Herkes için 1 kere gerçek olmaya çok yaklaşan bir hayal
11. sınıfta çok sevdiğim kimya hocamın bu başlığa cuk oturan bi lafı var. ne zaman zorlansam, olumsuz düşüncelere kapılsam aklıma gelir:
"kimse buraya gelirken size bir gül bahçesi vaat etmedi."
"kimse buraya gelirken size bir gül bahçesi vaat etmedi."
yemekhanede jet kartta para olup olmadığından emin değilken kartı okutuyorsun ve 10000 yıl geçiyor. o arada yatırdığın günden bu yana kaç kere yediğini hesaplıyorsun neyse ki birkaç talihsiz an dışında hep yeşil ışık gördüm :)
sayısız müzeye, gezilecek yere ev sâhipliği yapan, türkiye'nin açık ara en güzel iç anadolu kentidir. memleketimdir. ara sıra özlediğimdir.
çok farklı konseptlerde değişik müzeler bulunuyor merkezde. müze dışında da gidilebilecek çok yer var.
bir delilik yapıp ta uzaklardan gelip de tüm şehri günübirlik gezmek isteyen; ancak yol yordam bilmeyenler için dm'den belirtilmesi hâlinde rehber olunur...
kendisi ılık bir eskişehir sabahı otogar'dan alınır, hemen yandaki kentpark'ta küçük bir tur atılır, kentpark'ta şöyle karşılanırsınız:
türkiye'nin ilk ve tek yapay sâhil ve denizine girilir:
sonra hop tramvay'a atlanarak çarşıya gelinir:
kendisine bir eskişehir tradisyonu olarak,
adalar çevresinde tatar çibörek ve ayran ısmarlanır.
hamamyolu'nda gezilir, met helvası yenilir.
zaman hiç fark etmez, istanbul'un uyduruk vefa bozasından on kat daha lezzetli karakedi bozacısından boza ısmarlanır.
ardından çarşıdaki irili ufaklı dükkânlar, yerel işletmeler gezilir. acıkılır. eskişehir'in en ünlü yerel kebapçısı abdüsselam kebap'tan karışık yenir.
gezilmiştir, yorulmuştur bünyeler... hemen porsuk'a, adalar'a gelinir.
adalar'da porsuk'un kenarında çimenlere uzanılır... saatlerce sohbet edilir, sarılınır, öpüşülü öhöm o sevgili oluncaydı hahaha
çekirdek çitleyen eşek heykeliyle dalga geçilir...
adalar'ın kafe ve sahaflarında nerd muhabbetler yapılır...
bir porsuk turu da yapılır tabi...
gezerken karşımıza farklı farklı heykellerin çıkması an meselesi...
çarşıdan bıkılmaz ama insanın canı sazova'ya gitmek ister. otobüs'e atlanır. sazova'da şato'nun önünde fotoğraf almak farzdır.
hadi şu gemiyi de gezelim dersiniz, gezersiniz...
biraz da müzeler:
balmumu heykel müzesi:
odunpazarı modern müze:
odunpazarı'na gelmişken, lületaşı müzesi'ne gidersiniz. küçük dükkânlardan lületaşı satın alırsınız...
târihî odunpazarı'nı turlarsınız...
sonra ânî bir kararla eskişehir'in en güzel manzarasına sâhip şelâlepark'a çıkarsınız...
artık akşam olmuştur... burada çimenlere uzanırsınız, karanlıkta eskişehir manzarası izlerken hafiften üşümeye başlarsınız; çünkü yüksek bir tepe üzerindedir. hava estikçe birbirinize biraz daha yaklaşırsınız, ısınırsınız....
akşam barlar sokağı...
fakat artık vakit gelmiştir. dönme zamânıdır. öfleye pöfleye otogar'a gidilir, bilet alır ve kendisini uğurlarsınız. ve başka bir gün, yine buluşma sözü alırsınız... ve en hüzünlü uğurlamalar buradan yapılır...
çok farklı konseptlerde değişik müzeler bulunuyor merkezde. müze dışında da gidilebilecek çok yer var.
bir delilik yapıp ta uzaklardan gelip de tüm şehri günübirlik gezmek isteyen; ancak yol yordam bilmeyenler için dm'den belirtilmesi hâlinde rehber olunur...
kendisi ılık bir eskişehir sabahı otogar'dan alınır, hemen yandaki kentpark'ta küçük bir tur atılır, kentpark'ta şöyle karşılanırsınız:
türkiye'nin ilk ve tek yapay sâhil ve denizine girilir:
sonra hop tramvay'a atlanarak çarşıya gelinir:
kendisine bir eskişehir tradisyonu olarak,
adalar çevresinde tatar çibörek ve ayran ısmarlanır.
hamamyolu'nda gezilir, met helvası yenilir.
zaman hiç fark etmez, istanbul'un uyduruk vefa bozasından on kat daha lezzetli karakedi bozacısından boza ısmarlanır.
ardından çarşıdaki irili ufaklı dükkânlar, yerel işletmeler gezilir. acıkılır. eskişehir'in en ünlü yerel kebapçısı abdüsselam kebap'tan karışık yenir.
gezilmiştir, yorulmuştur bünyeler... hemen porsuk'a, adalar'a gelinir.
adalar'da porsuk'un kenarında çimenlere uzanılır... saatlerce sohbet edilir, sarılınır, öpüşülü öhöm o sevgili oluncaydı hahaha
çekirdek çitleyen eşek heykeliyle dalga geçilir...
adalar'ın kafe ve sahaflarında nerd muhabbetler yapılır...
bir porsuk turu da yapılır tabi...
gezerken karşımıza farklı farklı heykellerin çıkması an meselesi...
