çocuk hastalıkları servisinde klinik doktor olarak çalışan bir doktor olarak geçtiğimiz ayda yaşadığım servis anılarımdan bazıları şu şekildeydi
1.anımda 18 yaşında bir annenin ilk gebeliğinden doğan 3.5 aylık bebeği çok uzak bir akrabasına emanet ederek servisten 4-5 saat uzaklaştığını fark ettim. Bebeğin servise yatışının ilk 4-5 saati üstelik de bebeğe ait ne bir bez ne bir mama ne de yedek tek bir kıyafet bırakmış. Pediatri asistanı sayısının zaten yetersiz olduğu ülkemizde sorumluluğum artmışken servisteki ayak işlerini yetiştirip hastalarla ilgilenmeye çalışırken bir de bu durumu fark ettim. ilk başta bebeğe mama ayarladım. Sonrasında da sürekli odasına girdim çıktım, annesi hiçbirinde yanında değildi. üstüne bezinden sıvı taştığını gördüm. Bebeğe bez ayarlamaya çalıştım ama maalesef bulamadım. O gün işlerim bitmedi ve geç çıktım. Sonraki gün annesinin bebeğine meyveli yoğurt yedirdiğini gördük. Bebek 3.5 aylık üstelik de mama mutfağından maması geliyor. O bebeğe serviste kaldığı süre boyunca kendi kardeşimmiş gibi baktım. Hep çok sevdim. Ama taburcu olup uzak bir şehrin uzak bir ilçesine gittiğinde de çok üzüldüm. Aklımın bir köşesinde hep olacak bebişim.
2.anımda kronik hastalığı, arrest öyküleri olan ancak bilinç kaybı olmayan küçük bir kızımdan kan gazı almaya gittiğimde bebeğim bana yastığının altından çıkardığı bilekliği hediye etti. 10.kat çocuk servisinde tek başıma nöbetçiydim ve istifa düşündüren o nöbetlerden birini 0 uyku ile tutarken beni motive eden tek şey kolumdaki bilekliğimdi.
3.anımda küçük kız kardeşimi çok özlemiştim ve ona benzeyen bir hastam o gün servise yattı. Ona sarıldım kucağıma aldım sohbet ettim... sonra birbirimize oje sürdük.
4.anımda eylül ayında 2 hafta servisimizde yatan çok güçlü küçük bir kızım eylülün son gününde beni ortopedi polikliniği önünde beklerken gördü. Yanıma gelip geçmiş olsun dedi ve onun geçmiş olsun dileği bana iyi geldi.
5.anımda kemik iliği nakli olmuş küçük bir oğlumun hastalığının nüksettiğini ve tedaviye yanıtsız olarak görülüp eve gönderildiğini öğrendim.
6.anımda ise tüm bunları yaşadığım serviste farklı farklı zamanlarda uzun yatışları olan bir bebeğimin vefat ettiğini öğrendim.
İyisiyle kötüsüyle doktor olarak hayatına dokunduğumuz her hastamız hayatımız boyunca anılarımızda yer edinecek. İyi şeyler, iyileşen hastaların ismi çoğunlukla uçup gidiyorsa dahi kötü hastalar bir ömür isim soyisimleriyle aklımıza kazınmaya devam edecekler.
Ölen çocuklar, çarşafa sarılıp morga indirilen bebekler, kanser tanısı alan bebişler, tavuk yemesine izin vermediğim için ağlayan lösemili çocuklar, ihmal edilen bebekler, benimle tartışıp üzerime yürüyen hasta yakınları, beni ağlatan aileler...
Sıradan bir insanın ömründe yaşayamayacağı dramı 1 senelik hekimlik hayatımda çoktan edinmiş oldum. Adını unutamadığım tüm çocuklarıma rağmen iyi ki bu işi yapmaya devam ediyorum. Tüm çocukların hayatına dokunmam hiçbir zaman mümkün olmayacak ancak hayatına dokunduğum, dokunamadığım tüm çocuklarımı çok seviyorum.
