkadaşa sinirleniyorum. Cidden bu kadar zor mu yani te allam Edit: arkadaşımızın prizle işi yok bir de. Dümdüz kitap okuyor. Saçlarımı yolmaya başlıycam şimdi. Neyse gidip biraz müzik dinliyim bu bana iyi gelecek yaralarımı saracak:(
Geçmişte yaşadığım her kötü olayda sırtımı asıl kişilere değil kendime döndüğüm ve kendimi suçlayıp kendimden nefret ettiğim için canım kendimden özür dilerim.
İyi bir insan olabilmektir bence. Düşününce çok zor bunu başarmak. Eylemlerimiz altında yatan nedenler içsel kaynaklı olmuyor çoğu zaman çünkü. Kin tutmamayı öğrenmek, kendimize yapılanları affedebilmek zor. İyi insan olmanın tanımı da bahsettiklerim değil aslında ama demek istediğim şu ki kötülüğün karşılığını vermek dahi olsa kötülüğe dair herhangi bir şey yapmamayı başarmaktır.
Sanatın topluma mâl olması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu yüzden bir sanatçı da toplum yararını gözeterek eylemlerini düzenlemeli. Nem alanlardan olmamalı. Eğer konumuz buysa yani.
Edit: ek olarak şu soru sorulmalı bence: bir sanatçı ideolojisini belirtmeli ya da belli etmeli mi? Bu önyargı oluşturan bir durum çünkü kendi adıma konuşmak gerekirse de. Ve bu sefer sanatçının sanatı da kısıtlanır.
Ne verdiyse Yaradan deme isteği uyandırıyor bu nick bende... Özür dilerim sayın (yazar: now or never zaradan) Kendisi şebnem ferah seviyor yanılmadıysam, dolayısıyla ben de kendisini sevdim tanımadan.
Gözümde canlanır koskoca mazi temalı başlık. Belli bir süre bu evrenlerle kafayı bozmuştum. Sürekli açıp açıp tekrardan izliyordum filmleri. En son black widow izledim galiba ki en sevdiğim karakterdir marvel evreninde. Ama sanki marvel filmleri artık aynı şeyi farklı karakterlerle izliyormuşum gibi hissettirmeye başladı. Bir sürprizi yok. Giriş, gelişme, sonuç. Dc'de de aynı gibi. Neyse bu versusa verecek bir cevabım yokmuş boş yaptım şimdi de entryimi bitiriyorum.
Bence hali hazırda entry giren yazarları yermemek olabilir tek yapmamız gereken. Yapıcı eleştiriye açığız tabi ki ama "aah nerde o eski günler" demek bize bir şey kazandırmıyor diye düşünüyorum, sevgiler🥰
GÜTF'nin kurucu hocalarından biriymiş. Bugün dönem birlere "tıpta profesyonellik" başlıklı bir ders anlattı. Sanırım altı yedi senedir bu dersi anlatıyormuş zaten. Dersin içeriğinden bağımsız kendisinin aralara serpiştirdiği anıları beni çok etkiledi ve yapacağımız mesleğin ne kadar kutsal ne kadar güzel olduğunu bir kez daha hatırlattı. Ve bu mesleği yapabilmek için vicdanlı, iyi insanlar olmamız gerektiğini de. kendisi inanılmaz tatlı biri. Yeni dönemlerin kendisini tanımamasına birazcık içinin burkulduğundan bahsetti, hakkı da var sanırım. Sözlük yazarlarından da kendisini tanımayanlar varsa diye böyle bir başlık açmak istedim.❤️
Hazal kaya'nın oyunculuğunun bu kadar eleştirilmesi senaryonun önüne geçmiş. İki bölüm izledim ama fikir bence güzel. En azından farklı şeyler yapabiliyor oluşumuz çok hoş.
İlkokulda ufuk diye bir arkadaşım vardı ve kimseyle konuşmazdı. Sırasından da kalkmazdı. Ben de benimle iletişim kursun isterdim ve sürekli zorlardım çocuğu. Bir gün bu çabam meyve verdi ama ehehehe. Sınıfta konuştuğu iki kişiden biriydim. diğeri de komşuları olan bir çocuktu.
Edit: düşününce bu huyum hala devam ediyor. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de o geyiği. Karşımdaki insan soğuk durup benle iletişim kurmayınca kendimi hala çok kötü hissediyorum ve sanki sorumlusu benmişim gibi geliyor. Ama aptal mıyım neyim her insan benim gibi çenesi düşük, her şeye gülebilen biri olmak zorunda değil. Hatta bazen eğer yanımda yakın arkadaşlarım varken yaşanıyorsa böyle bir durum kulaklarına "ben şu an fazla mı saçmalıyorum o yüzden mi böyle benden hoşlanmamış gibi davranıyor???" Falan diyorum ahajhajajaks