Nerde okuduğumu hatırlamıyorum ama bir yerde ercan kesal'ın anılarında yararlanılarak çekilen bir film olduğunu okumuştum. Kendiside bir doktor olan Ercan kesal filmin çekildiği keskin devlet hastanesinde görev yapmıştır. Filmle ilgili söylenecek çıkarılacak çok yorum var lakin beni en çok etkileyen otopsi sahnesidir. Bir hekim adayı olarak benim adli tıpa olan merakımı başlatan filmdir. Yakın zamanda yüklenen bir buçuk saatlik kamera arkasını izlemek ayrıca keyifliydi. İzlemediyseniz bence kesinlikle izlenmesi gereken bir sanat eseri. Yapabileceğim tek eleştiri clark gable'yi anadolu insanı nerden bilsin NBC sanki entelektüelliğine mani olamamış sahneyi eklemiş gibi geldi
Ama orada savcıyı clark gable'a benzeten kişi savcının okul arkadaşları ve orada ölü muayene raporunu yazan görevliydi, tam anadolu insanı sayılmaz bence :')
Korkaklık ne menem bir şeydir ki içinde anlamamayı ve hattayı barındırır... kimi zaman cesarete atfedilen aptallık korkaklığa genellikle daha çok yakışmaktadır...
Ferdi Tayfur'un sevdiğim şarkılarından. Ogün Şanlısoy'un yorumunu daha çok beğeniyorum ama. Bana daha çok hitap ediyor. Sözleri aynı olsa da farklı hissettiren yorumlar. Güzel şarkı. :)
yemekhanemizin neredeyse her hafta en kötü ihtimalle 2 haftada bir çıkardığı öğrencileri aç bırakarak zorlu hayat koşullarına adapte etmenin birincil amaç olduğu yemeğimsidir. 40dk yemek sırasında bekliyosun ve tam kart basma yerine geldiğinde milletin tepsisine bakıyosun... sonra anlıyosun ki zamanın boşa geçmiş... aynı dün anatomi çalışarak kaybettiğin ve aklında hiçbir şey kalmayan zaman gibi bu da boşa geçmiş
Kendisi benim muhteşem üçlüm'den birisi olur. Her şarkısını bir ayrı severim. Ama "Seni Her Gördüğümde" şarkısını daha bir çok severim. İyi ki yazmış da ben de iyi ki dinliyorum. :)
"Uyumayacaksın Memleketinin hali Seni seslerle uyandıracak Oturup yazacaksın Çünkü sen artık o sen değilsin Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin Durmadan sesler alacak Sesler vereceksin Uyuyamayacaksın Düzelmeden memleketin hali Düzelmeden dünyanın hali Gözüne uyku giremez ki... Uyumayacaksın Bir sis çanı gibi gecenin içinde Ta gün ışıyıncaya kadar Vakur metin sade Çalacaksın." Melih Cevdet ANDAY
Stajyerlikte beni şaşırtan bir başka şey de hastaların gerçek birer vaka oluşudur.
