confessions

gozleriniacvebak

1. nesil Yazar - Yazar

  1. toplam entry 39
  2. takipçi 15
  3. puan 9056

bu hafta aldığınız sizi mutlu eden mesajlar

clarice starling
babaannemden gelen mesajlardır. yarasa gibi yaşayan torununu normale döndürmek için bıkıp usanmadan çabalamaya devam ediyor. daha uzunca olan ilk mesajda gecenin dinlenmek, gündüzün de çalışmak için olduğunu açıklamış güzelce. düzenli uyku olmadan sıhhatli olunmazmış, düzenli olarak uyursam moralim iyi olurmuş. ikinci mesaj da şu şekilde:

kim bilir kaç dakikasını aldı bunları yazmak, o kadar uğraşmış :)
bu arada babaannemin "pamuk kızı" olduğumu biliyor muydunuz? :))

kitap alıntıları

poyrazkarayel
"Tralfamodore'da öğrendiğim en önemli şey şu : biri öldüğü zaman sadece ölmüş görünüyor.Yoksa geçmişte hala capcanlı,o sebeple insanların cenazesinde ağlaması çok aptalca. Geçmiş,bugün,gelecek bütün anlar hep var oldular ve hep var olacaklar."

Muazzam bir bakış açısı bence zamanı doğrusal bir şekilde algılarsak üzülmemiz kaçınılmaz.Çünkü dünde 'kalanları' olmuş bitmiş ,şimdikileri ise "an" olarak değerlendiriyoruz.Halbuki an dediğiniz kavram o kadar kısa bir süre zarfını ifade ediyor ki hep geçmişi yaşamış oluyoruz.O yüzden şimdi yaşadıklarımız ile dün yaşadıklarımız arasında bir tamamlanmışlık farkı yok bence.görebilene her 'zaman' şu an oluyor.kutsal kitaplarda da gelecekteki olayların yaşanmış bitmiş olarak anlatılması,söz konusu karakterlerin halen o olayları yaşamamış görünse de aslında yaşamış olmaları farklı zaman algısının bir tezahürüdür.
Bu alıntı,geçmişe veya hayallere kapılıp kalınmaması kaydıyla ister bir ölümde teselli veya avuntu ister hayata bakışta bir düstur olarak görülebilir.

içini dök

sokratesla
İnsanlar ne kadar güzel hayatlar yaşadıklarının farkında değiller. Hastanedeki taburcu olan hasta sağlığın, sınavdan çıkmış bir genç zamanın, dava kazanmış bir avukat başarının farkında değil. Her yanında açgözlülük, ekonomik kaygı, can güvenliği, terör gibi sıkıntıların konuşulduğu bu ülkede hayat durmuş gibi. İnsanlar sadece her gün bir yerlerde bulunuyorlar, yiyorlar, içiyorlar ve uyuyorlar ama yaşamıyorlar. Herkes birbirlerinin kötülüğünü düşünürken her zaman kendi çıkarı için çalışıyor. Geleceği düşünen yok, geçmişten ders alan yok. Bundan sonraki yüzyılın ve gelecek nesillerin düzgün olması beklemek gülünç bir düşünceden başka bir şey değil. Hayatta en büyük kötülüklerin kaynağı olan “yaşanmamış hayatlar” herkesin üzerine çökmüş durumda. Bilgilerin bu kadar ulaşılabilir olduğu bu çağda ne bir vizyon mevcut, ne bir hedef veya yaşam amacı. Kolektif bir kimlik karmaşası yaşayan bu insanların arasında mutlu ve bağımsız bir hayat yaşamaya çalışıyoruz, heyhat!

en sevilmeyen yazar

toparlaningitmiyoruz
en sevmek ya da en sevilmek önemli midir diye düşündüren başlıktır. sevgisine ihtiyaç duyduğunuz bir kişinin sizi sevmesi mi, yoksa onun kadar ihtiyaç duymadığınız birçok kişinin sizi sevmesi mi daha güzeldir diye sorgulatır. bu durumda bir artı çok eksiyi götürebilir, aksi durumlar da vardır.

