artık bu işe birinin el atması gerekiyordu yeter.ünlüler aleminde olsun, cemiyetlerde olsun hatta dümdüz halkta olsun..hep bir ben güzelle yakışıklıyla evleneyimler, eşim best model gibi olsunlar..bu nedir dostlar..güzel güzelle evlenirse otomatikman güzel olmayan at hırsızıyla evleniyor e çocuklar da cennet mahallesi aliş oluyor.başlatacağım kampanya ile her güzel bir at hırsızıyla evlensin 150 seneye hepimiz Yunan tanrısı gibi olacağız söz.
İlk adım olarak ben bir güzelle evleniyorum kabul mü?
insanın kendine yaptığı bir haksızlık hatta saygısızlıktır. değer verdiğiniz kişi sizi umursamıyorsa verdiğiniz değeri hak etmiyordur, net. ve verdiğiniz değeri hak etmeyen kişilerin hayatınızda bulunmasına gerek yoktur, hayatınızda yer almaya hakları da yoktur. hayatınız değerli, zamanınız değerli, siz değerlisiniz. hayatınız için gerekli olan tek insan sizsiniz, siz olmazsanız hayatınız olmaz. ama anne babanız dahil olmak üzere diğer insanların hiçbiri yaşamanız için şart değil, onlar olmadan da hayatınız olur yani, tam olarak ifade edebildim mi bilmiyorum. bu sebepten ötürü birisi hayatınızda olmayı hak etmiyorsa onu hayatınızda tutmayın. birisine değer veriyorsanız o kişi de size değer veriyor olmalı. sizden gördüğü değerin karşılığı olarak sizi umursamaması gibi bir durum söz konusu olmamalı. o kişiyi hayatınızda tutmaya devam etmeniz üzülmenize sebep olmaktan ve öz saygınızı zedelemekten başka işe yaramayacaktır. sizi umursamayan biri için üzülmenize değer mi, değmez. o yüzden yol verin gitsinler efendim. :) edit: bazı şeylerin yanlış anlaşılabileceğini düşünerek açıklama yapmak istiyorum. bir insanın hayatınızda olmayı hak etmediğini anlamak öyle bir iki seferlik olaylar sayesinde olmaz. birisi sizi kronik bir şekilde umursamayıp sizi değersiz hissettirdiğinde bu duruma müdahale etmelisiniz. yani öyle bir iki kere beni umursamadı diye insanları silemeyiz, silmemeliyiz. iletişim güzeldir, öncelikle doğru bir iletişimle karşımızdakine onun tavırlarının bize ne hissettirdiğini açıklamalıyız, kendisini ifade etmesine ve hatasını düzeltmesine izin vermeliyiz. baktık ki hala bizi umursamıyor, o zaman yapacak bir şey yok, bu durumda mesafemizi koyup kendimizi korumamız gerekir. o kişiye insan olduğundan ötürü hak ettiği değeri yine vermeliyiz ama bunun haricinde hayatımızda önemli bir yere sahip olmasına müsaade etmemeliyiz.
Hatırlar mısınız bir ara Twitter'da trend topic olmuştuk bu konuyla alakalı. O zaman gerekli düzenlemeler yapılsaydı Rümeysa doktor şu an hayatta olabilirdi. Neden anlamıyorum ülkemizde doktorun canı bu denli kıymetsiz? O zamanlar illa birine bir şey olması mı gerek diyorduk sesimizi duyurmaya çalışırken. Şu an ne dememiz lazım?
o an o aracın yanından geçmiş bir tıp fakültesi öğrencisi olarak bu konuyla ilgili çok şey söylemek istiyorum aslında. minibüsün içindeyken gördüğüm o manzarayı akşam twitter'da tekrar görünce yaşadığım duyguları kelimelerle ifade etmekte güçlük çekiyorum. belki birkaç yıl önce rümeysa doktorun da yaptığı gibi komite sınavlarımın arasında arkadaşlarımla eğlenmek için gidiyordum incek'e, minibüsü kullanan abinin yanındaki amcayla arasındaki konuşmanın konusu 'acaba bu kazada suç kimdeydi?' kamyon ani fren mi yapmıştı ya da araç çok mu hızlıydı? tüm bu sorular geliyordu insanın aklına. Ama hiç kimsenin aklına acaba aracı kullanan kişi 36 saatlik nöbetten çıkmış, yüzlerce hasta bakmış, yorgun bir hekim midir? sorusu gelmedi. Neden gelsindi ki? Normal bir durum muydu bir insanı 36 saat uykusuz bir şekilde nöbet tutturmak? Bu sorunun cevabı hiçbir zaman evet olmamalı. Bugün Rümeysa artık aramızda değil ve bizim daha fazla canımız yanmadan sesimizi duyurmamız gerekiyor. hepimiz ölmeden birilerinin bir şeyler yapması gerekiyor..
