Eğer roman değil de daha didaktik içeriklere yönelik okumalar yapıyor ve profesyonel çalışmıyorsanız, kesinlikle olması gereken bir tutumdur. Profesyonel yaklaştığınızda da geçerli olabilir ama bu şartlara göre değişim gösterecektir.
Konuya böyle yaklaşacak isek ben de yediğim her yemeğin tadını damağında hissedemiyorum ama hücrelerimin bu yediğim yemeklerden ne çok fayda gördüğünü açıklamama gerek yoktur. Bilincimizde kalanlardansa bilinçdışımızda bulunanlar/ bulunacaklar için okumak, izlemek ve öğrenmek gerek.
Entelektüelite; çok şey bilmek, çok şey ezberlemek değildir. Entel olabilmek, entel yaklaşabilmektir ki buna da ben yorumlama becerisi diyorum. Okuduğumuz, öğrendiğimiz, izlediğimiz her şey, eğer amacına uygun yapılmışsa; olaylar, fikirler ve insanlar hakkında getirdiğimiz yorumların kalitesine sirayet edecektir.
Varsın aklımızda kalmasın, hayatımıza dokunsa yeter.
Entelektüelite; çok şey bilmek, çok şey ezberlemek değildir. Entel olabilmek, entel yaklaşabilmektir ki buna da ben yorumlama becerisi diyorum. Okuduğumuz, öğrendiğimiz, izlediğimiz her şey, eğer amacına uygun yapılmışsa; olaylar, fikirler ve insanlar hakkında getirdiğimiz yorumların kalitesine sirayet edecektir.
Varsın aklımızda kalmasın, hayatımıza dokunsa yeter.
Genel itibariyle aile evinin dışında doğru düzgün kalmamış ve dışarıda yeterince bulunmamış kişilerin tutumudur. İstisnaları tabi ki vardır. Ciddi ailevi problemleri olanlar illaki vardır. Ancak babanızın size kaçta yatacağınızı söylemesi, annenizin size ev işi vermesi ya da kardeşlerinizin sizi rahatsız etmesi bir evi kanserojen yapmaz. Birlikte aynı kaptan yemek yiyip aynı yatağı paylaştığımız insanlardan gerçekten sorun çıktığını da biliyoruz. Bazıları der ki “vay efendim ben insan sevmiyorum da yalnızlığı tercih ederim cart curt” böyle insanlar genelde bulup da bunayanlardan çıkar. Ailenizden ya da arkadaşlarınızdan birkaç kötülük gördünüz diye bu sizi herkese ve herkesi size düşman yapmaz. Gelgelelim aile evinin ötesinde gerçekten özgür olacağını sananlar ne yazık ki başıboşluğu özgürlükle karıştırmış olanlardır.
Edit: ayrıca bu Özgür olma ya da hayatına müdahale edilme konusunun yaşa bağlı duygusal boşluklara bağlıyorum ki, örneğin kendilerinin kısıtlandığına inananlar kendi çocukları olduğunda bir “rahat” bırakmayı deneyebilirler tabi yapabileceklerse.
İnsan ebeveyn olmadan çok kolay konuşur; tıpkı sahip olmadığı ya da deneyimlemediği diğer pek çok konuda rahatça konuşabildiği gibi.
Edit 2: bunları son 8 yılını aile evinden uzakta geçirmiş ve yıl boyunca bir, bilemedin iki kez kısa aralıklı ziyaret eden biri olarak söylüyorum. Yakınını da uzağını da yeterince gördüm. Bugün ailesini kanser edici bulan varsa, yarın ne çok insanın onları kendi ailelerinden daha kötü etkilediğini gördüklerinde zannımca anlayacaklardır.
Edit: ayrıca bu Özgür olma ya da hayatına müdahale edilme konusunun yaşa bağlı duygusal boşluklara bağlıyorum ki, örneğin kendilerinin kısıtlandığına inananlar kendi çocukları olduğunda bir “rahat” bırakmayı deneyebilirler tabi yapabileceklerse.
İnsan ebeveyn olmadan çok kolay konuşur; tıpkı sahip olmadığı ya da deneyimlemediği diğer pek çok konuda rahatça konuşabildiği gibi.
Edit 2: bunları son 8 yılını aile evinden uzakta geçirmiş ve yıl boyunca bir, bilemedin iki kez kısa aralıklı ziyaret eden biri olarak söylüyorum. Yakınını da uzağını da yeterince gördüm. Bugün ailesini kanser edici bulan varsa, yarın ne çok insanın onları kendi ailelerinden daha kötü etkilediğini gördüklerinde zannımca anlayacaklardır.
Haklı düşüncelerle açılmış bir başlık olup gütfsözlük kurallarına aykırı entryler girilmemesini rica ederim. Anlayışınız için teşekkürler.
Hep birlikte daha iyi bir Gazi tıp görmek dileğiyle...
Hep birlikte daha iyi bir Gazi tıp görmek dileğiyle...
Söyleyeceklerim kesinlikle spesifik hiçbir öğrenciyi kast etmemekle beraber, gördüğüm, dinlediğim, izlediğim ve yaşadıklarım kadarıyla genel olarak mühendis adaylarının tıp öğrencilerinden fersah fersah ötede olduğu acı gerçeğidir. Neden?
Bu ataletin en birincil sebebi mühendis adaylarının kesin bir iş garantisinin olmamasına karşılık her diplomalı tıp öğrencisinin kesin olarak iş bulacağı hakikatidir ki, mühendis öğrencileri özellikle bu sebepten ötürü kendilerini her alanda geliştiriyor ve mesleki gündemlerini sıkı sıkıya takip ediyorlar. Hemen hemen hepsi linkedin hesaplarına sahip ve faal kullanıyorlar, mutlaka staj kovalıyor ve para almasalar bile sırf tecrübe için ellerine geçen her fırsatı değerlendiriyorlar. Bununla beraber gerek Udemy gibi online eğitim platformları gerekse teknofest gibi yarışmalar olsun her bir yerde kendilerini gösteriyor ve yeterli CV adına gerekli olan hiçbir şeyi kaçırmıyorlar.
