Çok ucu açık bir ifade. Düşünmemeye çalışmak diye bir eylem olamaz. “Bazı şeyleri düşünmekten kaçınmak” mümkün olabilir. Ve bilincinizden itelediğiniz her düşünce nihayetine bilinçdışında yer bulur kendine. Patlamaya mahkum olan yalnızca bastırılmış duygular değildir. Bastırılmış düşünceler de eninde sonunda ya patlar ya da sizi yozlaştırır. Yozlaşma diyorum zira üzerinde düşünmediğiniz veya kaçındığınız her düşünce sizin hayatta da bazı eylemlerden ya da karakteristik yönlerinizden alıkonmakla sonuçlanır. Kendin kalabilmenin yegane yolu acıtsa da uykusuz da bıraksa depresyona da soksa kafanızın içindeki düşünceleri Sıraya koyarak muntazaman düşünmek ve bir sonuca varmaktır. Bunun da adı varoluş sancısı değil, var”olamayış” sancısıdır. Sizi rahatsız eden, vicdan azabı çektiren, üzen ya da pişman eden her düşünceyi sistematik olarak düşünüp de bir sonuca varmak yalnızca başlangıç olur. Bir şeylerde, bir yerlerde, bir zamanda ya da birinde var olmanın başlangıcı. Bu noktaya ulaştıktan sonra ancak bir ihtimal varoluşu sorgulama cüretini gösterebilirsiniz. Bu da başka bir entrynin konusu olsun. Gerçek özgürlük her şeyi konuşabilmek değil, rahatsız bile etse her şeyi düşünebilme kudretine ve cesaretine sahip olmaktır. Hiçbir şeyi düşünmekten korkmayın veyahut da kaçmayın. İnsan kendisinden; kendi özbilincinden ve bilinçdışından kaçamaz. Özgür olun!
Bugün itibariyle Necmi İlhan hocamızın da atmış olduğu tweet ile duyurduğu hadisedir. Tweetin son cümlesi oldukça vurucu bir gönderme olmuş. Okulları açılır mı onu zaman gösterecek.
Her ne kadar romantizm türünde olsa da sosyal anlamda izleyiciye pek çok fikir kazandırdığını düşündüğüm film üçlemesinin ilki. Filmler arasında kurgu bakımından 9 yıl olmasına karşın gerçekte de filmler arasında 9 yıl bulunmaktadır. Senaristi, kendi hayatında da böyle bir seyahatte tanıştığı ancak daha sonra bir daha görüşemediği bir kızdan esinlenerek bu senaryoyu kaleme aldığını belirtmiştir. Zaten bu kavuşmalar ya mahşerde ya da filmde olur. Diyalogların kalitesini ve oyuncular arasındaki aura ve uyumu da göz önünde bulundurduğumuzda eşi benzeri olmayan bir üçlemedir diyebiliriz. Her filmin sonunda bu iş burada biter desek de bir sonraki filmde heyecan kaldığı yerden devam etmektedir. Bir rivayete göre 4.sünün de yolda olduğu söylenmektedir. Bakalım bu sefer nasıl bir ilişkiye tanık olacağız. Kesinlikle tavsiye ederim.
Geleceği inşa edecek olanlar bu gençliğin yalnızca çok küçük bir kısmı olacak. Sürünün gidişatına şaşmamalı. Ben bu hikayenin sonunu biliyorum: Demokrasinin tekrardan aristokrasiye evrileceği ve o nitelikli ama görünmeyen gençliğin tekrardan sürünün başına geleceği bir istikbal olacak bu.
Modern insanın en büyük problemi moderni anlayamamış olması. Bizler ilerlemeyi çizgisel tahayyül ediyoruz oysaki gerçekte ilerleme çemberseldir. En nihayetinde geçmişe dönülmesi gereken pek çok durum var aslında. Mesele bunu körü körüne değil de tahkiken yapabilmek. Örneğin toplumsalı aşıp bireyleştik ancak aşırı bireyleşmenin sonu da sürüye dönmektir. Modern insanın en büyük yanılgısı bu işte: bireysel ve Özgür olduğunu sanması. Kimliklerimiz o kadar sathi ki derinlemesine kişiliklerden gösteri kişiliğine evrildik ne yazık ki. Baudrillard bunu “toplumsalın sonu”nda çok da güzel dile getirmişti halbuki. İçinde yaşadığımız çağın patolojisi moderni postmoderne taşıyarak insanlığın mazisini hiç etmek oldu. Doğru hamlelerle günün birinde bunun aşılacağına dair umutlarım her daim dipdiri olacak.