Mesela ders çalışırken örnek vakada yazıyor ki "65 yaş kadın hasta, 7 yıldır nsaid kullanıyor." Böyle yazınca sanki çok sofistike bi olay gibi geliyo
servise bi gidiyosun senden benden bi teyze sinirli sinirli bakıyo, kullandığı ilaçların adını bilmiyo, soru soruyosun "ne bileyim ben" diyo. Sen orda mide ülserini, mezenter iskemisini düşünüyorsun, kafanda arka planda bi sürü olasılık hesaplıyosun, hastanın kendinden haberi yok
Yani demek istiyorum ki vakaya çalışmak up to dateten makale okumak gibi "vay anasını neymis ya bu tıp" dedirtirken hastayla konuşmak googledan "migdede ciban. Cikmasinedir" diye aratmak gibi hissettiriyor
Genel cerrahiyle başladıysanız böyle hissetmeniz bence çok normal. Nitekim genel tababet hakimiyetiniz oturmadı muhtemelen ve genel cerrahi her şeyin en temelden alındığı staj değil
Ya da sadece klinisyen olmayı sevmemişsinizdir,insanlık hali
çocuk hastalıkları servisinde klinik doktor olarak çalışan bir doktor olarak geçtiğimiz ayda yaşadığım servis anılarımdan bazıları şu şekildeydi
1.anımda 18 yaşında bir annenin ilk gebeliğinden doğan 3.5 aylık bebeği çok uzak bir akrabasına emanet ederek servisten 4-5 saat uzaklaştığını fark ettim. Bebeğin servise yatışının ilk 4-5 saati üstelik de bebeğe ait ne bir bez ne bir mama ne de yedek tek bir kıyafet bırakmış. Pediatri asistanı sayısının zaten yetersiz olduğu ülkemizde sorumluluğum artmışken servisteki ayak işlerini yetiştirip hastalarla ilgilenmeye çalışırken bir de bu durumu fark ettim. ilk başta bebeğe mama ayarladım. Sonrasında da sürekli odasına girdim çıktım, annesi hiçbirinde yanında değildi. üstüne bezinden sıvı taştığını gördüm. Bebeğe bez ayarlamaya çalıştım ama maalesef bulamadım. O gün işlerim bitmedi ve geç çıktım. Sonraki gün annesinin bebeğine meyveli yoğurt yedirdiğini gördük. Bebek 3.5 aylık üstelik de mama mutfağından maması geliyor. O bebeğe serviste kaldığı süre boyunca kendi kardeşimmiş gibi baktım. Hep çok sevdim. Ama taburcu olup uzak bir şehrin uzak bir ilçesine gittiğinde de çok üzüldüm. Aklımın bir köşesinde hep olacak bebişim.
2.anımda kronik hastalığı, arrest öyküleri olan ancak bilinç kaybı olmayan küçük bir kızımdan kan gazı almaya gittiğimde bebeğim bana yastığının altından çıkardığı bilekliği hediye etti. 10.kat çocuk servisinde tek başıma nöbetçiydim ve istifa düşündüren o nöbetlerden birini 0 uyku ile tutarken beni motive eden tek şey kolumdaki bilekliğimdi.
3.anımda küçük kız kardeşimi çok özlemiştim ve ona benzeyen bir hastam o gün servise yattı. Ona sarıldım kucağıma aldım sohbet ettim... sonra birbirimize oje sürdük.
4.anımda eylül ayında 2 hafta servisimizde yatan çok güçlü küçük bir kızım eylülün son gününde beni ortopedi polikliniği önünde beklerken gördü. Yanıma gelip geçmiş olsun dedi ve onun geçmiş olsun dileği bana iyi geldi.
5.anımda kemik iliği nakli olmuş küçük bir oğlumun hastalığının nüksettiğini ve tedaviye yanıtsız olarak görülüp eve gönderildiğini öğrendim.
6.anımda ise tüm bunları yaşadığım serviste farklı farklı zamanlarda uzun yatışları olan bir bebeğimin vefat ettiğini öğrendim.
İyisiyle kötüsüyle doktor olarak hayatına dokunduğumuz her hastamız hayatımız boyunca anılarımızda yer edinecek. İyi şeyler, iyileşen hastaların ismi çoğunlukla uçup gidiyorsa dahi kötü hastalar bir ömür isim soyisimleriyle aklımıza kazınmaya devam edecekler.
Ölen çocuklar, çarşafa sarılıp morga indirilen bebekler, kanser tanısı alan bebişler, tavuk yemesine izin vermediğim için ağlayan lösemili çocuklar, ihmal edilen bebekler, benimle tartışıp üzerime yürüyen hasta yakınları, beni ağlatan aileler...
Sıradan bir insanın ömründe yaşayamayacağı dramı 1 senelik hekimlik hayatımda çoktan edinmiş oldum. Adını unutamadığım tüm çocuklarıma rağmen iyi ki bu işi yapmaya devam ediyorum. Tüm çocukların hayatına dokunmam hiçbir zaman mümkün olmayacak ancak hayatına dokunduğum, dokunamadığım tüm çocuklarımı çok seviyorum.
Hastalarla konuşma kısmı beni saatlerce ayakta durmaktan daha çok zorlamıştır. Bilmiyorum belki benim fazla empati yapmamla ilgilidir ama yine de insanların çaresizliğine her gün bu kadar yakından şahit olmak çok üzücü.