Bir diğer sebebini görece daha az etkili olsa da öğrenci toplulukları arasındaki farka bağlıyorum ki bizde öğrenci toplulukları genel olarak kendi kendini tatmin etmeye ve ortada gözükmeye yararken, ieee başta olmak üzere pek çok mühendis Topluluğu kariyer ve kişisel gelişim adına özellikle özel sektör işbirliği ile imkanlarının sınırlanırını zorluyorlar. Bunun da ötesinde kovalayan için teknokentler biçilmiş kaftan.
Üçüncül olarak bunu analitik düşünmeye sadık kalmalarına bağlıyorum. Matematik doğayı ve teknolojiyi anlamanın su götürmez bir temeli ve yaptıkları her işi, eğer doğru düzgün yaparlarsa anlayarak öğreniyor ve yapıyorlar. Bizde her ne kadar parçalar arasında ilişki kurmak elzem olsa da kabul edelim ki çoğunlukla hatta neredeyse ezber üstüne ezberle gidiyoruz. Tus bile kısa süreli hafızaya atarak çalışılan ve hazırlanılan bir sınav ne yazık ki. Anlamak bizde neredeyse lüks sayılan bir iş.
Bütün Bunlar bir tıp öğrencisi olarak beni çok üzüyor. Henüz öğrenciyken uygulama geliştiren, büyük şirketlerin ceo'larıyla oturup kalkan, yarışmalarda roket uçuran ve teknokentlerde start-uplar inşa eden yaşıtlarımı görünce kendim ve bölümüm adına çok üzülüyorum. Bizim en önemli görevimiz teşhis koymak veya cerrahlık olmamalı. Teknoloji gelişiyor ve kim olursak olalım bu dünya doğal seçilimin olduğu bir dünya. Kendimizi her alanda güncellemediğimiz sürece er ya da geç bu sistemden silineceğiz. Yurtdışındaki meslektaşlarımıza nazaran pek çok açıdan gerideyiz ve başarılı bir kalp ya da beyin ameliyatının akabinde kendini tanrı sananların bulunduğu bir akademideyiz. Bunlar benim açımdan tam bir hüsran ve kesinlikle çözülemeyecek meseleler değil. Tabi öğrenciye ne kadar düşüyorsa hocalarımıza en az bir o kadar görev düşmekte. Online derste ekran paylaşmayı beceremeyen hocaların okulumuzda hiç de az olmadıklarını düşünürsek durum biraz vahim ne yazık ki.
Söylemiş olduğum her şey yıkıcı bir eleştiriden uzak olmakla birlikte bizatihi içinde olduğum bir akademinin ulusal bir özeleştirisi hükmündedir. Amacım kimseyi kırmak ve incitmek değil, yalnızca bu gerçeğin perdesini şahsım ve okuyan herkes için bir nebze de olsa aralayabilmektir.
Bu ataletin en birincil sebebi mühendis adaylarının kesin bir iş garantisinin olmamasına karşılık her diplomalı tıp öğrencisinin kesin olarak iş bulacağı hakikatidir ki, mühendis öğrencileri özellikle bu sebepten ötürü kendilerini her alanda geliştiriyor ve mesleki gündemlerini sıkı sıkıya takip ediyorlar. Hemen hemen hepsi linkedin hesaplarına sahip ve faal kullanıyorlar, mutlaka staj kovalıyor ve para almasalar bile sırf tecrübe için ellerine geçen her fırsatı değerlendiriyorlar. Bununla beraber gerek Udemy gibi online eğitim platformları gerekse teknofest gibi yarışmalar olsun her bir yerde kendilerini gösteriyor ve yeterli CV adına gerekli olan hiçbir şeyi kaçırmıyorlar.
Bir diğer sebebini görece daha az etkili olsa da öğrenci toplulukları arasındaki farka bağlıyorum ki bizde öğrenci toplulukları genel olarak kendi kendini tatmin etmeye ve ortada gözükmeye yararken, ieee başta olmak üzere pek çok mühendis Topluluğu kariyer ve kişisel gelişim adına özellikle özel sektör işbirliği ile imkanlarının sınırlanırını zorluyorlar. Bunun da ötesinde kovalayan için teknokentler biçilmiş kaftan.
Üçüncül olarak bunu analitik düşünmeye sadık kalmalarına bağlıyorum. Matematik doğayı ve teknolojiyi anlamanın su götürmez bir temeli ve yaptıkları her işi, eğer doğru düzgün yaparlarsa anlayarak öğreniyor ve yapıyorlar. Bizde her ne kadar parçalar arasında ilişki kurmak elzem olsa da kabul edelim ki çoğunlukla hatta neredeyse ezber üstüne ezberle gidiyoruz. Tus bile kısa süreli hafızaya atarak çalışılan ve hazırlanılan bir sınav ne yazık ki. Anlamak bizde neredeyse lüks sayılan bir iş.
Bütün Bunlar bir tıp öğrencisi olarak beni çok üzüyor. Henüz öğrenciyken uygulama geliştiren, büyük şirketlerin ceo'larıyla oturup kalkan, yarışmalarda roket uçuran ve teknokentlerde start-uplar inşa eden yaşıtlarımı görünce kendim ve bölümüm adına çok üzülüyorum. Bizim en önemli görevimiz teşhis koymak veya cerrahlık olmamalı. Teknoloji gelişiyor ve kim olursak olalım bu dünya doğal seçilimin olduğu bir dünya. Kendimizi her alanda güncellemediğimiz sürece er ya da geç bu sistemden silineceğiz. Yurtdışındaki meslektaşlarımıza nazaran pek çok açıdan gerideyiz ve başarılı bir kalp ya da beyin ameliyatının akabinde kendini tanrı sananların bulunduğu bir akademideyiz. Bunlar benim açımdan tam bir hüsran ve kesinlikle çözülemeyecek meseleler değil. Tabi öğrenciye ne kadar düşüyorsa hocalarımıza en az bir o kadar görev düşmekte. Online derste ekran paylaşmayı beceremeyen hocaların okulumuzda hiç de az olmadıklarını düşünürsek durum biraz vahim ne yazık ki.