çarşıdan bıkılmaz ama insanın canı sazova'ya gitmek ister. otobüs'e atlanır. sazova'da şato'nun önünde fotoğraf almak farzdır.
hadi şu gemiyi de gezelim dersiniz, gezersiniz...
biraz da müzeler:
balmumu heykel müzesi:
odunpazarı modern müze:
odunpazarı'na gelmişken, lületaşı müzesi'ne gidersiniz. küçük dükkânlardan lületaşı satın alırsınız...
târihî odunpazarı'nı turlarsınız...
sonra ânî bir kararla eskişehir'in en güzel manzarasına sâhip şelâlepark'a çıkarsınız...
artık akşam olmuştur... burada çimenlere uzanırsınız, karanlıkta eskişehir manzarası izlerken hafiften üşümeye başlarsınız; çünkü yüksek bir tepe üzerindedir. hava estikçe birbirinize biraz daha yaklaşırsınız, ısınırsınız....
akşam barlar sokağı...
fakat artık vakit gelmiştir. dönme zamânıdır. öfleye pöfleye otogar'a gidilir, bilet alır ve kendisini uğurlarsınız. ve başka bir gün, yine buluşma sözü alırsınız... ve en hüzünlü uğurlamalar buradan yapılır...
Elinize sağlık sayın necdetersoz harika bir entry olmuşşş
Adettendir, başlığı açan ileleualatyr'e teşekkür edilir :')
O zaman Size de teşekkürler ileleualatyr :)
teşekkür ederim :)
Ne demek, görevimiz 🦄
İki yüzlülük değildir ancak ben ünvan denmesinden ziyade makam denmesini tercih ediyorum ve makamlar tüzel kişileri temsil ederler.
Kişi, o makamın hacmini dolduramıyor olabilir ama o makam her halükarda saygıyı gerektirir.
Bu saygı, eleştirelliği ortadan kaldıran bir durum da olmamalıdır. Makamına saygı duyduğum pek çok insanı çeşitli şekillerde eleştirmişliğim olmuştur zira.
Çünkü eleştirmek başka, saygısızlık başkadır. Sevip sevmemek ise bambaşka bir nokta ve burada konumuz değil. Sadece sevdiklerimize saygı duyacaksak ya sevgimizde ya saygımızda bir kusur vardır.
Kişi, o makamın hacmini dolduramıyor olabilir ama o makam her halükarda saygıyı gerektirir.
Bu saygı, eleştirelliği ortadan kaldıran bir durum da olmamalıdır. Makamına saygı duyduğum pek çok insanı çeşitli şekillerde eleştirmişliğim olmuştur zira.
Çünkü eleştirmek başka, saygısızlık başkadır. Sevip sevmemek ise bambaşka bir nokta ve burada konumuz değil. Sadece sevdiklerimize saygı duyacaksak ya sevgimizde ya saygımızda bir kusur vardır.
prometheus-dönem iki türkçe yazarları
İnsan her gün gördüğü halde bile unutabiliyor bazı yüzleri. Yüzünün ne surette olduğunu değil, bizatihi “çehresini” unutur insan göz göre göre.
Sevgi eğer bir anlam yükleme biçimi ise, yüklediğiniz anlamı yitirdikçe unutursunuz bazı yüzleri, bazı sesleri. Uzaktan uzağa gelir kulağınıza; bazı bazı kesilir büsbütün.
Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Elbet unutulacak her şey bir gün. Unutmak değil de unuttuğunuzun farkına varmak yaralar sizi.
Unutan, iyileşir.
Sevgi eğer bir anlam yükleme biçimi ise, yüklediğiniz anlamı yitirdikçe unutursunuz bazı yüzleri, bazı sesleri. Uzaktan uzağa gelir kulağınıza; bazı bazı kesilir büsbütün.
Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Elbet unutulacak her şey bir gün. Unutmak değil de unuttuğunuzun farkına varmak yaralar sizi.
Unutan, iyileşir.
çıkmış soran hoca.
kaliteli yazarlarımızdan birisi. benim için çok anonim kalamamış olsa da fikirleri de, kendisi de hayatımıza iyi ki girdi dediğimiz, entrylerini hak vererek okuduğumuz ender kişilerden biri :)
10 tlye kim olduğunu söylerim isteyenler çsdeki montluğun üstüne zarf koysun zarfın içinde para ve nicki olsun. geri dönüş özelden yapılacaktır...
Yaparım bakin he
Elinizdeki köprüye de talibim ben
Aklıma Optimus prime getiren yazar
Yalnız değilmişim harika
Fnskfksmsms biz ikimiz biriz canımcım
Kendisine başlık açılmamış, iş başa düştü.
Kendisini şahsen tanımasam da fikirlerini değerli bulduğum yazar.
Kendisini şahsen tanımasam da fikirlerini değerli bulduğum yazar.