75 yaşında 3 gündür serviste yatan, daha tanısı konmamış, çok konuşkan, kıpır kıpır bir amca vardı mesela. Anamnez alırken sorularımıza istatistiki cevap veriyordu. "İshaliniz var mı?" "Binde bir" "mideniz ağrır mı?" "Binde bir." Hikaye sonunda biz Malignite tanısı alacağını biliyorduk ve o da bunu seziyordu.
Servisteki son günümüzde onunla sohbet ediyordum, sohbet bitti ve ben de odasından gittim. 1-2 dakika sonra kapısına çıkıp bana seslendi, hakkınızı helal edin ile başlayıp bir veda konuşması yaptı.
Sonradan merakımızdan gidip öğrendik, akciğer ca teşhisi konmuş. Zor bir süreç olacak onun için ama maalesef bir yıldan fazla yaşaması çok mümkün görünmüyor.
Yaşamının son zamanlarını daha güzel geçirmeni isterdim "binde bir" amca. "İyi ki varsınız." derken gözündeki çaresizliği hayatım boyunca unutmayacağım.
2023 yılında ortaokul ve lise arkadaşımın adının anıtsayaç'a eklenmesiyle beni çok yoran bir durum haline gelmiştir. Elimden bir şey gelmediği gibi açıklaması olmayan korkunç bir durumu tekrar tekrar hatırlamama sebep oluyor. Tam 1 sene cezası verilmedi katilin. Sonra müebbet hapis cezası aldı. Ceza günü yaptığı açıklamaları okurken boğazım düğümlendi. Hayat bu kadar kısaymış ve hayat bu kadar kolay bitebilirmiş. Böyle olmamalıydı
Aniden sebepsizce gelen şans eseri ölüm. Hayalleri, ümitleriyle yitirdiğimiz kadınlar, kadınlarımız... Sadece tenha sokaklarda değil her yerde yaratılan korku. Oysaki etrafında onlarca kişi varken 13 kez bıçaklanabiliyormuş, yardım isterken sürüklenerek surlara çıkarılabiliyormuş insan. Yardım çığlıklarının duyulmadığı olur da duymazdan gelindiği de olur muymuş? Artık düşünmemeye, sorgulamamaya yalnızca eve vardığımıza şükretmeye alıştırıldık. Kadınlar dehşeti bugün yaşamadı. Sizler dehşeti bugün duydunuz.
1862 senesinde Victor Hugo tarafından yayımlanan roman. Bugünse 3107 kişilik kapasiteli ato congresium'da kapalı gişe oynanan ve uyarlanan oyun.
2022'de prömiyerini yapmış. O zamanın aksine akustik tek kelimeyle kusursuzdu. Dekor,kostümler tam da olması gerektiği gibiydi. Ve ayrıca bunların yanında babamla gittik. :) Tiyatroya gittiğimde yanımda kıymet verdiğim biri olmadıkça story falan atmam ama hem yanımdaki kişi hem de oyun paha biçilemez olunca etiket atıp storilemek farz olmuştu,gerekeni yaptık. :)
Şahsi ve genel teknik detaylardan sonra esas kısma geçelim:
•9 sene önce okuduğumda manasız gelmişti •bugün 22 yaşımda baktığımda nefesim kesildi,büyülendim Yıllardır neden okunduğunu,okutulduğunu anlıyorum •kendinize solcu diyorsanız politik bağlamda,sağcı diyorsanız daha politik bir bağlamda,insan diyorsanız tamamen varoluşsal bağlamda algılayacağınız bir eser •camiler aslında birer aşevi,yuva,sığınak olmalı;geceleri insanlar sığınabilmeli derken aslında bunu kast ediyorduk •din dediğin olgu ceberrut bir silah değil,sevgi aracı olmalı derken de bunu kast ediyorduk •kanunları herkese eşit şekilde uygulamak adaleti getirmez. Adalet eşit değildir eşitlik. Yani anlayacağımız şu ki: 'Kavramları kendi yaşamımız içinde anlamlandırabilmek için sanatın her koluna muhtacız,yadsımak tek kelimeyle cahilliktir.'