güzel bir his tarif edin

lavinia
Sevdiklerinle normal bir aktivite yaparken (birlikte sakin ve huzurlu bir şekilde daha doğrusu) bu huzurun, sakinliğin o an farkına varmak. En büyük nimet ve en güzel duygu!! Bu aralar alakasız şeyleri örneğin ceviz ayiklamamizin veya kitap okumamizin videosunu çekiyorum çünkü bu küçük anlar aslında en huzurlu belki en kıymetli vakitlerimiz cok üzülüyorum :(. (buraya nasıl geldi konu anlamadim fhsjsk)

batının doğuya üstün olma sebepleri

inthebleakmidwinter
Yine güzel bir başlık. Belirtmek gerek ki özgün olan, kendine has olan, kökleriyle daim olabilen her zaman üstündür. Bu sebeple bir kültüre, alt kültüre ya da coğrafyaya “bu diğerlerinden üstündür.” kabilinden bir kıyas etmek tutarlı değildir.

Batı medeniyetini var eden en temelde 3 ayrı dinamik vardır ve bu üçünün imtizacı bugünkü batı uygarlığının bizatihi kendisidir. Necip Fazıl, ideolocya örgüsünde bu 3 dinamiği şöyle açıklar: Yunan aklı, roma devlet nizamı ve hristiyan ahlakı.

Batılı insan evvela aklını antik Yunan'dan alır; batı entelektüeli platon dediğin zaman oturuşunu düzeltir. Önce antik Yunan'ı okur, onun gibi düşünmeyi öğrenir. Bu şekilde ancak doğru düşüncenin, diyalektiğin ve felsefenin kendisini kavrayıp hayata atılır.

Daha sonra devlet nizamı ve sosyal düzen gelir. Roma imparatorluğunun kadim gelenekleri, siyasal düzeni, toplumsal yapısı, insanı, bireyi ne olarak gördüğü ve kitleye ne anlam yüklediğini bilir. Bilir ki istikrar ve devamlılık sağlansın.

Son olarak ise; Batı insanı hristiyanlık ile tanışır. Her ne kadar ilk başta bu maya Batı medeniyetinde tutmamış olsa dahi, değiştirile değiştirile, yeni anlamlar yüklene yüklene eksik olan son parçayı tamamlar: yani ahlak son şeklini alır.

Her ne kadar temelde bu üç anlayış yatsa da bunları kayyim edebilmek için zenginlik gerekir ve Batı insanı Yunan'dan aldığı ilhamla sanayi devrimlerini bir bir inşa ederken eline geçen her zenginliği başka medeniyetleri sömürerek arttırır ve tekrar yeni inşalara girişir. Bu şekilde 19,20 ve 21. yüzyıllar batıyı dünyada güç bakımından zirveye taşımıştır.

Biz Doğunun insanı olaraktan, medeniyetimizin nasıl bu kadar köhneleştiğini merak ediyorsak bunun cevabının da yozlaşmak, taklit etmek ve köklerini kaybetmek olduğunu anlamak zorundayız. Doğu insanı eğer kendini ve medeniyetini tekrardan şaha kaldırmak istiyorsa bunu başka medeniyetleri taklit ederek, onlardan gördüğünü kopyala-yapıştır usulüyle uygulayarak netice elde edemeyeceğini bilmek zorundadır.

Biz doğuyuz, bunu reddederek içimizdeki aşağılık kompleksini okşamanın bir anlamı yok. Doğu da biziz. Ve bizim aklımız da, nizamımız da, ahlakımız da bizatihi bu toprakların köklerinde. Arayıp bulmak, üstü tozlanmış değerleri yeniden ayağa kaldırmak bizi tekrar var etmenin yegane yolu. Ne olursa olsun başka seçenek yok.

Batı bugün kendini ispat edip bir noktaya taşımış. Hep birlikte bunu kabul etmeliyiz. Ama iş batılılaşmaya gelince şöyle bir durup düşünmeliyiz: siz hiç Batı'nın Osmanlı'dan, acem'den veyahut da Arap'tan kültürel bir şeyler aldığını gördünüz mü? Göremezsiniz, görseydiniz de bugünkü Batı'yı göremezdiniz.