Tepki. Etki. Tepki. Etki. Tepki yoksa etki de yok. Doğru tepki yoksa doğru etki de yok. Konuşmak zorundayız. Haykırmak zorundayız.
Gütfsözlük'ün ilk yaşını kutlamamız yok mu?
Artık görmezden gelemeyeceğimiz Türkiye'de görülme sıklığı 1/6000 olan hastalık. Bugün bir anne evladının ölümünü izlememek, karşısında eriyip gittiğini görmemek ve elinden hiçbir şey gelmediği için intihar etti. Bugünü asla unutmayacağım. haberi okuduğumda kanımın donmasını,bir iki kişinin mücadelesiyle hiçbir sonuca varılmayacağını, umut küçücük bile olsa bir çocuğun yaşaması için gerekli olan ilacı sağlamayanları; çocuklarını yurt dışında tedaviye götürebilmek için para toplamak zorunda kalan aileleri unutmayacağım. Lütfen sayın yazarlar siz de unutmayın unutturmayın birlik olup sesimizi duyuralım artık. Anneler ölmesin çocukların sesi dünyadan silinmesin.
Bizim tabu saçmalıklarımızdan seçmeler:
O : ayy bu vücutta nerede kiii ?!!
Bne : apandisit.
Doğru cevap :)
Bne : şok un süt markası nee ?
O : mis
Bne : ördek ne sesi çıkartırrrr ?
O : vak
Bne : birleştir cabuuuk
O : misvak.
Doğru cevap :)
O : ayy bu vücutta nerede kiii ?!!
Bne : apandisit.
Doğru cevap :)
Bne : şok un süt markası nee ?
O : mis
Bne : ördek ne sesi çıkartırrrr ?
O : vak
Bne : birleştir cabuuuk
O : misvak.
Doğru cevap :)
İyi zamanların hatrına
telif haklarının korunması insan hakları evrensel beyannamesi ve Fikir ve sanat eserleri kanunu uyarınca temel insan haklarından birisidir. internet ortamında üretilen içeriklerin mali ve yayma haklarında yönetimle anlaşılamadığı için telif kapsamında olan entrylere ulaşım yazar tarafından geçici veya kalıcı olarak durdurulmuştur. bu profilin sahibi telif haklarının tescile tabii olmadığını beyan eder.
Ben bu başlığa tahminen ne zaman güzel bir şey yazarım acaba?
When we say in the bleak midwinter for u
Giren çıkan yollar olsa daha mantıklı bir isim
o an o aracın yanından geçmiş bir tıp fakültesi öğrencisi olarak bu konuyla ilgili çok şey söylemek istiyorum aslında. minibüsün içindeyken gördüğüm o manzarayı akşam twitter'da tekrar görünce yaşadığım duyguları kelimelerle ifade etmekte güçlük çekiyorum. belki birkaç yıl önce rümeysa doktorun da yaptığı gibi komite sınavlarımın arasında arkadaşlarımla eğlenmek için gidiyordum incek'e, minibüsü kullanan abinin yanındaki amcayla arasındaki konuşmanın konusu 'acaba bu kazada suç kimdeydi?' kamyon ani fren mi yapmıştı ya da araç çok mu hızlıydı? tüm bu sorular geliyordu insanın aklına. Ama hiç kimsenin aklına acaba aracı kullanan kişi 36 saatlik nöbetten çıkmış, yüzlerce hasta bakmış, yorgun bir hekim midir? sorusu gelmedi. Neden gelsindi ki? Normal bir durum muydu bir insanı 36 saat uykusuz bir şekilde nöbet tutturmak? Bu sorunun cevabı hiçbir zaman evet olmamalı. Bugün Rümeysa artık aramızda değil ve bizim daha fazla canımız yanmadan sesimizi duyurmamız gerekiyor. hepimiz ölmeden birilerinin bir şeyler yapması gerekiyor..
Dudu peri'nin “zaman geriye aksın” demesine ihtiyacım var anlık olarak.
O beni kazandı.
işte bu
;) biraz da gerçekler
Sayın (yazar: ruhsuz) çok kaşındın, ağzımı açıp gözümü yumacağım ;)
Gütfsözlük ahalisinden şimdiden özür diliyorum, bağışlayın. Gece boyu uyumayıp da yine kendimle başbaşa güneşi karşıladığım böyle bir gecenin sabahında biraz içimi dökeyim.
Sevgili ruhsuz iki kere sormuş ancak bu konu bana göre çok geniş bir mesele. Nasıl yaklaşacağımı bilemiyorum. Soruna burada da temelden yaklaşmak gerek. Modern insan düşünmüyor, modern insan düşünceyi bile öyle bir metalaştırdı ki artık o da alınır satılır bir menkul haline geldi.
Modern insan, kendine; yaşadığı çağa ayak uydurmuş “kanaat önderleri” istiyor, bunu arıyor. Onu takip ediyor, onun attığı tweetleri konuşuyor, onun eleştirilerini kullanıyor ve onun beğenilerini seçip kendine uyduruyor. Bu şaşmaz bir gerçek ne yazık ki.