2023 yılında ortaokul ve lise arkadaşımın adının anıtsayaç'a eklenmesiyle beni çok yoran bir durum haline gelmiştir. Elimden bir şey gelmediği gibi açıklaması olmayan korkunç bir durumu tekrar tekrar hatırlamama sebep oluyor. Tam 1 sene cezası verilmedi katilin. Sonra müebbet hapis cezası aldı. Ceza günü yaptığı açıklamaları okurken boğazım düğümlendi. Hayat bu kadar kısaymış ve hayat bu kadar kolay bitebilirmiş. Böyle olmamalıydı
Türkçeye Bir Konuşabilse şeklinde çevrilen, ana dilden yapılan çevirisiyle Çeviride Kaybolmuş isimli film. Film, dünyaca ünlü bir aktör olan Bob'un 2 Milyon dolar anlaşmalı viski reklamı filmi için Japonya'daki gitmesiyle başlıyor. Film çekimi sırasında oldukça lüks bir otelde, sınırsız imkanlar dahilinde konaklamaktadır. Ancak baş kahramanımızın bu kadar imkan içerisinde yalnız ve yorgun hissetmesine sebebiyet veren bir problemi vardır: Japonya'da İngilizce kullananan kimse yoktur. Çevirmen olarak tutulmuş kişiler dahi yeterince İngilizce bilmemektedir.
Aynı otelde kalan Charlotte üniversiteden yeni mezun 2 yıldır evli olan bir genç kızdır. Charlotte New yorkludur ve haliyle İngilizce bilmektedir.
Bu filmde çeviride kaybolan ve anlamını yitiren pek çok sorun dile getirilmiştir. Çeviri bazen aynı dilden de yapılamaktadır. Örneğin bob'un hiç görmediğimiz 25 yıllık eşi, Bob'u aramak yerine Japonya'ya düzenli olarak mektup ve faks göndermektedir. Tüm bu mesajların hepsi Bon tarafından cevapsız kalmıştır. Belli ki Bob anlamaktan ziyade anlatacağı ve anlaşılacağı yeri aramaktadır.
Yalnız ve yorgun hissettiğimizde kendisini ulaşabileceğimiz ve dokunabileceğimiz sevdiklerimizin olması dileklerimle
Tıp fakültesi 6 seneydi mesela bitti. Sonrasında dhy süreci vardı o da bitti. Pazartesi günü asistanlık sürecim başlayacak. O da bitecek :) acılı gelen her süreç geride kalacak ve zorlandığımız günlerin çoğu aklımıza bile gelmeyecek. En kötü gün bile ertesi günün sabahına varacak. Hayat hep birileri için bir şekilde devam edecek.
Hayatım boyunca burs kazanıp özel okullarda okudum. Sonrasında bulunduğum ilin yüksek puanlı fen lisesini kazandım. Fen lisesinden sonra gazi tıp'ta 6 sene eğitim gördüm. Liseden mezun olduğum, memleketim olan şehrin eğitim araştırma hastanesinde çalışırken insanlarla anlaşmak bana yük oldu. Herkese tahammül etmemek gerektiğini böylece anladım. Bir şehri yöneten ve çevredeki büyük şehirlerin ilçelerinden hasta sevki alan (Şereflikoçhisar ve bazı ankara ilçeleri de bize bağlı) hastanenin aciline burnu akıyor diye çocuk getiriyor hasta yakınları. Sağlık okuryazarlığını da geçtim aile hekimine hiç gitmemiş olanlar var.
Ben de yoğun eğitim hayatım nedeniyle çoğunuz gibi sosyal çevremi eğitim aldığım okullardan edindim. Hayatıma giren her insanı sosyoekonomik ve sosyokültürel açıdan ne kadar üst seviyede olduğunu anlamak için maalesef ki toplumun geneline karışmam gerekti. Hiçkimsenin maddi durumuna veya imkanlarına karşı ön yargı beslemedim, hiçbir zaman da beslemem. Dediğim durum bunlarla ilgili değil. Devlet eğitim, Sağlık gibi pek çok şeyi yıllardır herkese ücretsiz olarak tahsis ediyor. Ancak bazı konulardaki bilgisizliği gördükçe kendimi sarayda oturup halktan uzak kalmış Osmanlı padişahı gibi hissediyorum. Çevremdeki insanlardan anlaşamadıklarımın bile gerek anlayış açısından gerekse zeka bakımından çok iyi yerlerde bulunduğuna kanaat getirdim.