Söylemiş olduğum her şey yıkıcı bir eleştiriden uzak olmakla birlikte bizatihi içinde olduğum bir akademinin ulusal bir özeleştirisi hükmündedir. Amacım kimseyi kırmak ve incitmek değil, yalnızca bu gerçeğin perdesini şahsım ve okuyan herkes için bir nebze de olsa aralayabilmektir.
Bir kez daha gütfsözlük dedirten hadisedir.
ceymır mı getirdiler diyodum
Hahah, altyapıları burası kadar güçlü değil belli ki ;)
Belli ki ironik bir üslubu var zira ruhsuz olacak bir kimsenin bu kadar Ruha hitap edebilmesi başka bir kelimeyle tarif edilemez. Sözlüğe renk, fark ve “ruh” katan yazarlardan.
Ben bunu hayalden öteye götürüp pratiğe dökmeyi başardım. 8 ay boyunca sonrasında ne yapacağımı düşünüp savruldum. Bazı sistemler vardır ki dıştan bir darbeyle değil de içten vuracağınız bir kuvvetle kırılırlar. İbn-i Rüşd bunu çok güzel ifade etmişti: “yumurta dıştan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur. İçten bir güçle kırılırsa yaşam başlar; zira sahih dönüşümler hep içten gelir.”
Tıp fakültesine olan yabancılık da aynen böyle içten gelecek bir darbeyle sahih dönüşüme uğratılabilir. Ben geri dönmek mecburiyetinde kaldım ancak bunu kabullendim. Sizler de emin olabilirsiniz ki dışarısı fazla tehlikeli bizler için.
Şimdiki aklım olsa başından hiç yazmazdım orası ayrı tabi. Ama geç kaldık bir kere, işin içine girdik bir kere. Sonunu getirmek gerek.
Tıp fakültesine olan yabancılık da aynen böyle içten gelecek bir darbeyle sahih dönüşüme uğratılabilir. Ben geri dönmek mecburiyetinde kaldım ancak bunu kabullendim. Sizler de emin olabilirsiniz ki dışarısı fazla tehlikeli bizler için.
Şimdiki aklım olsa başından hiç yazmazdım orası ayrı tabi. Ama geç kaldık bir kere, işin içine girdik bir kere. Sonunu getirmek gerek.
Benim için kuran-ı kerimdir.
Bunu cevaplayabilecek olan kişinin kendisi değil, yakın ve uzak çevresidir. Zira aura, yakınınızdaki kimseye farklı etkirken, uzağınızdaki birine farklı etki eder. Size sempati besleyen birine farklı işlerken, size antipati besleyen birine farklı işler. Ancak bana kalırsa temelde akılda kalıcılık, yönlendirilebilirlik ve de en önemlisi genel tabuların dışında sergilediğiniz bir davranışın karşınızdakilere çekici gelmesiyle ölçülebilecek bir şeydir. Yoksa size ilk görüşte kaç kişi aşık oluyor, mesele bundan ibaret olamaz. Güçlü auraya sahip kişiler karakter ve kişilik yapılarının doğasıyla uyuşarak, karşıdakinde kasıtlı duygular inşa edebilme becerisine sahiptirler. Örneğin sizi hiç tanımayan ya da sadece uzaktan tanıyan bir kimsede antipati duygusu yerleştirebilmek, karşı tarafı ikna edip yönlendirebilmek adına mükemmel bir başlangıçtır. Ya da ikna etmeden yönlendirebilmek ki bu çok daha güçlü bir aura gerektirir. Ülkemizde bazı siyasetçiler -ki herkesin aklına ilk gelenler mesela- o kadar derin bir auraya sahiptirler ki kendilerinin bir lover, bir de hater kitlelerini ilmek ilmek inşa edip manipüle edebilirler. Sevmediğiniz biri sizi yönetebiliyorsa bu onun sizden 1-0 değil, pekçok 0 önde olduğunun bir işaretidir. Özetle bunu anlayabilmek için bana kalırsa öznel yorumlardan sıyrılmış, sizin kendi hakkınızdaki düşünceleriniz değil; başkalarının sizin hakkınızdaki görüşlerine ihtiyacınız var. Ya da sadece sezersiniz. ;)
Zerafet, zaten zekanın yontulmasıyla mümkün olan bir mefhum. Mesela zekayı tek boyutlu değil de derinlemesine inşa edebilmek. Bu öyle bir çalışma ki ahlak bunun bir boyutu, zerafet ve incelik bir boyutu, ilham bir boyutu, kişisel gelişim bir boyutu ve hakeza. Zerafet kibarlık değildir, zerafet kadının gücü, erkeğin güzelliğidir. -Temsilde hata olmasın- Bir kadını güçlü kılarken bir erkeği güzel kılar. Bir insan çok Zeki olabilir ancak bu zekayı heykeltraş misali işleyebilirse o zaman aura kazanır. Karizma da buradan Neşet eder. Mesele sizin salt bunları yapabilmeniz de değildir zannımca zira içgüdü de zekanın bir homonimi ancak hayvan içgüdüsüyle zarif iken insan ancak zekası ile zarif olabilir.
Hayatımın hiçbir döneminde yozlaşmış okul konseptinin içinde öğrenmedim. Hayatıma değer katan hiçbir bilgiye okullar vasıtasıyla ulaşmadım ki buna yükseköğrenim kurumum da dahil. Ünlü İrlandalı tiyatro yazarı Bernard shaw'ın bu konuda çok veciz bir ifadesi vardı: “eğitimime okul yüzünden uzun bir ara vermek zorunda kaldım.”