Bakıyorum: yerelde (Türkiye'de) her konunun belli başlı fikri önderleri var. Ve bu insanların sayısız takipçileri. Bu sayfaların sayısız takipçileri. Büyük bir sayfa var mesela, o günün suni bir gündemi var, sayfa alelade bir yorum yapmış, onu şöyle bir süslemiş, birkaç resim uydurmuş o yoruma ve bir de yüzeysel bir slogan çakmış (gerçi bütün sloganlar yüzeyeldir de, demek istediğim mesajı içine hapsedememiş bir slogan) bakıyoruz o gün herkesin storysinde o paylaşım var. Birbirlerine gönderiyorlar, sohbetleri onun üzerinden dönüyor.
Herkesin aynı konuyu konuşması, kitleyi tektip bir hale getirmez ancak herkesin aynı konuda aynı yorumlarla yetinmesi ve üstüne bir de bunu konuşması kitleyi tektipleştirir. İnsanın konuştuğu fikrine, fikri ise yaşantısına sirayet eder. Bu böyledir. Olan da bundan farklı bir durum değil zaten.
Özellikle akademide ve politikada sorun en temelde bu. Orman yanıyor, birisi çıkıp diyor ki “hadi ağaç dikelim.” diğerleri bakıyorsunuz hoop hemen bir story: Tema vakfı. Aynı gün delinin biri atlıyor hemen: “efendim tema vakfının geliri bakanlığa gidiyormuş.” Hoop o storyler siliniyor ve yerine hemen tam karşıtı başka storyler. Bu histeridir. Fazlası şizofreniye girer.
Aynı örnekten gidelim: yine hayalgücü fazla güçlü bir arkadaş diyor ki: “çam ağacı yerine meyve ağacı dikelim.” Hoop binlerce insanın talebi bu oluyor. Bunun teknik kısmını konuşan yok, ekolojik olarak dengeyi nasıl etkiler bunu konuşan yok, bu ağaçlar su ister bu kadar su nereden sağlanacak bunu konuşan yok, toprak uygun mu bunu konuşan yok, ve daha onlarca realist bakış açısıyla bakılması gereken yönlere bakan yok. Gündem değişip de insanların duyguları az biraz düze çıkınca aynı kişiler diyor ki “ya zaten çok mantıklı değildi.” Peki neden o sıra bunu akıl edemiyorsun? Çünkü o sıra aklını kullanan da yok. Tektipleşme tam olarak budur.
Şimdi bir de işin politik yönü var ki, sorun da şu: politik diye kategorilendirilen meselelerin salt çoğunluğu politizm değil, polarizmdir. Bu, benim üstüne bir yazı kaleme alacağım konu ama yine de burada belirtmiş olalım: Modern çağın insanı politik değil polardır. Ve bu ikisi arasında önemli farklar var.
Aynı gündemler, aynı konular, aynı söz sahibi insanlar. Adam hekim olmuş çıkıyor sel bilimcisi gibi konuşuyor, akıl veriyor, neden? Çünkü kendisini onaylayacak bir kitlesi var. Sonra aynı adam çıkıp diyor ki, “tıp hakkında konuşacaksanız önce tıbbı bilin.” İyi diyorsun hemşerim de sen neden uzmanı olmadığın konuda ahkam kesiyorsun? Çünkü cevabı o da biliyor: zaten ne söylese onaylayacaklar. Varsın konuşsun. Yarın işine gelmez, herkes hekim olmuş, bize akıl veriyor diye şikayet eder.
Sorunu artık biraz kendimizde arayalım. Sorun bizim her konuda konuşuyor olmamız ve bazılarının, bazı overrated diyeyim, kişilerin her söylediğini hemen benimsememiz. Bunu biz kendimiz o kişilere prim vermeyerek yapacağız. Ama böyle bir derdimiz yok bizim. Konuşalım da ne konuşuyoruz, o fikir bizim mi, işin bileni, uzmanı ne diyor, bunlar önemsiz. Kulağa hoş gelsin yeter, içimizdeki sevgiyi ya da nefreti tatmin etsin yeter.
Yaşam tarzına gelince... giyim-kuşam, yiyip içtiklerimiz, dinleyip okuduklarımız... yaşam tarzı bu değildir. Yaşam tarzı hayat görüşüdür. Ancak yine aynı sorun: birinin söyledikleri kulağımıza hoş mu geliyor, tamam biz artık oncuyuz. Veyahut da bazı dünya görüşlerinin sembolik hareketlerini hemen al-kopyala-yapıştır: tamaaam sen de artık o kesimdensin. Bu böyle ve ne kadar komik. Gerçekten komik. Yani trajedik bir yönü yok olayın.
Efendim işte “ben düğün yapmayacağım ya, ne o öyle kuru gürültü, hiç görmeyeceğim yüzlerce akraba falan, bana gelmez kanka.”
Tamam kanka. Ne tepki koydun be. Bu ne protesto. Hayran kaldım.
Zamanında bunu aklı başında birisi söyledi ve çok doğru söyledi. Onun yaşam tarzına, onun dünya görüşüne cuk diye oturuyor. Onun ilmine yakışıyor. Onun konumuna da yakışıyor. Bu düşünce onun ağzında anlamlı ancak onun ağzından duyup papağan gibi tekrarlayan yüzbinlerin dilinde salt bir yozlaşma. Bunun gibi sayısız post-modern aykırı görüş. Sırf yapmak için, sırf kulağa hoş geldiği için. Hep söylerim fikri taklit olandan kaçmak lazım diye. Çünkü bu insanlar yaşam tarzları, konumları veyahut ilmi ne olursa olsun her zaman yozdur, her zaman cahildir, her zaman taklitçidir. Şimdi tam bu noktada öyle ya da böyle nedenlerle bana katılmayanlar olacak, onlar için başka bir örnek daha vermek istiyorum:
“Elalem ne der?”