Velhasıl, büyük bir Doğu medeniyeti istiyorsak var gücümüzle çalışacağımız tek bir inşa vardır: dilinden, dinine; kültüründen örf adet ve geleneklerine; müziğinden resmine; diyalektiğinden ilmine; giydiği kıyafetinden oturduğu evin şekline kadar her alanda ve her şubede yeni bir Doğu rönesansına öncülük etmek. Bunu ortaya koyacak kudret ve kuvvet bizim üstüne basıp çiğnediğimiz ve Batı replikası kurmaya çalıştığımız toprakta ziyadesiyle var çünkü.

yks

rakuncu
aslında bu bu başlığı açarken berbat eğitim sistemimizin berbat sınav sistemine kızacaktım biraz ama vazgeçtim. sadece şunu söylemek istiyorum. biz bu kadar berbat sistemlere geçici ömrümüz için gece gündüz stres topuna dönüşerek çalışırken, hiç bitmeyecek olan ömrümüz için ne yapıyoruz? fani dünyanın saçma sistemine kendimizden çok çok vererek bu kadar çalışmak reva iken, baki ahirete ne ne kadar reva?

kendinize bir söz bırakın

inthebleakmidwinter
Bugünler değişir değişmesine de sen daima bugünde kal. Bugünü yaşayacağım derken dünü unutma, dün hatırındayken yarını hayal et bir taraftan.

Güneşi görmeden uykuya dalayım deme. Düş gecenin karanlığında karanlığına. Düş ki güneş doğduğunda neyi aydınlattığını görebilesin.

Düşenler olur, herkes gibi düşersin sen de. Ama sakın ha düştüğünde uzanan bir el bekleme. Sen yalnız geldin yalnız gidersin. Düştüğün yerden tek başına kalkacaksın.

Kendine davrandığın gibi başkalarına davranma. Senin sana muamelen sert olsun, Çetin olsun. Sen rahattan, kolaydan anlamazsın, zoru sev, zorda kal. Başkaları düştüğünde uzanan ilk el senin elin olsun. Kaldır düşeni ama kalktığında durma yanında, yola devam et..

Bir yerde dertli görürsen, hani göz pınarları kuruyup da bir kenarda çökmüş olanlar. İlk sen ağla onlarla. Ağlayanla ağla ama gülenle güleyim deme. Gülmek senin ne haddine. Akıt sen de gözyaşlarını ve sonra yanındakiler güldüğünde tekrar yola çık..

Herkes kendini anlaşılmaz sanır, ama asıl kendini anlamaz. Sen önce seni anla. Anla ki anlaşılmaz olanın sırrını dökesin.

Kim olursa olsun, karanlıktakine aydınlık olasın, kötü günde dimdik dur da iyi günler sana göre değil, kendine başka karanlıklar bulasın.

Bugün aydınlıktır, bugün gündüz. Bedenin hep aydınlıkta yaşayadursun da ruhun hep karanlıkta kalsın. Dün karanlıktır, yarın karanlık. Sen karanlığı hatırla da bugünün aydınlığı olasın.

Ne dün ne bugün ne de yarın, hepsinden öte zamanın mahkumusun sen, zamana kilitlisin. Durma mekanda öyleyse sür kendini mekandan mekansızlığa.. ne de olsa sana yol yok, sana kaçış yok, sana derman yok.

eksi alındığında üzülmek

inthebleakmidwinter
Facebook hariç hiçbir global sosyal medya uygulamasında bulunmayan bir özellik eksilemek. Facebook'un bizim jenerasyonumuzda pek rağbet görmediğini de eklersek onu da saymasak yerinde olur.

Bu hayatta hiçkimse ya da hiçbir kuruluş her şeyi onaylamaz. Her zaman onaylamadığımız durumlar, fikirler vardır. Eğitim seviyesi ne olursa olsun bazı şeylere karşı çıkarız ya da onaylamayız.

Meselenin özünde sosyal medyada da bir ilişkiler bütünü olduğunu kabul ediyorsak bu özellik, sosyal medya mecralarını daha “gerçek” kılacaktır.

