hanımın çiftliği, muzaffer ağa çiftliğe varmak üzereyken serap'ın abisi tarafından vuruldu. resmen adamın karısıyla birlikte gözyaşı döktük ya hastane sahnelerinde…
olmaması gerektiğini düşünüyorum. şöyle bir dünyada olabilirdi; herkesin ideal bir insan olduğu, birbirini kırmamayı öğrendiği ve her şeyi saygıyla karşıladığı bir dünyada…
Olmaması gerektiğini düşünüyorum kısmını sadece okusaydım eksilemekten öte banlanmanız için elimden geleni yapardım. Ama sonraki kısımlar günlerdir kendimi paraladığım gerçek demokrasi kavramının sosyal hayattaki karşılığı olduğu için beğeni atıyorum. Beni favdan alıkoyan ise ilk cümle:) Anlatmak istediğiniz şeyde anlam düşüklüğü yapmışsınız:)
İnsanlar ne kadar güzel hayatlar yaşadıklarının farkında değiller. Hastanedeki taburcu olan hasta sağlığın, sınavdan çıkmış bir genç zamanın, dava kazanmış bir avukat başarının farkında değil. Her yanında açgözlülük, ekonomik kaygı, can güvenliği, terör gibi sıkıntıların konuşulduğu bu ülkede hayat durmuş gibi. İnsanlar sadece her gün bir yerlerde bulunuyorlar, yiyorlar, içiyorlar ve uyuyorlar ama yaşamıyorlar. Herkes birbirlerinin kötülüğünü düşünürken her zaman kendi çıkarı için çalışıyor. Geleceği düşünen yok, geçmişten ders alan yok. Bundan sonraki yüzyılın ve gelecek nesillerin düzgün olması beklemek gülünç bir düşünceden başka bir şey değil. Hayatta en büyük kötülüklerin kaynağı olan “yaşanmamış hayatlar” herkesin üzerine çökmüş durumda. Bilgilerin bu kadar ulaşılabilir olduğu bu çağda ne bir vizyon mevcut, ne bir hedef veya yaşam amacı. Kolektif bir kimlik karmaşası yaşayan bu insanların arasında mutlu ve bağımsız bir hayat yaşamaya çalışıyoruz, heyhat!
aşk eski bir yalan, adem'le havva'dan kalan aşk eski bir yalan, hayatıma dolan bir ses bir bakış bazen, o kalbime akan bir çiçek hatırlanan, yılların ardından…
davasına. dava derken biraz daha hukuki veya siyasal gelmesin size, dünyanın en iyi doktoru olmayı hedeflemek de bir davadır. bu dünyaya siz gelmeden önceki durumu daha iyisine çevirmek kaydıyla değiştirmek, insanları yaşadığınız süre boyunca ferah tutmak, çevrenizde güvenilir bir insan olmak, kendi zekanıza saygı duymak ve her daim geliştirmek, insanlığın hayatını kolaylaştıracak en küçük şey bırakmak bile birer davadır.
günlük tutarken biriyle sohbet ediyormuşum gibi geliyor, laf lafı açıyor, en sonunda karşımda duran beyaz ve boş duran sayfaya dedikodu veya birine karşı olan duygularımı anlatıyor, defteri aldığım yere geri koyuyorum.
vallahi duramıyorum. mümkün değil yani. bi insan nasıl tam olarak oturduğu veya ayakta durduğu yerde konuşmasını yapıp bitirebilir? ben hayatımdaki kalorilerin yarısını telefonla konuşurken harcıyorum.
1950'lerde, 1970'lerde yaşayan insanların hayat dertleriyle sıfırdan ve en baştan uğraşıyormuşuz gibi hissediyorum. bazen ileriden dönüp geçmişe bakıldığında, ülke için, millet için, gelecek için, insanlar için ufukta çok karanlık ve tabir olunamayan tehlikelerin olduğu aşikar. materyalist bir bakış açısından dünyanın durmadan tekrar eden sirküsünü bilincimizi fazlaca meşgul etme suretiyle doldurduğumuzu düşünüyorum. celaleddin rumi'nin güzel bir sözüyle bitireyim:
eskiden insanların inna diyemeyenleri indila diyor sanıyordum. -indila'nın yeni şarkısını biliyor musun? +aa, ben en son inndia şarkısını dinlemiştim çok güzeldi. -??!?!?
sokratesla hakkında başka bir gereksiz bilgi daha işte...