Şimdi bu düşüncenin doğru bir düşünce olmadığına buradaki herkes, bunu okuyan herkes hemfikirdir. Ama ben size şunu söyleyeyim: bunu da vakti zamanında değerli birtakım fikir adamlarımız dile getirip protesto etti. Onların ağzında ne kadar da doğru bir kavram. Aynı mekanizma geçerli, onu ağzında şakıyanların çoğu papağan.
Neden?
Çünkü, bunu şakıyanların “elalem” sözcüğünden anladıkları, o değerli fikir adamlarının o sırada, bu fikri dile getirirken kastettikleri anlamdan ibaret. Taklitçiler fikri özümsemez, sloganı özümser. Onların “elalem” derken anladıkları tek bir şey vardır: hısım akraba, birtakım arkadaşlar (kendileri gibi düşünmeyen arkadaşları) vs. Onlar “aman elalemin ne dediği umrumda olmaz.” Derken anladıkları tek şey bu. Ben istediğimi yiyeyim, istediğimi yapayım, kim ne derse desin. Eleştirsin, umrumda olmaz. Şimdi:
1. E iyi de, sen bir gün gerçekten yanlış bir şey yaparsan ve bunun doğru olduğuna inanırsan (olabilir, çünkü insanız, beşer şaşar.) peki o zaman gerçekten işin doğrusunu söyleyenler ne olacak? Sen bu hakkaniyetli hayat görüşünü fikirlerin oturmadan böyle taklit edersen hangi eleştiriyi göğüsleyeceksin, göğüsleyebileceksin?
Hadi bunu aşarız düşe kalka. Bunu geçelim. Peki
2. Entelektüeller bu düşünceyi dile getirdiler ve şunu kastettiler: “düşünceniz ne olursa olsun eğer kendinize ait bir düşünceniz varsa, buna inanmışsanız kim ne derse desin, utanmayın, doğru bildiklerinizi, inandıklarınızı haykırın, kendinizi aşağılık kompleksine feda etmeyin.”
O düstur budur. Ama bunu kim yapıyor? Bazı arkadaşlarım var mesela: sırf kendi çevresinden linç yeme korkusuyla siyasi düşüncelerini dile getiremiyor. Çünkü jenerasyonların belli kalıpları vardır. Bu kalıplar her jenerasyonda değişir ama fix birtakım kalıplara sahiplerdir. Bu jenerasyonda bazı siyasi düşünceler mimlenmiştir mesela. Birisi o düşünceyi mi savunuyor, hoop linç et. (Bunu da örnek olarak veriyorum, konuştuğum her şey örnek.) ama linç ederek de bu simülasyonda “elalem” sen oldun. Madem öyle, neden başkalarının elalemi oluyorsun? Ama olur, çünkü düşünceyi özümseyemez, sadece şakır. O da sloganı yani, fazlasını değil. O kadar geniş bir ezberi de yoktur o konuda.
Sözlük kuralları gereği siyasi konularda konuşamam, ancak fikir beyan etmeden yalnızca değinip geçeceğim: Taliban Afganistan'da 20 yıldır var ve ABD ile de 20 yıldır savaşıyor. 20 koca sene ya. 20x365x24 saat! Ama bir anda ne olduysa herkes hoop siyaset bilimci oluyor: tek kelimeyle “hayırdır?” Demek istiyorum. Hayırdır yani? Sen Taliban hakkında üç-beş popüler ve yüzeysel yorum ve iki-üç resim dışında ne biliyorsun? Bu konuda konuşan kaç kişi oturup en azından vikipediden (o da yetmez bu arada da) talibanın kuruluşunu, tarihini okudu? Ya da kalkıp “ya bu Taliban neyi savunuyor?” diye sorguladı? Etiketle geç. “Onlar şuncu, falancı, filancı, buncu.” Veyahut hadi biliyorsun (bilmez de, biz biliyor kabul edelim) neden şimdi şakımaya başladın? Neden 20 yıldır konuşmuyorsun? Bu olaylar orada 20 senedir dönüyor, bugüne kadar neden kimse “Afganistan, Taliban, Taliban-abd savaşı veyahut da Taliban'ın distopik zulümleri” üzerine konuşmadı? Çünkü kendi fikri yok, birileri bir gündem koyarsa o zaman konuşur, o zaman politik olur veyahut apolitik takılır vs de vs yani.
Politik bir yorum belirtmeyeceğim bu konuda yalnızca örnek olsun diye verdim.
Bu konuda daha çok konuşulur ama şu bilinsin: yaşam tarzından ideolojiye, siyasi görüşten (ideoloji ve siyasi görüş birbirinden farklıdır.) estetik zevklere, gelecek planlarından aşk hakkındaki düşüncelere kadar her şubede bu var. Kendi fikirlerini konuşan yok. Sonra “tek tipleştik.” Veyahut da “abi bunlar koyun”, “ya şu çok marjinal” “ben herkes gibi değilim.”