Şu an çocuk acilde doktorluk yapıyorum. Çocukların bilgisi ve rızası dahilinde gelişmeyen, ailelerden kaynaklanan bu yetersizliğe tahammül edemiyorum. Hiçbir çocuk bakımveren yetersizliğinden kaynaklanan hayat başarısızlığını hak etmez.
Kargocu bugün gelmesini planlamadığımız oda takımımı bana sormadan evimin kapısına bırakıp gitmiş. Bugün başka bir şehirde nöbetçiyim. Yarın gün aşırı nöbet arasında Ankara'ya gideceğim ve oda takımını eve alıp geri döneceğim 🥲
Üniversite 3.sınıftan beri infp t yim. Ayrıca ennagram 9 kişilik tipine sahibim. Güneş burcum aslan ve yükselen burcum yengeç. Sonuç olarak da hepsi karışınca ben oluyorum.
Çocuk acilde pratisyen hekim olma fikri. Gerginlikten o2 seviyem düştü. Nefes almayı ve yemek yemeyi unutuyorum. Hastane çevresinde defalarca kez tur attım. Dışarısı soğuk olunca içeriyi turladım. Üsye geçiriyorum şu an muhtemelen. Sabah nöbetten çıkarken erişkin acile uğrayıp kendime 1 (bir adet) ab yazdırmayı planlıyorum.
Bi keresinde arkadaşımla ankarayda giderken emek bahçelievler arasındaki yer altına iniş kısmında o kadar mutlu olmuştum ki arkadaşım bana dönüp "sen aşık olmuşsun" demişti. Sonra yüzü birazcık düştü. "Bu şekilde sevmek çok tehlikeli dikkat et kendine" diye ekledi. Bilemiyorum belki de aşık olmak böyle bir şey değildi ben öyle sandım.
Toplumsal olarak ilk adımı atan kadınlara karşı negatif bir bakış açısı mevcut. Bu bakış açısı nedeniyle kadınların çoğu aslında hoşlandığı ya da kriterlerine daha çok uyan bir erkekle olmak yerine kendisine ilk adımı atan, ilgi veren erkeklerle ilişki kurmayı tercih ediyor. Seven bir erkek bulmanın verdiği minnetle esasında genç olmanın getirdiği romantik, yoğun duyguları tatmadan üstelik kendinden öz veride bulunarak karşısındaki erkeği sevmeye çalışıyor. Oysaki insan kendi dışında başka şeyler olduğunda çok bocalıyor.
Hayatta bir sürü insan türü var. Benim çevremde iç anadolulu, kapalı ailelerde büyüyen kadınlar fazla sayıdalar. Bu yazdıklarımı olduğu gibi yaşayan ve üzülen arkadaşlarım oldu. Bu doğru bir durum değil açıkça yanlış bir seçim.
Herkesi kendi koşullarıyla özel ve değerli kabul eden düşünme yapısı. Başkasının yaşadığı tek bir günü bilmeden tüm hayatı hakkında ön yargı oluşturacak fikirlerimizi empati süzgecinden geçirmemiz gerekiyor. Kimsenin şartları en az bizimki kadar kolay olmayabilirdi.
Pazar günü tus'a giriyorum. bana dua edin, şans dileyin, enerji yollayın ya da neye inanıyorsanız onunla bana güzel dileklerinizi iletin lütfen. İhtiyacım var.
Sevgi istiyorum. kalan her işin ve duygunun yükünü üstlenirim. Ama sevgi istiyorum. Vermiyorlar mütemadiyen. Sevginin dilencisi, kapısında köpeği oluyorum.