Rivayettir ki, kıyamet bir cuma gününde akşam ezanında kopacakmış. 7-8 yaşlarındaydım. Kuran kursunda, bunu öğrendikten sonra çilem başladı. Kıyamet kopacak diye o kadar korkuyordum ki her hafta Cuma günü akşam ezanı geçinceye kadar tetikteydim. Cumartesi ve pazarım iyi geçerdi de diğer günler cuma akşamı geliyor diye ödüm kopardı. Prometheusun cezası gibi; cumaya kadar korkuyorum, cuma geçince rahatlıyordum ama ancak diğer cumaya yaklaştıkça tekrar başlıyor korkum. Perşembe geceleri korkudan ağlıyordum. Ailemin "daha kopmaz" şeklindeki rahatlatmasını "ya koparsa" diyerek bozuyordum. "ama sen cennete gidersin" tesellisi de gönlümü ferahlatamıyordu. Ailem bunun üzerine dini bilgisine(!) güvendikleri bir büyüğümüze götürdüler beni. Bu büyüğümüz sayesinde korkularıma; görünür olan cinler, tersten doğan güneş, sokaklarda def davul çalan deccal vb. eklendi. Her sabah acaba güneş tersten mi doğuyor diye gözlerimi bozdum ahshshs. Pesimistliğimden olsa gerek hz. İsa ve mehdinin gelişi, savaşması falan gönlümü gram ferahlatamamıştı. Bu zamanları nasıl atlatabildiğimi cidden hatırlayamıyorum. Büyüdükçe geçti sanırım. Velhasıl kelam pedagoji eğitimi cidden önemli, benim zamanımda camii imamımızın muhtemelen pedagoji eğitimi yoktu. Umarım şimdi vardır.
Tanım:her şeyin sona ermesi ve yeniden başlaması sürecinin düğmesi
Herkesin şahsi kıyameti farklı zamanda kopuyor. Benimki bu dünyadaki varlığımla sınanınca koptu. Bedenimden 2 hafta boyunca nefret ettim ve vücudumu anlamsız bir et yığını olarak tanımladım. Fizik tedaviyle 8 ayda hedeflenen sonucun daha fazlasını 2 ayda fizik tedavisiz edindim.üçüncü haftada kontrole kendim yürüyerek gittim ve hocam bile şaşkınlığını gizlemedi. Herkesin kıyameti de dirilişi de kendine.
Az önce kendi kendime de mırıldandığım gibi: 'Biz onu bıraksak da o bizi bırakmıyor ve iyi ki öyle.'
Şahsi kıyametin erken kopunca benlik tanımını başka insanlar üzerinden yapamıyorsun. Gelene sevinemediğin gibi gidene de üzülemiyorsun. 'Çok gençken hayatın bu yüzüyle karşılaşmanı istemezdim,sen çok mutluydun,umutluydun,hevesliydin.'diyen babam yıllardır herkese şöyle dua ederdi: 'Allah bizi kıyametlerden muhafaza etsin.'
Keşke babamı hiç anlamasaydım,hep o küçük kızın aklında ve hislerinde kalsaydım.
bakın arkadaşlar ben ilk yıllarda fakülteyi çok da seven biri değildim. sonradan sevdik orası ayrı. şunu söylemek isterim mezun olduktan sonra aldığınız eğitimin farkını gerçekten görüyorsunuz. özellikle d4 ve sonrası için klinik eğitimimizin gerçekten iyi olduğunu düşünüyorum. şu an asistanlık yapmaktayım. Gazi'den mezunum diyince bir duruşunuz bir havanız oluyor. bazılarının bakışı bile değişiyor açıkçası. bazı şeyleri ben bunu biliyorum ya diyerek içinizden geçiriyorsunuz. o yüzden sınavmış zorlukmuş pek takılmayın bunlara. yaşattığı stresin bile ileride size getirisi olacak. hepinize bolca başarı ve çalışma gücü diliyorum.
Evet cnm buradaki neredeyse herkeste var olan 'sisi sendromu'nun türkçesi.
Performans odaklı yaşam.. Global kapitalizm öldürür derken şaka yapmıyorduk.