Burada bizleri farklı kılan, daha doğrusu ön plana çıkaran ise eksilendiğimizde veyahut onaylanmadığımızda da aynı vakar ve incelikle devam edebilmek ve o fikirleri herkese rağmen savunmaya devam edebilmektir.

mükemmeliyetçilik

ileleualatyr
uyumsuzluğa sebep olan, musallat olduğu insana ve o insanın çevresindekilere hayatı zindan edendir.
Temelinde kişinin kendisini değersiz hissetmesi yatar, kişi ancak her şeyi mükemmel yaptığında değerli olacağını düşünür. Genelde mükemmeliyetçi kişiler kendilerine ulaşılması olanaksız hedefler belirler,bu hedefe ulaşamayınca da büyük bir yıkım yaşarlar. bazen mükemmeliyetçilik başkasına yönelik de olabilir; bu durumda kişi karşısındaki insanın hata yapmasını kabullenmez, onun yaptıklarında sürekli bir hata bulma eğilimindedir ve bu da beraberinde çevreye tahammülsüzlüğü getirir. bir şeyin yapılmış olması için mükemmel olması gerektiğini düşünürler ve bu yüzden bir şeyleri erteleme, bir şeylerden kaçınma eğilimindedirler.
mükemmeliyetçilikten kurtulmak için bazı şeyleri kabul etmek gerekir. Bunlardan biri başarısızlığın kabulüdür. Başarı bizim için olduğu gibi başarısızlık da bizim içindir, bu ihtimali göz ardı etmemek gerekir. Bir diğeri de dünyadaki her bireyin hata yapma hakkının olduğudur; hiç kimse kusursuz değildir,kusursuz olamaz ve olması da gerekmez. herkes hata yapar ki insan böyle gelişir. ilkokuldaki ilk senemizde defalarca hata yaptık; ben atlet kelimesini uzun bir süre talat olarak okudum mesela ama sonunda öğrendim ve bunu tekrarlamadım. o an o hatayı yapmasaydım,hata yaptığımı kabul edip doğrusunu öğrenmeseydim, ben doğruyum diye diretseydim bunun kime nasıl bir faydası olurdu ki? İşte bu yüzden hatalar gereklidir ve iyi ki hata yapma hakkımız var.
Başarısızlığın ve hata yapma hakkının kabul edilmesi, mükemmeliyetçiliğin terk edilmesi çoğu zaman zordur bu yüzden en iyisi bir uzmanla bu süreci yönetmektir.

kedi

clarice starling
yaşam felsefesi olarak "rızkımı veren hüda'dır, kula minnet eylemem" cümlesini benimsemiş muhteşem hayvan. peki neden muhteşem?
öncelikle temiz. iki lokma bir şey yese bile oturup üç saat kendini yalıyor temizlenmek için. pis şeylere temas etmiyor, uzaktan kokluyor neyin ne olduğunu anlamak için ve pis bir şey varsa hiç yaklaşmıyor ona. tuvaletini yapacağı yerin bile temiz olmasına dikkat ediyor, kum kutusundaki en temiz yeri bulup oraya yapıyor tuvaletini.
sonra asil ve özgüvenli. evde bir yürüyüşü var, sanki serengeti'de bir aslanmış gibi. kimseyi umursamıyor, sadece o sevmene izin verdiği zaman onu sevebilirsin, sen onu sevmek istediğinde değil. canı istemezse dokunmana bile izin vermez, canı istediğinde ise gelir oturur kucağına, sevdirir kendini.
acayip temkinli bir hayvan. uyurken bile kulaklar hep hazır vaziyette. yabancı olduğu bir şeyi detaylıca inceleyip güvenli olduğuna emin olmadan asla gardını indirmiyor. tabi 9 canlı olmasının en önemli nedenlerinden biri de bu.
yeteneklerine diyecek yok zaten. çatıya çıkar gezer, yerden metrelerce yüksekte balkon kenarlıklarında yürür ama en ufacık bir şey gelmez başına. ayrıca ev kedilerinin bu özelliğini sadece oyun oynarken görebilsek de çok iyi avcılar aslında.
diğer bir özelliği ise yaptığı her işi muazzam bir ciddiyetle yapması. bazen çok komik şeyleri bile öyle bir ciddiyetle yapıyor ki insanı kahkahalara boğuyor.
masumluğundan bahsetmezsek olmaz. kaç yaşında olursa olsun tüm kediler bebek gibi. kucağında bir kedi uyutsan tüm dertlerinden kurtulursun bir anda. öyle huzur verici bir şey.
benim bebeğimle birlikte tüm kediler, iyi ki varlar. kediler olmasa dünya çok daha kötü bir yer olurdu.

tıpçı vs. mühendis öğrencisi

inthebleakmidwinter
Söyleyeceklerim kesinlikle spesifik hiçbir öğrenciyi kast etmemekle beraber, gördüğüm, dinlediğim, izlediğim ve yaşadıklarım kadarıyla genel olarak mühendis adaylarının tıp öğrencilerinden fersah fersah ötede olduğu acı gerçeğidir. Neden?

