Sevilmek. Sevmek bedava ve sınırsız gibi görünse de sizin sevginizi tükettikçe kendini değerli kılan özgüvensiz insanlar, size kendi sevgisinden bir şeyler katmaktan korkar. Çünkü sevgiyle güzelleştiğini düşünür. Güzelliğinde eksilen bir parça olmasını istemez. Dolayısıyla kimseye kendi sevgisinden veremez.
Uzun yıllar önceki bir rüyaydı. Üzerimde abiye bir elbise vardı ve topuklularla rağmen koşuyordum. Hava henüz kararmıştı. Ağlıyordum. Sonra sola döndüm. Alçısız tuğladan örülmüş iki duvarın arasındaki bir çıkmaz sokaktaydım. Beni beklediğine emin olduğum bir beyefendinin kollarına atladım. O da çok üzgündü. Birbirimize sıkıca sarılıp ağladık. Sarılırken hafifçe salınıyor gibiydik. Onun üzerinde de şık bir takım vardı. Ansızın sokağın karanlığını bozan bir ışık üzerimize doğru gelmeye başladı. Bir arabanın ışığıydı. İnanılmaz derecede korkmuştum. Sonra uyandım. Unutmayım diye uyandığım sabah rüyamı çizdim. Boyadım. O yaşıma kadar gerçekçi rüyalar görmezdim ve bu rüyamdan çok korkmuştum.
Stresle başa çıkmaya çalışmak kronik stres maruziyeti nedeniyle gelişen bir zaruriyettir. Kronik stres ise tıp fakültesi okuyan her gencin karşılaşabileceği kötü bir sıradandır. Bir zamanlar stres yönetimi konusunda iyi olduğumu biliyordum ama şu an için bu konuda berbat olduğumun farkındayım. Çünkü ben, yokmuş gibi davranması gereken, sorunlarıyla var olduğunda insanlar tarafından kabul görmeyen kişiydim. Hissettiğim şeyleri hiçbir zaman rahatça dışavuramamıştım. Hâlâ da öyleyim. Ancak en azından travmalarımı ve streslerimi kabullendim. Bunlar yokmuş gibi davranmama neden olan faktörlerden uzaklaşmaya çalıştım. Kendimi sevmek için bir şeyler deniyorum. Varlığını kabul ettiğim her türlü anormalin herkesin başına gelebilen sorunlar olduğunu fark ettim. Ve anormalin varlığını reddetmenin de en büyük stres olduğunu gördüm. Bu nedenle stresle baş etmenin en önemli kurallarından birisi de hayatımızda geri plana attığımız ve bizi içten içe gıdıklayan o şeyin varlığını kabullenmemizdir.
Hepimizin sürekli yaptığı, günlük, basit aktivitelerden biridir. Dışarıya doğru yüksek sesle ifade etmiyoruz diye bu bizim yargılayanlardan biri olmadığımız anlamına gelmez. Yargılarız. Ancak oto kontrol sistemimiz gelişmişse yargılarımızı kimse bilmez. Bu da bizi patavatsız biri yapmaktan korur. Öte yandan patavatsız değilsek de yargılar bilinçaltımızı sinsi bir biçimde şekillendirir. Bu biçimlendirme, her insanın rutinde kullandığı ön yargı şemasını oluşturur.
İki sene önce bir arkadaşım, erkek arkadaşından ikinci defa olaylı bir şekilde ayrıldığında ona demiştim ki
"Bak güzelim, insan değişeceğini söyleyerek değişemez. İnsan değişmek zorunda bırakılarak değişir. Maalesef ki bu değişimlerin çoğu kötü olayların tetiklemesi sonucunda gerçekleşir. Ve insan her kötülükte çocuksu masum yanından bir şeyler kaybeder. Değişmek için kaybetmek gerekir." (Zamanında Tuba için dediklerime hala aynen katılıyorum. Hepimiz değişiriz.)
Başlığa yeniden girdi girildikçe bildirim geldi. Ve ben yaklaşık 1 sene önce bu konu hakkında neler düşünmüşüm tekrar okudum. Bu başlıktan tam bir hafta sonra çok sevdiğim birini kaybetmiştim. Ölüm konusu benim için hassas bir noktaydı ve yeni bir ölümü daha kaldıramadım. Ölümü hem çok aştım hem de hiç aşamadım. Sonra başıma bir şeyler gelmeye devam etti ancak öncesinde aşamamış olduğum ölüm konusu bu süreçte beni zaten değişmeye itiyordu. Eskiden biraz tedirginmişim; birkaç kişi okursa diye. Artık onların benim hakkımdaki düşüncelerini önemsemeyecek kadar değişmişim. Başka biri olmuşum.
Bu süreçte okulların tekrar açılmasıyla ifşa olduğumu fark edenler gelip bana söylemeye başladılar. Ancak artık çok umursamadığını fark ettim. Keşke burada onlardan kaçarken sayıkladıklarımı zamanında onlara söylebilseymişim diyorum. Sonra da diyorum ki kendime "daha önceden bu denli değişmeye dayanabilir miydin?". Ne dayanabilirdim ne de katlanabilirdim. Olması gereken böyleymiş.
Karşı komşumuz çok güzel yemek yapardı. Kızlarıyla oynamaya gidince yemeğimi de yiyip geliyordum bazen. Sonra büyüdüm başka yere taşındım. Bu sefer komşumuz bize misafir olarak gelmeye başladı. Kendisi o zamanlar yeni doğmuş bir bebekti, sevmek için anneannesinden misafir olarak alıyorduk.
Eskiden evimize inanılmaz derecede çok misafir gelirdi. Yerlerdi, içerlerdi, kalkmazlardı çünkğ tekrar yerlerdi içerlerdi. Evimiz yol geçen hanı gibiydi. Özel gün olsun ya da olmasın annem ansızın birini ağırlayabilirdi. Boyum 1 metreden biraz uzundu henüz. Uyumaya ve büyümeye muhtaçtım. Fakat eve gelenler bir türkü gitmek bilmezlerdi. Üstelik çoğu çocuklu ailelerdi. Oyuncaklarını kırmasınlar diye başlarında nöbet tutardım. Bir köşeye gidip sessizce uyuma ihtimalim nöbetler yüzünden yok oluyordu. Misafirleri hiç sevmezdim.
Kuzenim küçükken karpuzu çekirdeklerden arındırılmış olarak görmeden yiyemezmiş. Bir gün kuzenim geç bir saatte halamdan zorla karpuzdan çekirdek açıklamasını istemiş. Halamın da işi varmış, söylene söylene çekirdekleri ayıklamış. Sonra tabakla kuzenimin önüne koymuş. Fakat kuzenim bu sefer annesinden ilginç bir istekte daha bulunmuş: çıkardığı çekirdekleri geri yerine koyması. Halam bunun üstüne sinirle çocuğunu bir güzel dövmüş. Eskilere göre dayak da cennetten çıkmaymış zaten.
Birkaç sene önce tükettiğim bir aromalı süt ürünü yüzünden tüketmeyi bırakma kararı aldığım meyvedir. Zaten bu karardan önce de pek tüketemiyordum. Daha elit bir bahanem oldu.