-'Ne kadar üretirsen o kadar kıymetlisin' -'Bi dur aq Dümdüz yatasım var şu an Millet üretmeden de yaşıyor,noluyo sanki??'
-'Ama şehrine gelen etkinlikleri kaçırma,sana yeni perspektifler sunabilir. Evet,onu da okuman lazım,bugüne kadar okumaman hata.. Popon yeterince yuvarlak,belin yeterince ince mi?' -'ya bi siktir allah aşkına! Ölüyodum en son,önemli olan mental sağlığım ve hala hayatta sevdiklerimle beraber olmam.' -'madem öyle,neden bu çaba?' -'sus amk,sadece varoluşum bile sevgiyle,huzurla yaşamayı hak ediyor.'
feromonlardan mıdır, kanımın karbondioksit oranından mıdır bilmem çocukluğumdan beri çok fazla böcek ısırığına maruz kalmış biriyim. O yüzden ısırığa karşı bağışıklığım yüksektir, şöyle çıtırından bi kaşınırım ve ertesi güne yok olur. Fakat ankara sivrileri...
Ben böyle şeytan, böyle kana susamış bir sivrisinek ordusunu ömrü hayatımda görmedim. Çete halinde çalışıyorlar, asla tek girmiyorlar bi eve. Alfa sivriler çetedeki zayıfları önden tadım testine yolluyor. Kurbanın muayyen yerlerinden özel örnekler alınıp elebaşına haber gidiyor ve saniyeler içinde alfa sivri, kurbandan şöyle okkalı bi 10 mL kan çekiyor.
Böyle bir zonklama yok, insana sinir krizi geçirtiyorlar. O uyku mahmurluğu ile zavallı zayıf sivrilere bi tane yapıştırıyorsunuz. Kurtuldunuz sanıyorsunuz. Halbuki sadece darth Vader havasıyla üstünüzde dolanırken vızıltısıyla star wars müziği çalan alfa sivrinin tuzağına düştünüz.
Size dakikada bir dalış yapıyor, öldürmesi imkansız, görünmez ve vücudunuzu sizden iyi tanıyor. Ordular ilk hedefiniz karotis, ileri.
Üstelik çok niş zevkleri var. Tam mandibular eklemin üstü, ayak baş parmağınızın ucu, meme başınız, avuç içiniz... Özellikle eklem bölgelerine bayılırlar. Boyun daha çok tatlı niyetine tüketilir, ve oraya şefin imzası bırakılır.(Bir keresinde vallahi tiroidim inflame oldu sandım)
Bunlardan müthiş Çin işkencesi olur. Geceleri gündüzleri yok, uyumanıza hele hiç gerek yok. Gündelik işinizi hallederken bir anda keskin bir acı hissediyorsunuz ve geçmiş olsun. Eminim kendi aralarında "onun da o saatte (13.30) orada ne işi varmış" diye dalga da geçiyorlardır **** **** ****** *********
Bir gün kriz geçirip nefes alabilmek için sadece yüzüm açıkta kalacak sekilde örtü çektim üstüme ki bir yudum da olsa uyuyabileyim. Sonra uyandım, gözlerimi açtım. Biri açılmadı.
Bu gece üç askerini öldürdüm. Gözlerinden öpüyorum alfa sivri. Seni de bir gün öldüreceğim.
Çok yoğun bir nöbet sabahıydı. Tam devir saati genç yaş bir hasta,otuzlarında belki kırklarında arrest olarak geliyor. Yaşından ötürü saatlerce Uğraşıyoruz çabalıyoruz. Bir ara dönüyor hasta. Sonra bakıyoruz İki saniye ritim dönse üç saniye gidiyor. Ekibi çağırıyoruz dışarıda bekletiyoruz. O an bir telefon geldi 112den. Bir arrest daha geliyormuş.Bu sefer yaşlı bir hasta, seksen küsürlerinde. Bilinen birçok hastalığı bir poşet ilacı var belki. Kırmızı alanda tek sedyemiz tek monitörümüz var. Sedye çekiyoruz ayarlıyoruz. Aynı anda iki arreste müdahale ediyoruz. Çok değil belki 10 dk belki 15 dk sonra amca döndü. Genç hastayı kaybettik. Dışarıda bekleyen helikopter ambulans ekibi amcayı alıp götürdü hemen. Normalde helikopterin gelmesi 45 dk. Demem o ki Ölüm kapıda bekleyen davetsiz bir misafirken yaşamak biraz da şans işi.