Bugünün adem-i merkeziyetçi eğitim anlayışı ne yazık ki bırakınız ortaöğretim kurumlarına, henüz yükseköğrenim kurumlarına bile sirayet edemedi. “İhtiyaç halinde bilgi” olarak da tanımlayabileceğimiz bu yeni çağın epistemolojisi belki etik olarak sorgulanabilir ancak şu an bir realite. Bunu kabul etmek gerekiyor. Tıp mı okuyorsunuz? Hayır siz tıp bilginizle ancak diplomalı işçiler olabilirsiniz. Sonra da nöbetti, şiddetti, döner maaştı sorgular durursunuz.
Doktorsanız bugün ilaç sektörünü yalayıp yutacaksınız, medikal sektörünü anlayacaksınız, home office çalışma düzeni üzerine fikir yürüteceksiniz, yapay zekayı bırakın kullanmayı yazmasını bile öğreneceksiniz. Bunlar bu okulda öğretilmez. Bunu takip edip öğrenmek gerek. En önemlisi pratiğe döküp hayata geçirmek gerek. İnternet bu yüzden var. Bugün birkaç öğrencinin startup olarak başlattığı Udemy, bizimki de dahil pekçok üniversitenin uzaktan eğitim altyapısını toplar, türevini alır.
Ben ne öğrendiysem kendim öğrendim, hatırlarım 6. Sınıftayken logaritma ve türev öğrenirdim, resim derslerinde sınıfı geçmeye çalışırken evde kendim karakalem çizimler yapardım. İnsanlar fen dersinde slayt izlerken ben evde iki kez kendi robotumu yapıp bir tane de prototip çamaşır makinesi üretmiştim. Teknoloji tasarım dersinde hiç unutmam 7. Sınıftaydım henüz iwatch çıkmadan iwatch isimli bir akıllı saat projesi geliştirmiş ve sunmuştum. Tabi ki onu evde üretemezdim bu yüzden sunumum yalnızca teoriden ibaretti. Mukavvadan çiçek yapanlar benden yüksek puan aldılar. İwatch bugün EKG ölçüyor. Bizimkiler mukavvayla uğraşıyor. İngilizce notlarım yerdeydi ama ben kendi kişisel gelişimim için yeter seviyede İngilizce biliyor ve takip ediyordum. Nereden yeter diyorum çünkü anlayabiliyordum. Hep piyano çalmak istemiştim ancak babam beni bağlama çalmaya, okul ise melodika çalmaya zorladı. Bugün hiçbir alet çalamıyorum. Bunun sorumlusu ben miyim? Coğrafyadan neredeyse kalacaktım ama Türkiye'de gidilmedik coğrafya bırakmadım, eksik bölgeleri de önümüzdeki yıllarda tamamlayacağım. Bana ne dağların paralelliğinden, 26-42'den. Bunlar için artık navigasyon cihazı var.
Genel olarak vasat bir öğrenci olmakla birlikte yer yer parladığım pekçok zaman dilimi oldu. Bunların hepsi benim çabam sayesinde oldu. Bir erkeğe neden yemek yapmayı öğretmezsiniz; lise hayatım boyunca kendi yemeğimi kendim yaptım (ve hala). Ehliyetimi aldığımda 6 yıldır araba kullanıyordum. O kadar tatminsizdim ki berbere gitmemek için traş makinesi alıp lise hayatımın iki yılında kendi saçımı kendim kestim. Bunların hangisini okulda öğrenebilirsiniz? Sorarım buradaki arkadaşlarıma..
Bugün de durum bundan farksız. Bana ne hangi hastalığa hangi etken maddeli ilacın kullanılacağından? Çok yakında bunu yapay zeka bizden binlerce kat iyi yapacak. Bize düşen bu yarının gereksiz datasını öğrenmek mi yoksa bu bigdatayı faydalı bilgiye dönüştürmeyi öğrenmek mi? Okul neden yapay zeka öğretmiyor bizlere? Çünkü istese de öğretemez.
Hadi okul bunları yapamadı diyelim, mesleki tecrübelerin aktarılması konusundaki yetersizlik had safhada. İlişki ağı kurmak için Twitter kullanmak zorunda mıyız? Bir hocanın tecrübesine ulaşabilmek için onun tweetlerinden seçmece mi yapmalıyız? Ne kadar acizce... utanılası...
Okul fiziki bir şey olmadı hiçbir zaman bende. O, yalnızca kafamın içindeki bir dürtüden ibaret. Bunu anladığımız ve hayata geçirdiğimiz gün o çok büyük kale misali üniversitelerin burnu havada akademik tiranlıkları yerle bir olacak ayağımızın altında. Bu platformu üniversite mi inşa etti, bunu yapmaları için onların sözümona çok değerli yüksek fikirlerinin alakasını mı beklemeliyiz? Dünün yoz akademileri yarının doktorlarını, mühendislerini, iş adamlarını ve politikacılarını yetiştiremeyecek.
Ben yeni neslin içinden biri olarak bu sistemle kavgalıyım, hem de çok fena kavgalıyım. Ya bu sistemin çarkları altında unufak olacağız ya da hep birlikte farkındalığımızı yakalayıp yeni bir sistemin meşalesini yakacağız.
Bugünün adem-i merkeziyetçi eğitim anlayışı ne yazık ki bırakınız ortaöğretim kurumlarına, henüz yükseköğrenim kurumlarına bile sirayet edemedi. “İhtiyaç halinde bilgi” olarak da tanımlayabileceğimiz bu yeni çağın epistemolojisi belki etik olarak sorgulanabilir ancak şu an bir realite. Bunu kabul etmek gerekiyor. Tıp mı okuyorsunuz? Hayır siz tıp bilginizle ancak diplomalı işçiler olabilirsiniz. Sonra da nöbetti, şiddetti, döner maaştı sorgular durursunuz.