Bu ataletin en birincil sebebi mühendis adaylarının kesin bir iş garantisinin olmamasına karşılık her diplomalı tıp öğrencisinin kesin olarak iş bulacağı hakikatidir ki, mühendis öğrencileri özellikle bu sebepten ötürü kendilerini her alanda geliştiriyor ve mesleki gündemlerini sıkı sıkıya takip ediyorlar. Hemen hemen hepsi linkedin hesaplarına sahip ve faal kullanıyorlar, mutlaka staj kovalıyor ve para almasalar bile sırf tecrübe için ellerine geçen her fırsatı değerlendiriyorlar. Bununla beraber gerek Udemy gibi online eğitim platformları gerekse teknofest gibi yarışmalar olsun her bir yerde kendilerini gösteriyor ve yeterli CV adına gerekli olan hiçbir şeyi kaçırmıyorlar.

Bir diğer sebebini görece daha az etkili olsa da öğrenci toplulukları arasındaki farka bağlıyorum ki bizde öğrenci toplulukları genel olarak kendi kendini tatmin etmeye ve ortada gözükmeye yararken, ieee başta olmak üzere pek çok mühendis Topluluğu kariyer ve kişisel gelişim adına özellikle özel sektör işbirliği ile imkanlarının sınırlanırını zorluyorlar. Bunun da ötesinde kovalayan için teknokentler biçilmiş kaftan.

Üçüncül olarak bunu analitik düşünmeye sadık kalmalarına bağlıyorum. Matematik doğayı ve teknolojiyi anlamanın su götürmez bir temeli ve yaptıkları her işi, eğer doğru düzgün yaparlarsa anlayarak öğreniyor ve yapıyorlar. Bizde her ne kadar parçalar arasında ilişki kurmak elzem olsa da kabul edelim ki çoğunlukla hatta neredeyse ezber üstüne ezberle gidiyoruz. Tus bile kısa süreli hafızaya atarak çalışılan ve hazırlanılan bir sınav ne yazık ki. Anlamak bizde neredeyse lüks sayılan bir iş.

Bütün Bunlar bir tıp öğrencisi olarak beni çok üzüyor. Henüz öğrenciyken uygulama geliştiren, büyük şirketlerin ceo'larıyla oturup kalkan, yarışmalarda roket uçuran ve teknokentlerde start-uplar inşa eden yaşıtlarımı görünce kendim ve bölümüm adına çok üzülüyorum. Bizim en önemli görevimiz teşhis koymak veya cerrahlık olmamalı. Teknoloji gelişiyor ve kim olursak olalım bu dünya doğal seçilimin olduğu bir dünya. Kendimizi her alanda güncellemediğimiz sürece er ya da geç bu sistemden silineceğiz. Yurtdışındaki meslektaşlarımıza nazaran pek çok açıdan gerideyiz ve başarılı bir kalp ya da beyin ameliyatının akabinde kendini tanrı sananların bulunduğu bir akademideyiz. Bunlar benim açımdan tam bir hüsran ve kesinlikle çözülemeyecek meseleler değil. Tabi öğrenciye ne kadar düşüyorsa hocalarımıza en az bir o kadar görev düşmekte. Online derste ekran paylaşmayı beceremeyen hocaların okulumuzda hiç de az olmadıklarını düşünürsek durum biraz vahim ne yazık ki.