Rahat olmak. Öğrendikten sonra çoğu konuda tetikte oluyorsun,o eski rahatlığın kalmıyo. Mesela sokakta kedi köpek görünce çok tatlı gelse de dokunmak isteyince bi saat beyninde muhakeme yapıyorsun şak diye dokunamıyorsun,çimli bi yere gidince ayakkabını çıkarıp rahatça yürüyemiyorsun aklına mikroda gördüklerin geliyor. Havuzda denizde çıplak ayakla ıslak yerlere beş dklık bile basamıyorsun dermada hocanın dedikleri aklına geliyo. Her ortamda lens takamıyorsun,takmak için elini yıkadığında da beş kere kontrol ediyorsun elini kuru mu diye,aklına göz stajında gördüğün fotolar geliyo. Yani hadi sen yapmıyorsun onu geçtim yapanı görünce yaşadığın gerginlik de sana dert oluyor zaten…
İçim,içimi dökmenin manasının olmadığını bilecek kadar dolu.
Ve ben sadece kimsenin hayal edemeyeceği kadar kırılmışım,henüz tam anlamıyla kopmamışım. Bu ülkeyle bütün bağlarım kopmuş olsaydı beni buraya bağlayacak bahane arıyor olmazdım.
Bahanelerimden biri bu ülkede akademisyen olmaktı ancak değersiz bir peçeteden daha değersiz hissettirildiğim fakültede 4 temmuz günü hayallerim yakıldı gibi hissettim.
Sadece kimsenin anlayamayacağı kadar kırılmışım.yoksa hala bahane arıyor olmazdım ancak artık bahanem bile yok. Beni bu ülkeye umut besleyecek bir bahaneden yoksun bıraktılar.
Trafik kazası geçirip,çift taraflı pelvik fraktürü ve acetabulum başı fraktürü olup da henüz rapor süresi bitmeden okula gelen,arkadaşının onu 2 hafta tekerlekli sandalyeyle gezdirmesiyle eğitimine devam eden ancak o anabilim dalı resmi rapor kabul etmediği için(başka stajlarda emsal olgular var ve kabul edilmiş) irregüler olan kız benim :)
Aynı grupta teorik derslerin sadece birkaç tanesine girip imza attıranlar, pratik derslerin sadece birkaç tanesine girip imza attıranlar olduğunu bildiğim için sana haksızlık yapıldığının gerçekten farkındayım. Kul hakkına girmek diyince Gazi Tıp... Pratik derslere girmek önemli biliyorum ama bu kadar önem veriyorlarsa daha dikkatli olsunlar imza attırma konusunda. Yok eğer dikkatli olmuyorlarsa sana ayrıcalık verilebilirdi. Çok geçmiş olsun🫂
Son 2 hafta her gün alt bedenimin hepsi ağrırken,omurgam beni taşırken her anda ağrı hissettirirken okula geldim ve tüm hocalar tüm muayeneleri yapabildiğime şahit oldu,teorik bilgimin yeterli olduğunu söyledi.
Sınav gecesi bana hasta atandı,sınav sabahı pratik sınav esnasında sınava alınmadığım söylendi ve sınavda kendi sorularımın yanında diğer arkadaşlarımdan seken soruları da yanıtladım. Aslında herkes her şeyin farkındaydı. Rapor kabul edilebilirdi,nitekim emsal olgular da var ama 'o hoca zamanında kırık ayakla internlük yaptığı için' sınav anında beni dışarı çekip tüm amfinin önünde bana ömürlük ayar verdi ve sınavdan çıkardı.
Aslında beni en çok yaralayan bir 'doktorun' 'hasta meslektaşına' olan tavrıydı ama kaderde bunu yaşamak varmış..
Bu çok çirkin bir muamele. Hadi sınavdan çıkardın neden öyle bir konuşma yapıyorsun. Bence siz yolunuza devam edin sayın ruhsuz elinizden geleni yapmışsınız.