Tamam kanka. Herkes koyun ama sen değilsin.
Sözlerime burada son vereceğim, bu konu hakkında ayrıca çok geniş kapsamlı yazacağım zaten o yüzden kafa şişirmeye gerek yok. Umarım fikirlerimi anlatabilmişimdir. Yine de ana fikri sona yazayım da daha açık olsun:
Herkesin birilerini sürü diye, koyun diye yaftaladığı bir toplumda herkes sürüdür, herkes koyundur. Herkesin marjinal olmaya çalıştığı bir toplumda kimse marjinal değildir. Herkesin aykırı takılıp konuştuğu bir toplumda kimse aykırı değildir. Herkesin “elalemi” eleştirdiği bir toplumda herkes elalemdir. Herkesin tek tipleşmeyi eleştirdiği bir toplumda herkes tek bir tiptir.
Ve son olarak:
“Gündemde (özellikle suni gündemlerde) boğulanlar, hiçbir zaman gündem olamazlar.
Herkese günaydın 😃☀️
Gütfsözlük ahalisinden şimdiden özür diliyorum, bağışlayın. Gece boyu uyumayıp da yine kendimle başbaşa güneşi karşıladığım böyle bir gecenin sabahında biraz içimi dökeyim.
Sevgili ruhsuz iki kere sormuş ancak bu konu bana göre çok geniş bir mesele. Nasıl yaklaşacağımı bilemiyorum. Soruna burada da temelden yaklaşmak gerek. Modern insan düşünmüyor, modern insan düşünceyi bile öyle bir metalaştırdı ki artık o da alınır satılır bir menkul haline geldi.
Modern insan, kendine; yaşadığı çağa ayak uydurmuş “kanaat önderleri” istiyor, bunu arıyor. Onu takip ediyor, onun attığı tweetleri konuşuyor, onun eleştirilerini kullanıyor ve onun beğenilerini seçip kendine uyduruyor. Bu şaşmaz bir gerçek ne yazık ki.
Bakıyorum: yerelde (Türkiye'de) her konunun belli başlı fikri önderleri var. Ve bu insanların sayısız takipçileri. Bu sayfaların sayısız takipçileri. Büyük bir sayfa var mesela, o günün suni bir gündemi var, sayfa alelade bir yorum yapmış, onu şöyle bir süslemiş, birkaç resim uydurmuş o yoruma ve bir de yüzeysel bir slogan çakmış (gerçi bütün sloganlar yüzeyeldir de, demek istediğim mesajı içine hapsedememiş bir slogan) bakıyoruz o gün herkesin storysinde o paylaşım var. Birbirlerine gönderiyorlar, sohbetleri onun üzerinden dönüyor.
Herkesin aynı konuyu konuşması, kitleyi tektip bir hale getirmez ancak herkesin aynı konuda aynı yorumlarla yetinmesi ve üstüne bir de bunu konuşması kitleyi tektipleştirir. İnsanın konuştuğu fikrine, fikri ise yaşantısına sirayet eder. Bu böyledir. Olan da bundan farklı bir durum değil zaten.
Özellikle akademide ve politikada sorun en temelde bu. Orman yanıyor, birisi çıkıp diyor ki “hadi ağaç dikelim.” diğerleri bakıyorsunuz hoop hemen bir story: Tema vakfı. Aynı gün delinin biri atlıyor hemen: “efendim tema vakfının geliri bakanlığa gidiyormuş.” Hoop o storyler siliniyor ve yerine hemen tam karşıtı başka storyler. Bu histeridir. Fazlası şizofreniye girer.
Aynı örnekten gidelim: yine hayalgücü fazla güçlü bir arkadaş diyor ki: “çam ağacı yerine meyve ağacı dikelim.” Hoop binlerce insanın talebi bu oluyor. Bunun teknik kısmını konuşan yok, ekolojik olarak dengeyi nasıl etkiler bunu konuşan yok, bu ağaçlar su ister bu kadar su nereden sağlanacak bunu konuşan yok, toprak uygun mu bunu konuşan yok, ve daha onlarca realist bakış açısıyla bakılması gereken yönlere bakan yok. Gündem değişip de insanların duyguları az biraz düze çıkınca aynı kişiler diyor ki “ya zaten çok mantıklı değildi.” Peki neden o sıra bunu akıl edemiyorsun? Çünkü o sıra aklını kullanan da yok. Tektipleşme tam olarak budur.
Şimdi bir de işin politik yönü var ki, sorun da şu: politik diye kategorilendirilen meselelerin salt çoğunluğu politizm değil, polarizmdir. Bu, benim üstüne bir yazı kaleme alacağım konu ama yine de burada belirtmiş olalım: Modern çağın insanı politik değil polardır. Ve bu ikisi arasında önemli farklar var.
Aynı gündemler, aynı konular, aynı söz sahibi insanlar. Adam hekim olmuş çıkıyor sel bilimcisi gibi konuşuyor, akıl veriyor, neden? Çünkü kendisini onaylayacak bir kitlesi var. Sonra aynı adam çıkıp diyor ki, “tıp hakkında konuşacaksanız önce tıbbı bilin.” İyi diyorsun hemşerim de sen neden uzmanı olmadığın konuda ahkam kesiyorsun? Çünkü cevabı o da biliyor: zaten ne söylese onaylayacaklar. Varsın konuşsun. Yarın işine gelmez, herkes hekim olmuş, bize akıl veriyor diye şikayet eder.