Doktorsanız bugün ilaç sektörünü yalayıp yutacaksınız, medikal sektörünü anlayacaksınız, home office çalışma düzeni üzerine fikir yürüteceksiniz, yapay zekayı bırakın kullanmayı yazmasını bile öğreneceksiniz. Bunlar bu okulda öğretilmez. Bunu takip edip öğrenmek gerek. En önemlisi pratiğe döküp hayata geçirmek gerek. İnternet bu yüzden var. Bugün birkaç öğrencinin startup olarak başlattığı Udemy, bizimki de dahil pekçok üniversitenin uzaktan eğitim altyapısını toplar, türevini alır.
Ben ne öğrendiysem kendim öğrendim, hatırlarım 6. Sınıftayken logaritma ve türev öğrenirdim, resim derslerinde sınıfı geçmeye çalışırken evde kendim karakalem çizimler yapardım. İnsanlar fen dersinde slayt izlerken ben evde iki kez kendi robotumu yapıp bir tane de prototip çamaşır makinesi üretmiştim. Teknoloji tasarım dersinde hiç unutmam 7. Sınıftaydım henüz iwatch çıkmadan iwatch isimli bir akıllı saat projesi geliştirmiş ve sunmuştum. Tabi ki onu evde üretemezdim bu yüzden sunumum yalnızca teoriden ibaretti. Mukavvadan çiçek yapanlar benden yüksek puan aldılar. İwatch bugün EKG ölçüyor. Bizimkiler mukavvayla uğraşıyor. İngilizce notlarım yerdeydi ama ben kendi kişisel gelişimim için yeter seviyede İngilizce biliyor ve takip ediyordum. Nereden yeter diyorum çünkü anlayabiliyordum. Hep piyano çalmak istemiştim ancak babam beni bağlama çalmaya, okul ise melodika çalmaya zorladı. Bugün hiçbir alet çalamıyorum. Bunun sorumlusu ben miyim? Coğrafyadan neredeyse kalacaktım ama Türkiye'de gidilmedik coğrafya bırakmadım, eksik bölgeleri de önümüzdeki yıllarda tamamlayacağım. Bana ne dağların paralelliğinden, 26-42'den. Bunlar için artık navigasyon cihazı var.
Genel olarak vasat bir öğrenci olmakla birlikte yer yer parladığım pekçok zaman dilimi oldu. Bunların hepsi benim çabam sayesinde oldu. Bir erkeğe neden yemek yapmayı öğretmezsiniz; lise hayatım boyunca kendi yemeğimi kendim yaptım (ve hala). Ehliyetimi aldığımda 6 yıldır araba kullanıyordum. O kadar tatminsizdim ki berbere gitmemek için traş makinesi alıp lise hayatımın iki yılında kendi saçımı kendim kestim. Bunların hangisini okulda öğrenebilirsiniz? Sorarım buradaki arkadaşlarıma..
Bugün de durum bundan farksız. Bana ne hangi hastalığa hangi etken maddeli ilacın kullanılacağından? Çok yakında bunu yapay zeka bizden binlerce kat iyi yapacak. Bize düşen bu yarının gereksiz datasını öğrenmek mi yoksa bu bigdatayı faydalı bilgiye dönüştürmeyi öğrenmek mi? Okul neden yapay zeka öğretmiyor bizlere? Çünkü istese de öğretemez.
Hadi okul bunları yapamadı diyelim, mesleki tecrübelerin aktarılması konusundaki yetersizlik had safhada. İlişki ağı kurmak için Twitter kullanmak zorunda mıyız? Bir hocanın tecrübesine ulaşabilmek için onun tweetlerinden seçmece mi yapmalıyız? Ne kadar acizce... utanılası...
Okul fiziki bir şey olmadı hiçbir zaman bende. O, yalnızca kafamın içindeki bir dürtüden ibaret. Bunu anladığımız ve hayata geçirdiğimiz gün o çok büyük kale misali üniversitelerin burnu havada akademik tiranlıkları yerle bir olacak ayağımızın altında. Bu platformu üniversite mi inşa etti, bunu yapmaları için onların sözümona çok değerli yüksek fikirlerinin alakasını mı beklemeliyiz? Dünün yoz akademileri yarının doktorlarını, mühendislerini, iş adamlarını ve politikacılarını yetiştiremeyecek.
Ben yeni neslin içinden biri olarak bu sistemle kavgalıyım, hem de çok fena kavgalıyım. Ya bu sistemin çarkları altında unufak olacağız ya da hep birlikte farkındalığımızı yakalayıp yeni bir sistemin meşalesini yakacağız.
Aynı evde kal
Seyahate çık
Ya da sırt sırta kavga et
Ama Bütün bunların hiçbir zaman bir kesinliği yok. Hiç şaşmayacak tek yöntem bilirim ben: değer ver, sev, umursa. O kendi değerini, sen biçmeden kendi elleriyle verecektir sana. Sen hiçbir şey yapmadan tanıtacaktır kendini sana.
Seyahate çık
Ya da sırt sırta kavga et
Ama Bütün bunların hiçbir zaman bir kesinliği yok. Hiç şaşmayacak tek yöntem bilirim ben: değer ver, sev, umursa. O kendi değerini, sen biçmeden kendi elleriyle verecektir sana. Sen hiçbir şey yapmadan tanıtacaktır kendini sana.
Durma, yalnızca ve daima devam et. Ne şekilde, ne zamanda ya da kimlerle olursa olsun, sadece yürü, koş ya da sürün ama bir şekilde devam et.
Ölüm öyle bir hakikat ki hem kendi başına bir gerçek; hem de bu yalan hayatın yanında, bu yalanı gerçek kılabilen de bir gerçek. Öleceğimi biliyorum benim sorum ne zaman olacağı Değil, ben ölürken bu dünyadan huzur ile mi yoksa ızdırap ile mi öleceğimdir. Yaptığım ve yapacağım her şey ölümüm karşısında bir anlam kazanacak zira.