Bu başlığın açılmasını mı anlamsız buluyorsunuz tıp dışı başlıkların daha çok ilgi çekmesini mi? Fikrimce, yoruma açık olduğu için iki taraftan anlayanlardan da negatif dönüt aldınız sayın inthebleakmidwinter
Maçoluk evrimsel olarak eski kadınların seçimleri olduğu için günümüzde de bu tipi seçenler genelde yalnızca içgüdüleriyle hareket edenler oluyor. İçinde yaşadığımız çağı özümseyenlerin düşünce yapısı böyle olamaz kanaatindeyim
Bu tartışmada genelde insanların pek söylemediği şey donanım-yazılım arasındaki ilişkidir. Apple'ın başarısı da budur: iosun yazılımsal niteliğinden öte donanımı ile arasında kurulmuş stabilite, tüm androidlerin önündedir. Android, alphabetin bir yazılımı olarak hep başka donanımların içine dahil edilir ve bu yüzden hep bir yerine tam oturmama sorunu söz konusudur. Arayüzün kullanımı ve minimalitesi olarak da zaten iosun androidin önünde olduğu aşikar. Kaldı ki tek başına iosun değerlendirilmesi de çok hatalı olur zira macos da aynı şekilde windowsun fersah fersah önünde bir işletim sistemi. Apple, PC ve akıllı telefon endüstrisinin öncüsü olması itibariyle de kalan tüm şirketlerin hep 1-0 önünde seyretti ki hala da bu liderliği devam etmektedir. (En güncel örneği şarj cihazının kutulardan kaldırılması, jak girişinin kaldırılması, kablosuz teknolojileri, iwatch, AirPods vs sayılabilir.) yazılım konusundaki kısır tartışmaları sonuca vardıracak fenomen zannımca teknolojiyi bu şekilde bir bütün olarak ele almaktır.
Öncelikle ben “inanç” diyeceğim, dini görüş değil. İnanç her şeyin üzerindedir ve her insan inanmak zorundadır. Neye inandığınız artık estetik zevkinize kalsın. Bilime inanılmaz, bilim icra edilir. Zira kesinliklere inanılamaz. Madem herkesin bir şeylere inanıyor olması gerekir o halde zannımca en mükemmele inanmak gerekir. Sanat da felsefe de bilim de... hasılı her şey doğru ve mükemmele inanıldığı taktirde bir anlam kazanabilir. Ahlakı olanların dine ihtiyacı olmaz söylemine katılamam ama ahlaka sahip olmak da her şeyin önündedir orası ayrı. Buna karşın, ahlakımızı da vizyonumuzu da inançtan almak bizi daha güçlü kılar. Beni etkileyen olay, sorgulamadır. Neyin sorgulaması peki bu? Büyük düşünür ve sanatkarların en sonunda öyle ya da böyle bir mükemmel tasvirine varmalarının bu sorgulama. Bir yerlerde bir mükemmel var ve ben buna inanıyorum. Mükemmel olanın ahlakına inanıyorum. Mükemmel olanın vizyonuna ve disiplinine inanıyorum. İcra ettiğimiz her şeyin böylece nihayetinde tek bir noktaya varması beni motive etmekle birlikte var ediyor. Kaos algısının yanılgısı Aristoteles'in ilk nedeninde de olduğu gibi sonunda neden yaşadığımız fikrini yitirmemize neden olur. Bundan kurtulmanın tek yolu da mükemmel olana inanmaktan geçer.
Genç Yeşilay'ın bisiklet etkinliğine gidip orta yerde sigaramızı yakmamız da boşluğumuza gelmiş bir anımızdır. Sonra tabi fark edince hemen durumu düzelttik. (Arka bir yere geçtik yani- tabi ki söndürmedik.) kendi hedeflerine uygun etkinliklerle insanlarda farkındalık bilinci oluşturan ve Gazi'nin tamamına hitap eden hoş bir topluluk.