Söylemiş olduğum her şey yıkıcı bir eleştiriden uzak olmakla birlikte bizatihi içinde olduğum bir akademinin ulusal bir özeleştirisi hükmündedir. Amacım kimseyi kırmak ve incitmek değil, yalnızca bu gerçeğin perdesini şahsım ve okuyan herkes için bir nebze de olsa aralayabilmektir.

hayatta aradığını bulamamak

windmill
yaşlı insanlarımızın yüzündeki yorgun ifadenin bu sebepten olduğu söylenir. ne kadar doğru bilmiyorum yaşayıp göreceğiz. tek bildiğim bu dünya için yaratılmadığımız, başka bir yer var biz orası için hazırlanıyoruz. hayatın doyum noktasına ulaştırmama sebebi budur bence.

neden tıp okuyorum ki

elegantmoon
(bkz: seviyorum uleeeen!)
şaka bir yana, ömür adamaya değen yegane meslektir zannımca. zaman kaybı değildir, ulvidir. doktor olur muyum bilmiyorum, inanın ama okumaktan bu denli mutlu olacağım başka bir fakülte yoktur benim için. bir daha gelsem bir daha tıp okurdum. doktorluğu icra etmek de çok isterim elbette; öldürmesinler yeter, başka ihsan istemem.
Edit: şu an bu kadar istekli değilim, her yıl gittikçe azalıyor.
1
elegantmoon elegantmoon
yazdıktan sonra fark ettim ki tıp okumak için çalışmak lazım, ben gideyim sayın yazarlar. az ilim öğrenip geleyim.

fanatizm

elegantmoon
Ankara'nın merkezinde ikamet etmekteyim. son altı sene içerisinde bir sene, (hangi sene olduğunu gerçekten hatırlamıyorum, kusuruma bakmayın) bir yaz akşamı; kulağımda kulaklık, cebimde cüzi miktarda para ile gençlik caddesi'nden başlayıp 7. Cadde'den geçip beşevler üzerinden dönen klasik yürüyüş güzergahımda ilerlemek niyetiyle evden çıkmıştım. cüzi miktarda para ise mado'dan alacağım dondurma içindir, bu notu da düşeyim hahahah:) hep yaptığım bir iş olduğundan herhangi bir aksilik, komplikasyon beklemedim, çıktım evden. çıktığımda gördüğüm manzara afallatıcı ve keyif kaçırıcıydı: tüm gençlik caddesi sarı kırmızıya boyanmış, "şampiyon galatasaray" ve benzeri naralarla huzurlu yürüyüşüm katledilmişti. biraz durup insanları gözlemledim, davranışlarına dikkat ettim. akşam dokuz civarı, giyinip kuşanıp türlü boyalarla kendilerini boyayıp meşaleler yakarak evinden çıkıp arabasına atlayıp ankara'nın ana arterlerinden birini tıkayıp saatlerce avazı çıktığı kadar bağırmayı seçen bu insanları inceledim sayın yazarlar. neresinden tutarsanız elinizde kalır gibiydi ilk başta. ancak sonra fark ettim ki bu insanlar çok düşünen insanlar değildi, içlerindeki o kor tutkuyla körü körüne herhangi bir konsepte ya da insana bağlanabilen insanlardı bu insanlar. skeptik ve yabancı değildiler. mösyö meursault'nun yaşadığını yaşayamaz, bireyselliğin getirdiği düşünce dünyasında kaybolma deneyimini yaşayamazlardı. tutkuları, inanç ve bir tutam bağnazlıkla harmanlanmıştı. ama yalnız değildiler, mutsuz değildiler. ve aksine birliktelikleri korkutucu derecede güçlü ve vahşi bir topluluk yaratmıştı. tekiller için ürkütücüydüler: hem bu kadar basit ve kendi ellerinde olmayan, saçma bir şeye bu kadar mutlu olabildikleri için hem de vandal ve barbar olabildikleri için. bir tarafım imrendi, bir tarafım ürktü. ürken taraf baskın geldi, dondurma falan yemedim. eve döndüm.
8
shogun shogun
Muazzam entry elegantmoon
elegantmoon elegantmoon
yaşanması gerekli olan bir deneyimdi benim için sayın shogun. yaşadıkça perspektif kazanıyor insan. o insanların yaşadıklarını ve hissettiklerini hiçbir zaman yaşayamayacağımı anladım o gün. düşündükçe yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça düşünüyoruz. her geçen gün o taraftan ve o denli bir mutluluğu yaşama ihtimalinden uzaklaşıyoruz. toplumla, toplulukla mutlu olabilmeyi deneyimleyebileceğimi düşünmüyorum hiçbir zaman. imrendim kısacası:)
kaira kaira
Hem böyle bir olay yaşamanıza hem planlarınızın bozulmasına hem de dondurmayı yiyememiş olmanıza çok üzüldüm sayın elegantmoon. 😔
shogun shogun
Bir insanın iç dünyası ne kadar zenginse dışardan o kadar az şeye ihtiyaç duyar sayın elegantmoon.ve yalnızlaşır.sizin de iç dünyanız çok zengin bence öyle düşünün :)
elegantmoon elegantmoon
üzülmeyin sayın kaira, bende yeri ayrıdır bu olayın:) biraz anlayış getirdi, biraz gözlerimi açtı diyelim. bir gün tanışırsak dondurma yemeye gidelim ama okula yakın zaten:)
kaira kaira
Harika olur sayın elegantmoon, sanırım dondurma için kimliklerimizi ortaya dökmemiz zaruri😅
elegantmoon elegantmoon
bir gün ifşa olursak birbirimize, gidelim lütfen sayın kaira:)
elegantmoon elegantmoon
hahahah sağ olun shogun. yorumlarınız da sözlükteki varlığınız da her zaman mutlu ediyor beni.