Derler ki başlamak bitirmenin yarısıdır. Doğru, zira son vermek de bitirmenin diğer yarısıdır. Arada kalan mı? Hayır onun bu anlama pek bir katkısı yok. Doğum ve ölüm, birbirine aşık iki sevgili.. ancak kavuşmayı bekleyen.. hepimiz bir gün bu ayrılığa son vererek bağlamlarımızı anlam haline getireceğiz.
Derler ki başlamak bitirmenin yarısıdır. Doğru, zira son vermek de bitirmenin diğer yarısıdır. Arada kalan mı? Hayır onun bu anlama pek bir katkısı yok. Doğum ve ölüm, birbirine aşık iki sevgili.. ancak kavuşmayı bekleyen.. hepimiz bir gün bu ayrılığa son vererek bağlamlarımızı anlam haline getireceğiz.
Rap de, bir zamanların şüpheyle yaklaşılan rock müziği gibi şu ana değin çokça eleştiriye ve önyargıya maruz kaldı.
Müzik ve şarkı, hayata bir anlam katabildiği, bir insanın ruhunu temsil edebildiği sürece sanattır. Rap, doğru yeteneklerin elinde bir sanat eserine dönüşebilir. Mesele rap değildir aslında, rapçidir.
Bana öyle geliyor ki rap benim hayatımda, kafamın içerisinde bir yerlerde bir çeşit kendini ifade etme aracı.
Şiir nasıl ki yazının en üst formuysa rapi de bu şiirin canlandığı bir tiyatro sahnesi misali tahayyül ediyorum. Sanki bir tiyatro oyunuymuşçasına rap, kağıttaki şiirin harekete ve raksa geçtiği bir serüven. Bu ikisini hep birbirine benzetmişimdir. İçinden çöp de çıkarabilirsiniz, elmas da.
Ne de olsa insan yalnızca bir tanık arar kendine: kendinden sonrasında konuşabilecek.
“İki tanık var biri dilim biri kalemim.”
Müzik ve şarkı, hayata bir anlam katabildiği, bir insanın ruhunu temsil edebildiği sürece sanattır. Rap, doğru yeteneklerin elinde bir sanat eserine dönüşebilir. Mesele rap değildir aslında, rapçidir.
Bana öyle geliyor ki rap benim hayatımda, kafamın içerisinde bir yerlerde bir çeşit kendini ifade etme aracı.
Şiir nasıl ki yazının en üst formuysa rapi de bu şiirin canlandığı bir tiyatro sahnesi misali tahayyül ediyorum. Sanki bir tiyatro oyunuymuşçasına rap, kağıttaki şiirin harekete ve raksa geçtiği bir serüven. Bu ikisini hep birbirine benzetmişimdir. İçinden çöp de çıkarabilirsiniz, elmas da.
Ne de olsa insan yalnızca bir tanık arar kendine: kendinden sonrasında konuşabilecek.
“İki tanık var biri dilim biri kalemim.”
Şimdisini yaşarken mazisini muhasebe etmeden ve istikbalini hayal etmeyen insandır boş insan. Sadece yaşar. Bunu ot da yapıyor.
Sosyal medyada ve YouTube'da çok vakit geçiren insan, eğer ki işi sosyal medya değilse boş insandır.
Fikirlerden ziyade şahıslara, sistemlerden ziyade kahramanlara takılan insan boş insandır.
Herhangi birinin hayatını, bırak konuşmayı, merak eden insan boş insandır.
Bir insan egoist olabilir, sırf bu yüzden ona boş denemez. Ancak övünülecek bir şeyi olmadığı halde övünen insan boş insandır.
Detaylarla, ana hatlardan daha fazla iştigal eden insan boş insandır.
Kafasının ve gönlünün içini zenginleştirmeden cebini zenginleştiren; bunları güzelleştirmeden bedenini güzelleştiren insan boş insandır.
Bir başkasının emeği üzerinden madden, manen, sosyal veya psikolojik açıdan geçinen insan boş insandır.
Her dakikasını dolu dolu geçirmeye çalışan, her anına bir şeyler katmaya çalışan insan boş insandır. Boş vakit olmadan, dolu vaktin de bir anlamı olmaz. Zira her şey zıddıyla...
Bulunduğu yerin, kendisine verilen değerin, kendisine yakıştırılan duyguların ve kendine tahsis edilen makamın hacmini dolduramayan insan boş insandır.
Öğrenmek için değil de öğretmek için öğrenen; dinlemek için değil de konuşmak için dinleyen; okumak için değil de yazmak için okuyan insan boş insandır.
Gücü, güzelliği, parayı ve başarıyı ne için istediğini bilmeden isteyen insan boş insandır.
Her şeye körü körüne biat edenle, kafasına her uymayanı reddeden ve şüpheyle yaklaşan insan (ki ikisininden birbirinden farkı yok) boş insandır.
Kötü günlerde kaybolup da iyi günleri dolduran insan boş insandır.
Herhangi bir şekilde bütün bunlardan biri değilse bile, bir amaç veya yol uğruna yaşamayan insan boş insandır.
Sosyal medyada ve YouTube'da çok vakit geçiren insan, eğer ki işi sosyal medya değilse boş insandır.
Fikirlerden ziyade şahıslara, sistemlerden ziyade kahramanlara takılan insan boş insandır.
Herhangi birinin hayatını, bırak konuşmayı, merak eden insan boş insandır.
Bir insan egoist olabilir, sırf bu yüzden ona boş denemez. Ancak övünülecek bir şeyi olmadığı halde övünen insan boş insandır.
Detaylarla, ana hatlardan daha fazla iştigal eden insan boş insandır.
Kafasının ve gönlünün içini zenginleştirmeden cebini zenginleştiren; bunları güzelleştirmeden bedenini güzelleştiren insan boş insandır.