İngilizce için; ortaokuldan liseden kalma gramer bilgisi başlangıç için fazlasıyla yeterli. En önemli nokta kelime bilmek. Anlam ve telaffuz. Yabancı dizi-film-şarkı en etkili yöntem bence. Başlangıçta ing altyazılı olması ideal. Kelimeleri yazarak öğrenmek gerek. Akademik bir İngilizce için öncesinde bunu yapmak gerek bence. Ha bir de nasıl öğrenilmeyeceğini söylemek lazım, üniversitenin İngilizce dersiyle öğrenilmez.
Ben böyle projeleri hep destekliyorum. En azından medya konusunda kendimize yetebilmeyi görmek çok hoş. Ancak içeriklerin sanki hep insanları uyuturmuşcasına planlandığını görmek bir o kadar da üzücü. Günümüzde eğitim neredeyse her zaman internetTen ve nadiren okullardan gerçekleştirilirken böyle geniş bütçeli ve organize yerli dijital platformlarda kanımca daha eğitici içerikler bulunmalı. Toplumda sorun bitmiyor. Problem üstüne problem. Belki bu kanallarla birtakım sorunlar için gerekli bilinçlendirme yapılabilir. Ayrıca içeriklerin çoğunlukla okumamış kesime yönelik, para kazanmaya yönelik çıkması bence bizleri hep yerimizde saydırıyor. Umarım yakın gelecekte daha yararlı projeleri de görürüz. Medya evet ekonomik açıdan ülkelere büyük gelir kaynağı ama ondan daha da önemli vazifesi bana kalırsa eğitim. İsminin yabancı olması da ayrı ironi. Gütfsözlük ahalisi acaba bu konuda neler düşünüyor, bilmek isterim.
Sorunsal sözcüğünün hakkını veren bir sorunsaldır. Başarı şansı 2020 yılı verilerine göre %0,01'in altındadır. Bu alandaki en büyük teori ilk kez 182-210 yıllarında yaşamış ünlü tıp öğrencisi Erosus hipokratus tarafından ortaya atılmıştır. Kendisine göre, tıp öğrencileri birbiriyle romantik ilişki yaşadıklarında meydana gelen aura öğrencilere batmakta ve öğrenciler aşırı dozda mutluluğa tahammül edememektedirler. Daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalarda bu durumun kökeninde tıp okumanın getirdiği mankafalık durumunun yattığı ortaya konan hipotezlerdendir. Ne yazık ki geçen asırlar boyunca bu sorun hala çözülememiş ve günümüzde de devam etmektedir. Bir hastalık olarak kabul ettiğimizde evet, terzi kendi söküğünü dikemiyor.
Tıp fakültelerindeki en verimli organizasyonlardan bir tanesidir. Hasta çocuklara tıp öğrencileri tarafından ilgi gösterilmesi üzerinden ilerler. Şimdiki aklım olsaydı dönem 1'ken koşa koşa gider girerdim. Sonradan yaşlandık tabi. İçinde bulunan arkadaşları özellikle takdir ediyorum. Umarım ileride çok daha fazla çocuğa dokunur ve moral olur. Tıpın bir kez daha tıptan ibaret olmadığını göstermiştir. Ellerinize ve gönüllerinize sağlık.
şimdi bir de böyle bi profil var. genelde burayı sahiplenmiş olurlar. kırk yılda bir işin düşüp gidersin, bakarsın oralarda müdavimleri takılıyor olur. ufak dersliklerde birer ikişer çalışan öğrenciler vardır. ağırlıklı olarak sigara içmeyenlerin oluşturduğunu tahmin ediyorum zira sigara içmek için alt kattaki otoparka inme zahmeti gerektirir. bu arkadaşların geleceği parlak gibi duruyor umarım iyi yerlere gelirler. ne de olsa bizim gibi çs proletaryasından değillerdir.
İkisini de görmüş olaraktan tr serverını tercih edeceğim tıp bölümleri versusu. Akademik cart curt bunlar hikaye bile değil masal. İsteyen istediği bölümden gider istediği yere. Avantajlara baktığımız zaman: Anadilde eğitim her zaman daha Sağlıklıdır. Nüfus fazla olmasından dolayı sosyal çevre daha dinamiktir. Hazırlık gibi 1 yılı çöpe atan saçma sapan etkinlikler yoktur. Ve daha kolaydır. Baş ağrıtmaz.
Ben İngilizceyi severdim, ta ki okula başlayana kadar.