Sorunu artık biraz kendimizde arayalım. Sorun bizim her konuda konuşuyor olmamız ve bazılarının, bazı overrated diyeyim, kişilerin her söylediğini hemen benimsememiz. Bunu biz kendimiz o kişilere prim vermeyerek yapacağız. Ama böyle bir derdimiz yok bizim. Konuşalım da ne konuşuyoruz, o fikir bizim mi, işin bileni, uzmanı ne diyor, bunlar önemsiz. Kulağa hoş gelsin yeter, içimizdeki sevgiyi ya da nefreti tatmin etsin yeter.
Yaşam tarzına gelince... giyim-kuşam, yiyip içtiklerimiz, dinleyip okuduklarımız... yaşam tarzı bu değildir. Yaşam tarzı hayat görüşüdür. Ancak yine aynı sorun: birinin söyledikleri kulağımıza hoş mu geliyor, tamam biz artık oncuyuz. Veyahut da bazı dünya görüşlerinin sembolik hareketlerini hemen al-kopyala-yapıştır: tamaaam sen de artık o kesimdensin. Bu böyle ve ne kadar komik. Gerçekten komik. Yani trajedik bir yönü yok olayın.
Efendim işte “ben düğün yapmayacağım ya, ne o öyle kuru gürültü, hiç görmeyeceğim yüzlerce akraba falan, bana gelmez kanka.”
Tamam kanka. Ne tepki koydun be. Bu ne protesto. Hayran kaldım.
Zamanında bunu aklı başında birisi söyledi ve çok doğru söyledi. Onun yaşam tarzına, onun dünya görüşüne cuk diye oturuyor. Onun ilmine yakışıyor. Onun konumuna da yakışıyor. Bu düşünce onun ağzında anlamlı ancak onun ağzından duyup papağan gibi tekrarlayan yüzbinlerin dilinde salt bir yozlaşma. Bunun gibi sayısız post-modern aykırı görüş. Sırf yapmak için, sırf kulağa hoş geldiği için. Hep söylerim fikri taklit olandan kaçmak lazım diye. Çünkü bu insanlar yaşam tarzları, konumları veyahut ilmi ne olursa olsun her zaman yozdur, her zaman cahildir, her zaman taklitçidir. Şimdi tam bu noktada öyle ya da böyle nedenlerle bana katılmayanlar olacak, onlar için başka bir örnek daha vermek istiyorum:
“Elalem ne der?”
Şimdi bu düşüncenin doğru bir düşünce olmadığına buradaki herkes, bunu okuyan herkes hemfikirdir. Ama ben size şunu söyleyeyim: bunu da vakti zamanında değerli birtakım fikir adamlarımız dile getirip protesto etti. Onların ağzında ne kadar da doğru bir kavram. Aynı mekanizma geçerli, onu ağzında şakıyanların çoğu papağan.
Neden?
Çünkü, bunu şakıyanların “elalem” sözcüğünden anladıkları, o değerli fikir adamlarının o sırada, bu fikri dile getirirken kastettikleri anlamdan ibaret. Taklitçiler fikri özümsemez, sloganı özümser. Onların “elalem” derken anladıkları tek bir şey vardır: hısım akraba, birtakım arkadaşlar (kendileri gibi düşünmeyen arkadaşları) vs. Onlar “aman elalemin ne dediği umrumda olmaz.” Derken anladıkları tek şey bu. Ben istediğimi yiyeyim, istediğimi yapayım, kim ne derse desin. Eleştirsin, umrumda olmaz. Şimdi:
1. E iyi de, sen bir gün gerçekten yanlış bir şey yaparsan ve bunun doğru olduğuna inanırsan (olabilir, çünkü insanız, beşer şaşar.) peki o zaman gerçekten işin doğrusunu söyleyenler ne olacak? Sen bu hakkaniyetli hayat görüşünü fikirlerin oturmadan böyle taklit edersen hangi eleştiriyi göğüsleyeceksin, göğüsleyebileceksin?
Hadi bunu aşarız düşe kalka. Bunu geçelim. Peki
2. Entelektüeller bu düşünceyi dile getirdiler ve şunu kastettiler: “düşünceniz ne olursa olsun eğer kendinize ait bir düşünceniz varsa, buna inanmışsanız kim ne derse desin, utanmayın, doğru bildiklerinizi, inandıklarınızı haykırın, kendinizi aşağılık kompleksine feda etmeyin.”
O düstur budur. Ama bunu kim yapıyor? Bazı arkadaşlarım var mesela: sırf kendi çevresinden linç yeme korkusuyla siyasi düşüncelerini dile getiremiyor. Çünkü jenerasyonların belli kalıpları vardır. Bu kalıplar her jenerasyonda değişir ama fix birtakım kalıplara sahiplerdir. Bu jenerasyonda bazı siyasi düşünceler mimlenmiştir mesela. Birisi o düşünceyi mi savunuyor, hoop linç et. (Bunu da örnek olarak veriyorum, konuştuğum her şey örnek.) ama linç ederek de bu simülasyonda “elalem” sen oldun. Madem öyle, neden başkalarının elalemi oluyorsun? Ama olur, çünkü düşünceyi özümseyemez, sadece şakır. O da sloganı yani, fazlasını değil. O kadar geniş bir ezberi de yoktur o konuda.