nasıl bir öğrensiniz-öğrenciydiniz

inthebleakmidwinter
Hayatımın hiçbir döneminde yozlaşmış okul konseptinin içinde öğrenmedim. Hayatıma değer katan hiçbir bilgiye okullar vasıtasıyla ulaşmadım ki buna yükseköğrenim kurumum da dahil. Ünlü İrlandalı tiyatro yazarı Bernard shaw'ın bu konuda çok veciz bir ifadesi vardı: “eğitimime okul yüzünden uzun bir ara vermek zorunda kaldım.”

Bugünün adem-i merkeziyetçi eğitim anlayışı ne yazık ki bırakınız ortaöğretim kurumlarına, henüz yükseköğrenim kurumlarına bile sirayet edemedi. “İhtiyaç halinde bilgi” olarak da tanımlayabileceğimiz bu yeni çağın epistemolojisi belki etik olarak sorgulanabilir ancak şu an bir realite. Bunu kabul etmek gerekiyor. Tıp mı okuyorsunuz? Hayır siz tıp bilginizle ancak diplomalı işçiler olabilirsiniz. Sonra da nöbetti, şiddetti, döner maaştı sorgular durursunuz.

Doktorsanız bugün ilaç sektörünü yalayıp yutacaksınız, medikal sektörünü anlayacaksınız, home office çalışma düzeni üzerine fikir yürüteceksiniz, yapay zekayı bırakın kullanmayı yazmasını bile öğreneceksiniz. Bunlar bu okulda öğretilmez. Bunu takip edip öğrenmek gerek. En önemlisi pratiğe döküp hayata geçirmek gerek. İnternet bu yüzden var. Bugün birkaç öğrencinin startup olarak başlattığı Udemy, bizimki de dahil pekçok üniversitenin uzaktan eğitim altyapısını toplar, türevini alır.

Ben ne öğrendiysem kendim öğrendim, hatırlarım 6. Sınıftayken logaritma ve türev öğrenirdim, resim derslerinde sınıfı geçmeye çalışırken evde kendim karakalem çizimler yapardım. İnsanlar fen dersinde slayt izlerken ben evde iki kez kendi robotumu yapıp bir tane de prototip çamaşır makinesi üretmiştim. Teknoloji tasarım dersinde hiç unutmam 7. Sınıftaydım henüz iwatch çıkmadan iwatch isimli bir akıllı saat projesi geliştirmiş ve sunmuştum. Tabi ki onu evde üretemezdim bu yüzden sunumum yalnızca teoriden ibaretti. Mukavvadan çiçek yapanlar benden yüksek puan aldılar. İwatch bugün EKG ölçüyor. Bizimkiler mukavvayla uğraşıyor. İngilizce notlarım yerdeydi ama ben kendi kişisel gelişimim için yeter seviyede İngilizce biliyor ve takip ediyordum. Nereden yeter diyorum çünkü anlayabiliyordum. Hep piyano çalmak istemiştim ancak babam beni bağlama çalmaya, okul ise melodika çalmaya zorladı. Bugün hiçbir alet çalamıyorum. Bunun sorumlusu ben miyim? Coğrafyadan neredeyse kalacaktım ama Türkiye'de gidilmedik coğrafya bırakmadım, eksik bölgeleri de önümüzdeki yıllarda tamamlayacağım. Bana ne dağların paralelliğinden, 26-42'den. Bunlar için artık navigasyon cihazı var.