Bir başkasının emeği üzerinden madden, manen, sosyal veya psikolojik açıdan geçinen insan boş insandır.
Her dakikasını dolu dolu geçirmeye çalışan, her anına bir şeyler katmaya çalışan insan boş insandır. Boş vakit olmadan, dolu vaktin de bir anlamı olmaz. Zira her şey zıddıyla...
Bulunduğu yerin, kendisine verilen değerin, kendisine yakıştırılan duyguların ve kendine tahsis edilen makamın hacmini dolduramayan insan boş insandır.
Öğrenmek için değil de öğretmek için öğrenen; dinlemek için değil de konuşmak için dinleyen; okumak için değil de yazmak için okuyan insan boş insandır.
Gücü, güzelliği, parayı ve başarıyı ne için istediğini bilmeden isteyen insan boş insandır.
Her şeye körü körüne biat edenle, kafasına her uymayanı reddeden ve şüpheyle yaklaşan insan (ki ikisininden birbirinden farkı yok) boş insandır.
Kötü günlerde kaybolup da iyi günleri dolduran insan boş insandır.
Herhangi bir şekilde bütün bunlardan biri değilse bile, bir amaç veya yol uğruna yaşamayan insan boş insandır.
Eskilerimiz derler ki: “selam, vermesi sünnet; alması farzdır.” Tanımadığı kimseye selam veren insan “benden sana zarar gelmez” diyerek bir güzellik yapmıştır. Yapmasa da olur. Ama o selamı almayan kimse çirkinlik yapmış olur. Bana kalırsa üzerinde konuşulması gereken insan, tanımadığı kişiye selam veren değil; tanımadığından gelen selamı almayan kimsedir. Kabalık yapmanın anlamı yok. (Çekinen, utanan arkadaşlarımızı bu tanıma alamam tabi ki)
reklamın iyisi kötüsü olmaz. kendimizi, kulağa ve gönüle hoş gelenle sınırlamamak lazım.
Bir süredir üzerine düşündüğüm önermedir. Diğer tıp fakültelerindeki öğrencileriyle daha eğlenceli ve kolektif olacağına inanmaktayım. Yazarlar bu konuda ne düşünür merak etmekteyim.
Ancak manipüle edilmiş bir bireyde ortaya çıkan bir durumdur. Başka türlü meydana gelmesi pek mümkün olmayan duygu durum. En iyi örneği patolojik aşktır. Freud'a göre geçici bir psikozdan ibaretti. İnsan gerçeklikten ne kadar koparılırsa o kadar manipüle edilmiştir. Zamanla düzelecektir.
Ben iyi insanlar biriktirdim, hepsi düşmanım oldu.
Paylaşma isteği genellikle kendimizi kandıramadığımız anlarda bir başkasının bizi kandırmasına göz yummaktır. İnsan paylaşacağını karanlıkta ve sessizlikte paylaşır.
Cinsiyetçi küfür, argo veya hakaretlerin hiçbiri kabul edilemez ve kullanılmasına da kılıf uydurulamaz. Bu sebeple asla bu tür ifadeler kullanmam ve kullanılmasına da karşı çıkarım.
Buna karşılık ben ağzımı bozmuşsam hakaret etmemişimdir yalnızca isimlerini zikretmişimdir.
Buna karşılık ben ağzımı bozmuşsam hakaret etmemişimdir yalnızca isimlerini zikretmişimdir.
Bu hayatta neyi gerçekten isterseniz imtihanınız olur. Kaybetmekten korkmanın psikolojisi de buna yakındır.
Çok farklı ve hoş yorumlar var. Ama ben yüksekten bakacağım ya da en derinden. ;) aslında tepe ya da dip değil. Önemli olan uçlardan bakabilmek.
İnsanlar ikiye ayrılır: farkında olanlar ve farkında olmayanlar. Peki neyin farkındalığı bu? Aslında çok da derin düşünmemek gerek bu farkındalık konusunda ya da derin düşünebilirsiniz. Söz konusu farkındalık olunca boyutların pek de bir önemi kalmıyor zira. Geriye tek bir nokta kalıyor: işte farkındalık bu noktadadır. Noktayı fark edebilmek mi? Hayır. O noktanın aslında olmadığını fark edebilmek.
İnsanlar ikiye ayrılır: bir noktaya varabilmek uğruna yolda olanlar ve yalnızca yolun kendisi için yolda olanlar. Peki yola çıkmayanlar? Var mıdır böyleleri? Yaşamak bir yolda olma durumu değil mi?
Ödül, yolculuğun kendisidir. Yolun sonuna geldiğinizde önemli olan tek şey ne kadar yol gittiğimiz mi yoksa ne kadar yer değiştirdiğimiz mi? Ya da unutun, yolun sonu var mı yoksa biz yolda olmaktan istifa mı ederiz? Yaşamdan pes mi ederiz?
İnsanlar ikiye ayrılır: yaşayanlar ve ölüler. Peki hayatta olmak yaşamak mıdır, yoksa ölenler de yaşar mı? Hayat var olmak mı yoksa zamandan bağımsız var olmuş olmak mı? Dün, bugün veya yarın...
Demek insanlar ikiye ayrılır: şimdidekiler ve şimdide olmayanlar. Ya da insan zamanı aşamaz mı? Yok mudur her zamanda yaşayabilen. Her zaman yaşayanlar çıkar da her zamanda yaşayan çıkar mı? Yoksa yalnızca tek bir seçenek var da biz hep ikinciyi farz mı ederiz?
Sahi insanlar ikiye ayrılır mı?
;)
İnsanlar ikiye ayrılır: farkında olanlar ve farkında olmayanlar. Peki neyin farkındalığı bu? Aslında çok da derin düşünmemek gerek bu farkındalık konusunda ya da derin düşünebilirsiniz. Söz konusu farkındalık olunca boyutların pek de bir önemi kalmıyor zira. Geriye tek bir nokta kalıyor: işte farkındalık bu noktadadır. Noktayı fark edebilmek mi? Hayır. O noktanın aslında olmadığını fark edebilmek.