Yemekhanenin pandemi şartlarına rağmen korkunç bir şekilde kalabalık olması. İyi güzel normalleşiyoruz ancak kontrollü bir şekilde olduğu unutulmuş olduğunu düşünüyorum. Normalde intörn yemekhanesi açılırdı kaç aydan beri pandemi bahanesi ile kendileri kapalı. Sağlık Bilimleri Fakültesi taşındığı için stajer hemşire arkadaşlarla mecburen artık aynı yemekhaneyi kullanıyoruz. Daha önceden bu kadar yoğun kullanmıyorlardı fakülte hemen yanda olduğu için. En azından bir kısmı buraya bir kısmı sağlık Bilimleri fakültesine olacak şekilde dağılıyorlardı. 1,5 yıldır eğitimin yüz yüze olmamasından dolayı özellikle dönem 1,2 ve 3'ler heyecanlı ve yoğun bir şekilde geliyor. Yemekhane kısaca normalden kat be kat kalabalık. Yetkili hocalarımızın durumu gözlemlemeleri için yemekhaneye de devam ediyorum.
Çözüm: pandemi ortamının devam ettiği unutulmadan ilk 3 dönem ile stajerler (hemşirelik dahil) ve intörnlerin yemekhane olarak ayrılması. Bu şekilde 2 ayrı Yemekhanenin hizmet vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Edit: şu anda dönem 2 ve 3'ler başladılar. Dönem 1'lerin haftaya başlayacağını unuttum ancak onlarda oldukça kabalık gelecekler :)
Bu entrynin çıktısını alıp koridorlara asasım var, sayın ruhdoc o kadar haklı ki! Gazi-varyantını çıkarmadan evvel bu konu ivedi bir şekilde çözüme kavuşturulmalı bence.
Yaptığım tüm tarifleri ya bir yerden okurum ya da göz kararı yaparım. Tek bir tarif hariç: pasta kreması. Pastalarınızın arasına koyabileceğiniz, profiterol içine kullanabileceğiniz ya da direkt tüketebileceğiniz basit bir tarif. Sürekli yaptığım için ezberimde kalmış.
Malzeme listesi şöyle: -1 yemek kaşığı + 1 tatlı kaşığı tereyağı - 2.5 yemek kaşığı un - 4 yemek kaşığı toz şeker - 1 yemek kaşığı nişasta (kakaolu olmasını isterseniz nişastayı azaltmalısınız) - 2 su bardağı süt - 1 paket vanilya ( aromasını değiştirebilirsiniz)
Unumuzu birazcık çevirdikten sonra üstüne 1 yemek kaşığı tereyağını atıyoruz. İkisi iyice birbirine geçince üstüne sütü yavaş yavaş döküp çırpıyoruz. Görüntü homojen olduğu anda üstüne şekeri döküp karıştırıyoruz. Tarif fokurdamaya başladığında altını kapatıp vanilyayı ve 1 tatlı kaşığı tereyağını ekliyoruz. Kıvamı koyu gelirse süt ekleyebilirsiniz. Açık gelirse biraz daha pişirebilirsiniz.