Yıllar önce kendimi ifade etmeyi ve konuşmayı öğrenmiştim. Sonraki yıllarda konuşmama fırsat verilmesi için Dinlemeyi öğrendim. Zaman geçtikçe Dinlediğim insanları anlamayı öğrendim. Şu an içerisinde bulunduğum süreçte iste kabullenmeyi öğreniyorum. İnsanları iyi, kötü, güzel, çirkin, yalancı, dürüst gibi standardize edilmiş sıfatlarla kategorize etmeyi bıraktım. Bir günümüz dahi öbürüne denk düşmüyor. Kimi hangi gününde yakalayıp hakkında düşündüğümü bilemem. Ancak yanımdaki varlığından ve içimde oluşturduğu hislerimden emin olabilirim. İletişimin iki taraflı becerilerle oluşan bir örüntü olması gerektiğiyle ilgili düşüncelerimden de bu aşamada kurtuldum işte. İletişim en çok kendimle ve kendimi ifade etmekle ilgili şeylerden oluşuyor. Kendimi anlatabildiğim kadarıyla iletişim halinde olabiliyorum. Güldüğüm, ağladığım, düşündüğüm, yaşadığım, hissettiğim kadarıyla değil... Kendimi anlatabildiklerim dışında başıma gelenlerden sadece ben haberdarım. Anlattığım insanların anlama ihtiyacı da iletişimin benden ayrıca olan o küçük kısmıyla ilgili. Anlayabilme ihtiyacı bana yeten ve anlatabilme hissime denk gelen küçük bir kısım... Ben o küçücük gruptaki insanları anladım, anladığım kadarını da kabullendim. Değişmesini istediğim herkes için değişmesi gerekenin benim bulunduğum ortam olduğunu kabullendim. Kabullendiğim her şeyle birlikte bir kere daha değiştim.
Her insanın değişmesi gereken tarafları vardır. Yetişkin bir insanı değişime zorlamak ya da değişime mecbur bırakmak ne kadar doğrudur bilemiyorum. Değişecek şeyleri anlamak ve buna yönelmek tamamıyla kişisel tercihlerle, hayattan gidilmek istenen yollarla ilgili. Değişmesini mümkün olduğuna emin olduğum tek kişi benim. Ötesini görmem ve yükünü üstlenmek mümkün değil.
Kesinlikle aslında insanlar bizim ilk bakışta gördüğümüzün çok daha ötesinde ve her insan o ilk görünüşün yanında birçok güzellik ve kötülük barındırabilmekte. İnsanın doğasında olan bu ayrım sanki bir bütünün kemikleşmesini gözler önüne seriyor. biz yine de güzel bakıp güzel görelim derim. :) Güzel görenlerin kaybettiği bir şey yok çünkü.
Benim için imkansız aşkları hatırlatan, mahzun bir içecek türü. Ne alaka imkansız aşkla sarı kola değil mi? Değil arkadaşlar. Bir arkadaşımın hayatına almayı düşündüğü kişi hakkında "sen fanta istersin o sarı kola içmek ister" diye bir yorum yapılmıştı. Açıkçası portakal aromalı gazlı içecek hakkında bu kadar derinden düşüncelere sahip olabileceğimi ben de bilemezdim. Ancak sarı kolanın bile felsefesini yapmak zoruna kaldım. Dünya üzerinde envai çeşit ulaşılmaz zenginliklte içecek varken fanta içmeyi sarı koladan ayıran hiçbir şey olmadığını fark ettim. Aynı şeyi başka dillerde ifade ediyoruz diye ortak bir sevgi dilinde rastgelemiyoruz anlamına gelmiyor çünkü sarı kola... aslında içtiğimiz içecek aynı
İnsanın kalbini çok yoran şeylerden biridir. Derin bir sıkışma hissi, boğazda kasılma, üzgünlüğe bağlı iştahsızlık/ mide bulantısı yapabilir. İnsanın bunları görmezden gelerek ya da unutarak yaşaması zordur. Hiçbir acıyı unutamayız. Acıya alışırız. Acıya alışmanın en iyi yolu daha büyük bir acı yaşadıktan sonra eskisine üzülememekten geçer. Ve en büyük acı ölüm acısıdır. Aşkmış ya da başka şeylermiş... Ölüm acısına sığınan birisi diğer acılarına çoktan alışmıştır.