İnsanlar ikiye ayrılır: bir noktaya varabilmek uğruna yolda olanlar ve yalnızca yolun kendisi için yolda olanlar. Peki yola çıkmayanlar? Var mıdır böyleleri? Yaşamak bir yolda olma durumu değil mi?
Ödül, yolculuğun kendisidir. Yolun sonuna geldiğinizde önemli olan tek şey ne kadar yol gittiğimiz mi yoksa ne kadar yer değiştirdiğimiz mi? Ya da unutun, yolun sonu var mı yoksa biz yolda olmaktan istifa mı ederiz? Yaşamdan pes mi ederiz?
İnsanlar ikiye ayrılır: yaşayanlar ve ölüler. Peki hayatta olmak yaşamak mıdır, yoksa ölenler de yaşar mı? Hayat var olmak mı yoksa zamandan bağımsız var olmuş olmak mı? Dün, bugün veya yarın...
Demek insanlar ikiye ayrılır: şimdidekiler ve şimdide olmayanlar. Ya da insan zamanı aşamaz mı? Yok mudur her zamanda yaşayabilen. Her zaman yaşayanlar çıkar da her zamanda yaşayan çıkar mı? Yoksa yalnızca tek bir seçenek var da biz hep ikinciyi farz mı ederiz?
Sahi insanlar ikiye ayrılır mı?
;)
Yeterince anlayamamaktan kaynaklanır. Anlayan insan gülmez, en fazla güldürür.
Okunacak çok daha fazla insan var diyerek kapatacağım konudur. Ne denmiş: “ben bir kitap değilim, insanım. beni yaşarken okumak zorundasın.” Okunacak kitaplar bekler ama okunacak insanlar beklemez. Rehavete gerek yok. Bir yerden başlamak lazım. Tanımak, tanıtmak, anlamak ve paylaşmak lazım. Hayatta yapılabilecek en değerli yatırım insana yapılan yatırımdır. Doğru ve stratejik şekilde yapıldığında size paranın, bilginin ve daha nice metanın kazandıramayağı gücü kazandırır çünkü. Sokrates neden hiç kitap yazmamasına rağmen bu kadar ölümsüz? Hani söz uçar yazı kalırdı? Hayır, çünkü o insana yatırım yaptı, insanı okudu. Bu insanlardan yalnızca bir tanesi bile (platon) onu ölümsüz kılmaya yetti.
Çok beğendim elinize sağlık sayın inthebleakmidwinter :) sözlükte oğuz Atay alıntılayan biri görmek beni çok mutlu etti :)
Ne demek ;)
Muhtemelen insan ilişkilerine binaen açılmış bir başlık. Çünkü idealist bir insanın hayatta daima beklentileri olur, olmalıdır ve bu insanı zaten üzmek bir yana aksine tatmin eder. İnsan ilişkilerinde beklentisiz olmaya gelince bunu herkes başaramaz ama gerçek huzur buradadır. Ancak “ben huzur değil mutluluk arıyorum” derseniz beklentiye girmek, daha doğrusu risk almak zorundasınız. Mutluluğun bedeli budur çünkü: mutsuz olma riskini göze almak. Bu sebeple ben mutluluğu aramayanlardanım. Çünkü zahmet ve gereksiz. Duyguların bir noktada gerçekten kimyasal ya da evrimsel birer kusur olduğunu kabul etmek gerek. Mutluluk da en güçlü duygulardan biri olarak zannımca bir kendini kandırmadan ibaret. Bu hayatta insanlar ikiye ayrılır: mutlu olmak için yaşayanlar (matrixteki mavi hap) ve huzurlu olmak için yaşayanlar (mateixteki kırmızı hap). Her ne kadar mutluluk ağır bedeller istese de huzurlu olmanın bedeli de mutluluğu hiçe saymak ve aramamaktır. Seçim size kalmış.
hiçbir şeyin gerçek gelmemesi durumu, bana kalırsa tek bir hipotezle açıklanır ki o da içinde bulunulan zamanda yaşamamaktır. geçmişte ya da gelecekteki bir ana kilitlenmişseniz eğer bu sizi psikoza sürükler. geçmişte yaşarsınız zira halledilemeyen enfusi (içedönük) bir probleminiz vardır. bu bir başkasıyla değil, sizin kendi kendinize halledebileceğiniz bir problemdir ve aşmanız elzemdir. bu konuda pişmanlık ve yeniden doğuş üzerine adlı kitabı (https://1000kitap.com/kitap/pismanlik-ve-yeniden-dogus--238887) tavsiye ederim. gelecekte yaşarsınız çünkü şu an ve geçmişte yapmış olduğunuz her şey amaç olmaktan çıkıp araçlaşmıştır. yaparsınız ama hep bir noktaya ulaşabilmek için. mezun olayım, mesleğim olsun, yurtdışına çıkayım veyahut da ay sonunu getireyim, kredi borçlarımı ödeyeyim, evleneyim ve daha binbir türlüsü. okuduğumuz okul başta yaptığımız her şey amaç olmaktan çıkıp gelecekteki huzurlu ve tatmin olmuş halimize, “bir şeylerin gerçek olduğu gelecekteki halimize” ulaşmak için amaç olmuştur. geçmişte yaşamaktan bana kalırsa daha tehlikeli çünkü hem gerçek bir amacınız kalmamıştır hem de devam etmek için itkiniz. geçmiş ve gelecek mevcut değildir, farazidir. gerçek olan tek an şimdidir. şimdide yaşamak gerek. son olarak steve jobs'ın bir sözü ile entry'ye son vereyim:
“dünü düşün, yarının hayalini kur ama bugünü yaşa!”
“dünü düşün, yarının hayalini kur ama bugünü yaşa!”
👍🏻👍🏻
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?