Genetik geçiş gösterdiği düşünülen ve bana da Babamdan geçen durum. Bendeki yansıması çeşitli kelimelere birer renk tayin etmek şeklinde. Mesela Ankara turuncudur, İstanbul mavi, Bolu beyaz. Ya da matematik mavidir, tarih turuncu. Erkek kardeşim siyahtır, kız kardeşim sarı. İmmünoloji kırmızı, biyokimya mavi, biyofizik ise yeşildir benim gözümde. Bu zamana kadar bir faydasını gördün mü diyecek olursanız, sinesteziyle bir alakası var mıdır bilemem ama özellikle lisedeyken hafızam çok güçlüydü (tıp fakültesinin fazlasıyla sarsıcı olması sebebiyle artık hafızama hiç ama hiç güvenemiyorum ne yazık ki). Ben sinesteziklerin güçlü hafızalarına da Kendimce şöyle bir sebep buldum; mesela histoloji preparatlarını sadece ders notlarından okumak, mikroskopta adım adım inceleyerek öğrenmeye göre pek akılda kalıcı bir yöntem değildir. Yani bir şeyi ne kadar farklı yönleriyle (isim-renk-doku-boyut-koku vs) bilirsek, aklımızda o kadar kalıcı oluyor. Sinesteziklerin hafıza yönünden avantajları; normalde tek bir nitelikten ibaret olan kavramlara kendilerinin birer nitelik daha eklemesi(benim sadece basit birer kelime olan harf topluluklarının renkleri olduğunu düşünmem gibi) ve bu sayede sinestezik olmayanların genellikle tek bir perspektiften baktıkları şeyleri, alakasız da olsa farklı birkaç nitelikle eşleştirdikleri için zihinlerinde en basit kavramı bile çok yönlü olarak canlandırmaları. Histoloji preparatı örneğinde dediğim gibi, kelimelere bir değil Birçok açıdan bakınca da akılda daha kolay kalıyor. Kendimden örnek verecek olursam; Şiir ezberlemeye lisede edebiyat öğretmenimizin verdiği ödevler sebebiyle başlamıştım ama sonra ezberimde bir sanat eserinin olması, bu esere istediğim her an ve her koşulda ulaşabilecek olma fikri çok hoşuma gitmişti. Sonrasında da, Ödev olarak başladığım şiir ezberleme olayını hobi haline getirmiştim diyebilirim. Fuzuli'nin su kasidesi ve Mehmet Akif ersoy'un Çanakkale şehitlerine şiiri gibi uzun şiirleri bile ezbere bilirdim. Şiirleri Kolayca ezberleyebilmemi sinestezi mi sağlıyordu yoksa şiirlerdeki muhteşem Türkçeye duyduğum hayranlık sebebiyle şiir okumaktan çok büyük bir haz duymam mı bilemem ama, canım babamla beni birbirimize bağlayan birçok tatlı tesadüften biri olduğu için ben zihnimin beni memnun eden her bir detayının altında sinestezi olduğunu düşünmek istiyorum.
Başlığı açarken bu kadar güzel bir entry ile karşılaşabileceğimi düşünmemiştim. Hem genetik miras olması hem de bu özel durumu bu kadar faydalı kullanmanız gerçekten çok hoş sayın yazar.
Ben bebekken yemek masamız yokmuş. Düdüklü tencerede çorba varmış döküp kaçmışım. Sanırım tencere bize kızmış olmalı ki sonrasında patlamış bir gün ve mutfak dolapları yanmış...
kessinlikle sayın kaira. benim de en beğendiğim oydu. riskli bir dublaj, bazıları için abartılı olabilir. ama ben mısırlı laz müteahhit fikrini sevdim..
özellikle osmanlı'da ve doğu kültüründe çok yakın bir zamana kadar, mermer ve taş teknolojisi olduğu halde evlerin ahşaptan yapılmasına çok şaşırırdım. daha sonra elime son osmanlı dönemlerinde yazılmış bir kitap geçtikten sonra oradaki bir cümleye kalbimi verdim: “osmanlı döneminde, halktan kimse evlerini taş veya türevi şeylerden yapmazdı. eğer biri yapacak olursa, konu, komşu, ahali derdi ki: 'hayrola bey, bu dünyada kalıcı olmak gibi bir niyetin mi var !?'”
Birkaç insandaki seviyesini gördükten sonra kontrol etmesi zor bir şey olduğu kanısına vardığım his.Azimli olmayı anlayabiliyorum ama hırslı olmak sadece kendini tüketmek gibi geliyor bana.
en iğrendiğim insan özelliklerinin başında gelenler içindedir hırs ve rekabet isteği. başkalarını geçmek için yaşayan bir insan.. ne mutsuzluk ve bencillik ama! kendini asla geçemeyecek oluşuna da üzülmek gerekir aslında. fazla mı iğneleyici oldu? bilemedim.