Genel olarak vasat bir öğrenci olmakla birlikte yer yer parladığım pekçok zaman dilimi oldu. Bunların hepsi benim çabam sayesinde oldu. Bir erkeğe neden yemek yapmayı öğretmezsiniz; lise hayatım boyunca kendi yemeğimi kendim yaptım (ve hala). Ehliyetimi aldığımda 6 yıldır araba kullanıyordum. O kadar tatminsizdim ki berbere gitmemek için traş makinesi alıp lise hayatımın iki yılında kendi saçımı kendim kestim. Bunların hangisini okulda öğrenebilirsiniz? Sorarım buradaki arkadaşlarıma..

Bugün de durum bundan farksız. Bana ne hangi hastalığa hangi etken maddeli ilacın kullanılacağından? Çok yakında bunu yapay zeka bizden binlerce kat iyi yapacak. Bize düşen bu yarının gereksiz datasını öğrenmek mi yoksa bu bigdatayı faydalı bilgiye dönüştürmeyi öğrenmek mi? Okul neden yapay zeka öğretmiyor bizlere? Çünkü istese de öğretemez.

Hadi okul bunları yapamadı diyelim, mesleki tecrübelerin aktarılması konusundaki yetersizlik had safhada. İlişki ağı kurmak için Twitter kullanmak zorunda mıyız? Bir hocanın tecrübesine ulaşabilmek için onun tweetlerinden seçmece mi yapmalıyız? Ne kadar acizce... utanılası...

Okul fiziki bir şey olmadı hiçbir zaman bende. O, yalnızca kafamın içindeki bir dürtüden ibaret. Bunu anladığımız ve hayata geçirdiğimiz gün o çok büyük kale misali üniversitelerin burnu havada akademik tiranlıkları yerle bir olacak ayağımızın altında. Bu platformu üniversite mi inşa etti, bunu yapmaları için onların sözümona çok değerli yüksek fikirlerinin alakasını mı beklemeliyiz? Dünün yoz akademileri yarının doktorlarını, mühendislerini, iş adamlarını ve politikacılarını yetiştiremeyecek.

Ben yeni neslin içinden biri olarak bu sistemle kavgalıyım, hem de çok fena kavgalıyım. Ya bu sistemin çarkları altında unufak olacağız ya da hep birlikte farkındalığımızı yakalayıp yeni bir sistemin meşalesini yakacağız.

unutamadığınız şeyler

darkgreen
ne yazık ki çoğu acı verici şeyler. Tek tek yazmayacağım çünkü birileriyle paylaştım hem de sakınmadan paylaştım ki azalacağına çoğalmıştı, saklamadım, saklamamam gerektiğini savundum ama zorla inandıklarımın bana zarar vermesine sebep oldular çünkü çoğu insanın başkalarının zor durumlarına karşı destek olmak için toleransı düşük. sonra da susmanın daha iyi olduğuna karar verdim. her duygu gibi hüznün kederin de saklanmaması gerektiğini savunuyorum halen ama belki de sadece kendimize karşı saklamamamız daha iyidir. her anın düşüncelerine ve hissettirdiklerine dibine kadar sarılan biriyseniz umudu kedere tercih etmeyi unutmayın bir konuda olmasa da başka sayısız konuda umut mutlaka vardır :) buraya bir anı yazmam gerekiyordu galiba ama ben başka açıdan yaklaştım neyse bakalım :d
4
clarice starling clarice starling
Entrydeki bazı cümleleri tekrar tekrar okudum sayın darkgreen, o kadar güzel ifade etmişsiniz ki. Bu arada çok da üzüldüm açıkçası :'(
darkgreen darkgreen
teşekkür ederim clarice (hem sayın hem sevgili clarice), beni anlayabildiğin için mutlu oldum :)) lütfen üzülme uzun zaman geçse de üzülmemek için uğraşmaya devam edeceğim belki bir gün başarırım🌤
clarice starling clarice starling
Umarım başarırsınız, umarım hepimiz bir gün bizi çok üzen şeylere üzülmemeyi başarırız :))
darkgreen darkgreen
:))

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol