bu aralar teknoloji nereye kadar ilerleyecek diye çok endişeleniyorum. bir dünyanın ortasına doğduk ve bu hepimizin daha toy olduğu bu mekanda baya trajikti. zamanlar ayak uydurur hale geldik ve sonu hakkında çoğumuzun bir fikri yok. ilahi bir güç değil, sonsuza kadar ilerleyeceğini zannetmiyorum. bir gün, bir gün gerçekten dünyadaki son damla su kuruyacak, son hayvan ölmüş olacak ve o günün sonrasında ne yapacağız merak içerisindeyim.
bu başlığı öğrendiğimiz ilginç tarihi hikayeleri anlatmak için kullanabiliriz diye açıyorum, başlatayım.
1700'lü yıllar... lale devri ile yurt dışına iyice açılan osmanlı devleti bir gün sarayda özel bir konuğunu ağırlamakta. fransız istanbul büyükelçisi... büyükelçi için her şey tam tekmil hazırlanır, padişah, saray ahalisi ve onlara hizmet edecek, musiki ifade edecek insanlar hazırda.
büyükelçi gelir, padişahla hasbihal derken sıra musiki faslına gelir. büyükelçi fransa ile türk musikisini kıyaslar iken “bizdeki valse sizin musikiniz erişemez” der. padişah da bir an bile düşünmeden “bizde de vals vardır efendim, isterseniz saray baş çalgıcısına soralım” diye cevap verince baş çalgıcı dede efendi “vardır tabii, fakat bugün yoruldum, sizi yarın davet edip valsimizi çalmak isterim” der.
dede efendi bir kez söz vermiştir ama vals olmayan bir musikiden nasıl vals çalacaktır? hemen semtindeki fransız meyhanecinin yanına koşar. o gece meyhaneciden sabaha kadar 'vals nedir? nasıl bestelenir?' öğrenir ve sabaha kadar bir vals parçası besteler.
ertesi gün gelen büyükelçi kulaklarına inanamaz çünkü bu dinlediği vals, hayatında dinlediği en iyi valslerdendir.
işte dede efendi'nin, diğer bir ismiyle hammamizade ismail efendi'nin ilk bestelediği ve tarihimizdeki ilk vals parçası “Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü” böyle ortaya çıkar.
“yine bir gül-nihâl, aldı bu gönlümü
sim ten, gonca fer; bi-bedel ol güzel
ateşin ruhleri yaktı bu gönlümü
pür edâ, pür cefâ; pek küçük, pek güzel...”
1700'lü yıllar... lale devri ile yurt dışına iyice açılan osmanlı devleti bir gün sarayda özel bir konuğunu ağırlamakta. fransız istanbul büyükelçisi... büyükelçi için her şey tam tekmil hazırlanır, padişah, saray ahalisi ve onlara hizmet edecek, musiki ifade edecek insanlar hazırda.
büyükelçi gelir, padişahla hasbihal derken sıra musiki faslına gelir. büyükelçi fransa ile türk musikisini kıyaslar iken “bizdeki valse sizin musikiniz erişemez” der. padişah da bir an bile düşünmeden “bizde de vals vardır efendim, isterseniz saray baş çalgıcısına soralım” diye cevap verince baş çalgıcı dede efendi “vardır tabii, fakat bugün yoruldum, sizi yarın davet edip valsimizi çalmak isterim” der.
dede efendi bir kez söz vermiştir ama vals olmayan bir musikiden nasıl vals çalacaktır? hemen semtindeki fransız meyhanecinin yanına koşar. o gece meyhaneciden sabaha kadar 'vals nedir? nasıl bestelenir?' öğrenir ve sabaha kadar bir vals parçası besteler.
ertesi gün gelen büyükelçi kulaklarına inanamaz çünkü bu dinlediği vals, hayatında dinlediği en iyi valslerdendir.
işte dede efendi'nin, diğer bir ismiyle hammamizade ismail efendi'nin ilk bestelediği ve tarihimizdeki ilk vals parçası “Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü” böyle ortaya çıkar.
“yine bir gül-nihâl, aldı bu gönlümü
sim ten, gonca fer; bi-bedel ol güzel
ateşin ruhleri yaktı bu gönlümü
pür edâ, pür cefâ; pek küçük, pek güzel...”
kesinlikle rast makamı orijinal bestesi dinlenmeyi hak ediyor, rica ederim :)
3/4'lük ölçüsüyle tam bir vals gerçekten. çok güzel bir hikayeymiş. teşekkür ederiz. :)
yüksek sadakat “hiçbir yüz güzel değil, senin yüzünden” derken acaba 'from your face' mi yoksa 'because of you' mu demek istedi acaba?!?
Bence şarkı sözlerini yazarken “from your face” demek istemişlerdir ama yazdıktan sonra bir ara “aa bak aynı zamanda 'because of you' anlamına da geliyor ne hoş tesadüf” diye fark edip şaşırmışlardır. Yani umarım bu şekildedir de fazla sallamamışımdır.
vauv güzel yorumunuz için teşekkürler sayın mandalinasoydumbasucumakoydum :)
Beğenmenize sevindim. Ne demek yorumuma iltifatınız için ben teşekkür ederim sayın sokratesla :)
çağdaşlığın öz anlamını yitirdiğini ve tamamen bir bilinçdışılığa doğru gittiğini düşünüyorum. birçok insan değerleri aşağılamanın, insana hiç yakışmayan yeni hareketler yapmanın, sıfır mantık alışkanlıklar, medeniyetsizce ve umarsızca fotoğraflar ve sadece çevresindeki insanların ilgisini çekmek için yaşamayı çağdaşlık sanıyor. bu kavramları içine sindirmemiş insanlar da zaman zaman “acaba ben gerçekten eski kafalı mıyım?” diye düşünüyor. soruyorum size sayın sözlük, sizce de çağın yaptığı şeyleri yapmamak eski kafalılık mıdır?
“o ilk aşk... ah ilk aşk
bizim içimdeki çocuk beslemişti onu
bu aşkın anısıyla her zaman titreyecek olan
ve ben, ben ki seni seven
bensiz ne oldun, ne yaptın kendine?
ve ben, ben ki seni kaybeden
senin için daha fazla ne yapabilirdim?
bu kadar mutluluğu nasıl taşıyabilirdim ki küçük kalbimde?
işte bu ilk aşk... ah ilk aşk.”
bizim içimdeki çocuk beslemişti onu
bu aşkın anısıyla her zaman titreyecek olan
ve ben, ben ki seni seven
bensiz ne oldun, ne yaptın kendine?
ve ben, ben ki seni kaybeden
senin için daha fazla ne yapabilirdim?
bu kadar mutluluğu nasıl taşıyabilirdim ki küçük kalbimde?
işte bu ilk aşk... ah ilk aşk.”
“her sonbahar gelişinde,
sarı sarı yapraklarla
kuru dallar arasında
sen gelirsin aklıma.”
yıldırım gürses üstada buradan tekrar selamlar.
sarı sarı yapraklarla
kuru dallar arasında
sen gelirsin aklıma.”
yıldırım gürses üstada buradan tekrar selamlar.
yüzyıllar süren savaşlar sonucunda askerlerimizin dökülen kanlarımızı temsilen, türk bayrağının arka fon rengi.
tamam doktorluk okuyorsun ama hangi doktorluk cerrah mı, diş mi ?
doktorlar dizisindeki plastik cerrah ile tavuk döner yiyen selçuk yöntem arasında bir yerlerde :)
annem genel olarak her konuyla ilgili benle tartışabilirken babamla oturuyorsak masa 32. gün'deki doğu perinçek ve ertuğrul kürkçü moduna geçiyor hemen :')
Ahahhaha :)) Allah kolaylık versin.
teşekkür ederiz :))
ateş. yani maşşallah abi daha ne kadar orijinal olabilir :)
şehirde minnacık bir apartman dairesi yerine şehirdışında 1 dönüm alanı olan ev isterdim.
çok güzel kitap ve şarkı alıntıları ile beynimde yer edinen yazarımız. en kısa sürede sizi aktif görmeyi bekliyoruz :)
çok teşekkürlerrr sayın sokratesla :)) ben de yazmayı,sizlerle yorumlarda buluşmayı epey özledim.en kısa zamanda görüşmek üzere diyelim :')
arapçada eski bir kelimedir. hırs, ihtiras, muhteris gibi sözcükler buradan türemiştir. asıl anlamı ise şudur: develerin çöl sıcağında aç susuz ilerlerken sık gördükleri bir diken çeşididir. gördükleri yerde koparır çiğnemeye başlarlar. tabii diken tüm ağızlarını yara yapar, paramparça eder fakat devenin kendi tuzlu kanının tadı çok hoş gelir. yedikçe kanar, kanadıkça yer ve kanına doyamaz. engellenemezse kan kaybından ölür. bu işte haresedir. en başta da söylediğim gibi, hırs bu kelime kökünden gelir. aynı develer gibi bu coğrafyanın, ortadoğu'nun adeti de budur. tarih boyunca birbirini öldürür, ama kendini öldürdüğünü anlamaz. kendi kanının tadından sarhoş olur.
fark ettiniz mi, insanlara içini döktüğünüzde derman olmuyorlar. hatta bazen neden anlattım ki dedirtiyor. ama dua edince hiç pişman olmuyorsun. hiç. ona anlatınca geçiyor her sızı, iyileşiyor yaralar.
gülmek için yaratılmış gözlerde, yaşlar niye;
sevmek için yaratılmış kalpler, hep bomboş niye?
sevmek için yaratılmış kalpler, hep bomboş niye?
bu entryi okuyan kişi, yorulduğunu biliyorum ama lütfen devam et. hiç beklemediğin bi anda gelen güzelliklere inan. neyi kaybettiğini düşünme mesela, neler kazanacağına odaklan; insanları irdelemek için kendini yorma, bırak herkes yerli yerinde dursun. kendin için devam et, çünkü devam etmek istediğin kadar kendinsin. belki insanlara güvenmiyorsun, belki ailenle problemler yaşıyorsun ama hayat devam ediyorsa bu hayatta mutlu olmak için devam edeceğiz. arkaya bir taş plak koyup devam edeceğiz. bazen sıcak kahveden dilimizi yakacağız, bazen aşık olacağız, bazen ağlayacağız, özleyeceğiz ve sayamayacağım binlerce duygu. ama hepsini de daha iyi günlerin olduğuna olan inancımızla yapacağız. inanacaksın, inanacaksın çünkü sen buna değersin. sen insansın. bu dünyadaki en değerli varlıksın. unutma her dakika güzel şeylere yakınlaşan bir zaman dilimi.
tüm ses sanatçıları arasında bende sezen aksu'dan hemen sonra gelen yegâne kişidir. özellikle tsm şarkılarını şiddetle tavsiye ederim. kendisinden de güzel sözler bırakayım:
“pembe küçük dudağın söyledi şarkımızı,
indi bahar ankara'nın sisli yamaçlarına.
içli sesin ah ne kadar açtı gönülde sızı,
her gören ağladı, kalbini bağladı dalgalı saçlarına.”
“pembe küçük dudağın söyledi şarkımızı,
indi bahar ankara'nın sisli yamaçlarına.
içli sesin ah ne kadar açtı gönülde sızı,
her gören ağladı, kalbini bağladı dalgalı saçlarına.”
gelene romayı, gidene kınayı, sana angara'yı yakarım :)
trabzonsporlu olmasam bile sonuna kadar bordo.
mutlu.
Bir insanın mutluluğuna sebep olmak hem ne kadar kolay hem de ne kadar güzel. ;) ben de mutlu oldum şimdi.
işte böyle paylaşıldıkça çoğalan şeyler var ya, iyi ki varlar :)
sevgili sokratesla, kendinizi özetlemek için "mutlu" kelimesini seçmiş olmanız beni de çok mutlu etti. hep mutlu olun :)
güzel dilekleriniz için teşekkürler sayın clarice starling. inşallah hep birlikte mutlu olalım üzülecek bir şey yok ki hiç :)
kimse bu sözlükte senin adına başlık açmayacak.
Mdblue>>>kimse ;)
neler yapıyorsunuz efendim yüreğime indi :)
:)) mutluluktansa sorun yok.
eskiden hep atatürk'ün sahip olduğu endişeye sahiptim. herkes bir sokratesla geçti bu dünyadan demeli, yeni nesiller beni hatırlamalı, unutulmamalıyım... kaygısındaydım. fakat geldiğimiz şu noktada, pandemiler, savaşlar, ekonomik krizler, darbeler ve okunan kitaplar bana en huzurlu yaşamın, yaşanırken hatırlanma ve sonrasında derin bir sessizlik, tarihin yaprakları arasından kayıp gitme hissinin olduğunu düşündürüyor.
bu aralar bayağı revaşta olan bir durum. bazı yerlerde bazı durumlarda yahu bütün insanlar mı böyle acaba, ben mi değişiğim diye düşünmüyor değilim.
hala siyah renkli kaldırım taşlarına basmıyorum, istesem de basamıyorum daha doğrusu.
bazen bazı şeylere sabretmek gerekiyormuş, istemesen bile.
lise sınavından çıkmış, tamamen kafası rahat, hiç çalışmayan bir fen lisesi öğrencisiydim. 9. sınıfım çok kötü ve 80 li ortalamalarla geçti. 10. sınıfa geldiğimde yani açık tarih ile 2016'nın 7 kasımını 8 kasıma bağlayan gece, abd'de malum şahıs başkan seçildiği gece bir rüya gördüm. önce dedem sonra almanca öğretmenim almanyaya taşınıyor ve birer valiz kraker götürüyorlardı. bana bıraktıkları da sadece birer paket krakerdi ve bundan sonra bir anda çöpte yaşayan bir insan oldum. okulda çalışsaydım sınav kazansaydım çöpte yaşamazdım diye ağlarken uyandım. ve o geceden sonra, trump başkan, ben de çalışkan bir öğrenci oldum :)
Donald trump'ın dünya'ya tek faydası sizi çalışkan biri yapması olmuş galiba :)
Ne kadar da doğru bir yorum Ahahhahah :))
trump konudan tamamen ayrı olsa da denk gelmesi çok ilginç evet :))
şu sözlükte dibine kadar merak ettiğim ender kişilerden biri. tahminime göre uçuk kaçıklık ve ağırbaşlılık arasında da gidip geliyor kendi içinde .dd
Aslında anlık enerji patlamaları ve sessiz sakinlik arasında bir yer tutuyorum. :) tanışırız inşallah merak etmeyin.
başlığı açarak anlatmak istemediği ama yine de anlattığı özelliğinden bahseden kişidir.
hemen bir adet açtım ve siz değerli sözlük yazarlar için okuyorum:
“ışık saçar çevresine
boyu 170 santimetre
huyu güzel kendi gibi
o tam da sana göre”
beklediğimden çok spesifik bir tanım oldu.
“ışık saçar çevresine
boyu 170 santimetre
huyu güzel kendi gibi
o tam da sana göre”
beklediğimden çok spesifik bir tanım oldu.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?