Sözlük kuralları gereği siyasi konularda konuşamam, ancak fikir beyan etmeden yalnızca değinip geçeceğim: Taliban Afganistan'da 20 yıldır var ve ABD ile de 20 yıldır savaşıyor. 20 koca sene ya. 20x365x24 saat! Ama bir anda ne olduysa herkes hoop siyaset bilimci oluyor: tek kelimeyle “hayırdır?” Demek istiyorum. Hayırdır yani? Sen Taliban hakkında üç-beş popüler ve yüzeysel yorum ve iki-üç resim dışında ne biliyorsun? Bu konuda konuşan kaç kişi oturup en azından vikipediden (o da yetmez bu arada da) talibanın kuruluşunu, tarihini okudu? Ya da kalkıp “ya bu Taliban neyi savunuyor?” diye sorguladı? Etiketle geç. “Onlar şuncu, falancı, filancı, buncu.” Veyahut hadi biliyorsun (bilmez de, biz biliyor kabul edelim) neden şimdi şakımaya başladın? Neden 20 yıldır konuşmuyorsun? Bu olaylar orada 20 senedir dönüyor, bugüne kadar neden kimse “Afganistan, Taliban, Taliban-abd savaşı veyahut da Taliban'ın distopik zulümleri” üzerine konuşmadı? Çünkü kendi fikri yok, birileri bir gündem koyarsa o zaman konuşur, o zaman politik olur veyahut apolitik takılır vs de vs yani.
Politik bir yorum belirtmeyeceğim bu konuda yalnızca örnek olsun diye verdim.
Bu konuda daha çok konuşulur ama şu bilinsin: yaşam tarzından ideolojiye, siyasi görüşten (ideoloji ve siyasi görüş birbirinden farklıdır.) estetik zevklere, gelecek planlarından aşk hakkındaki düşüncelere kadar her şubede bu var. Kendi fikirlerini konuşan yok. Sonra “tek tipleştik.” Veyahut da “abi bunlar koyun”, “ya şu çok marjinal” “ben herkes gibi değilim.”
Tamam kanka. Herkes koyun ama sen değilsin.
Sözlerime burada son vereceğim, bu konu hakkında ayrıca çok geniş kapsamlı yazacağım zaten o yüzden kafa şişirmeye gerek yok. Umarım fikirlerimi anlatabilmişimdir. Yine de ana fikri sona yazayım da daha açık olsun:
Herkesin birilerini sürü diye, koyun diye yaftaladığı bir toplumda herkes sürüdür, herkes koyundur. Herkesin marjinal olmaya çalıştığı bir toplumda kimse marjinal değildir. Herkesin aykırı takılıp konuştuğu bir toplumda kimse aykırı değildir. Herkesin “elalemi” eleştirdiği bir toplumda herkes elalemdir. Herkesin tek tipleşmeyi eleştirdiği bir toplumda herkes tek bir tiptir.
Ve son olarak:
“Gündemde (özellikle suni gündemlerde) boğulanlar, hiçbir zaman gündem olamazlar.
Herkese günaydın 😃☀️
Günaydın,teşekkürler;)
Bu giriş seviye bir hatadır ve eğer kronik hata yapıcılardansanız sizin için iyi bir durumdur.
öncelikle bence değil, çevremdeki birkaç kişi dışında herkesin saçma bulduğu hobim. antika ve efemera koleksiyonculuğu. piyasadaki 1₺ nominal değerli bazı hatıra madeni paralara 2₺ veriyorum salaksın diyorlar, 1960 yılbaşı piyango bileti alıyorum paranı çöpe atıyorsun diyorlar, 1920 yılında hayatın içinden rastgele bir fatura alıyorum kağıt parçasına 5₺ verdin diyorlar, 1940 ankara erkek lisesinden bir öğrencinin karnesini alıyorum yine saçma diyorlar. siz saçmasınız ulan.
Müthiş bir koleksiyon olduğuna eminim :)
teşekkürler😟 bence de müthiş bir koleksiyon
Sizin keyfiniz size ait :) sallayın diğerlerini :) ve ilginç bir koleksiyon olduğunu düşünüyorum :)
Farklı olmak iyidir :)
Farklı olmak iyidir :)
Ruhun fani dünyada kalmak için giydiği bir nevi astronot kıyafetidir
sayın dekanımızla okulumuzdaki sorunlar ve çözüm önerileri konusunda karşılıklı görüş paylaşımında bulunduk. okulumuzdaki sorunlarla çoktan ilgilenmeye başladığını ve gerekli çalışmaları yürüttüğünü öğrendik. Dekanımıza ilgisi ve bizi ağırlayıp dinlediği için teşekkür ederiz 🙏🏻
He deyip geçmek bu oluyo herhalde
Tanrı, nöro komitesine acısın çünkü ben acımayacağım...
snell yüzünden çantamın sağ kolu koptu. nöro daha beni ne kadar üzebiliceksin abicim görelim bakalım...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?