Tutiya. E-devlet'te soy ağacımda görmüştüm:)
Çeşitli kaynaklara göre Arapça, çeşitli kaynaklara göre de moğolca kökenli ve günümüzde "tutya" şeklinde yazılan, mor bir kır çiçeğinin ismiymiş.
Elbette içlerinde doğru olanları da vardır ama Bazen "neden böyle bir şey yapma gereği duysunlar" gibi basit bir soruyla çürütülebilecek örneklerin sayısı da hiç az değil.
Düz dünyacılar mesela, neden sistematik bir şekilde yüzlerce ülkenin devlet başkanları da dahil olmak üzere milyonlarca insan yıllardır dünyanın yuvarlak olduğunu kabul ediyorlar diye sorgulamıyorlar mı? En basit örnek olarak Rusya, abd'nin yuvarlak dediği dünyanın düz olduğunu duyurma fırsatını reddeder mi hiç?
Ya da pandemiye "plandemi" diyerek bizi güldürürken düşündürmeye çalışan vatandaşlarımız hiç sorgulamıyorlar mı, bu pandemiden karlı çıkan, kar sağlamak bir yana ekonomisi kötü etkilenmeyen tek ülke yokken bu virüs bir devletin oyunu olabilir mi?
En acınası olanı ise virüse inanmayıp Dünyanın en gelişmiş ülkesinden en ücra noktasına kadar her yerdeki yüz binlerce profesörün, doktorun ve diğer bilim insanlarının satın alınıp; halka aslında var olmayan bir şey hakkında yalan söyletilebileceğine inanan kişiler bence.
Normal şartlarda, insanlar başkalarını kısıtlamaya teşebbüs etmediği müddetçe istediği şeye inanabilir diye düşünen bir insanım. Biri beni sokakta durdurup benim cia tarafından tasarlanıp türkiye'ye gönderilmiş insan görünümlü bir savaş robotu olduğumu düşündüğünü bile söyleyebilir hatta bunu her sabah tekrarlayabilir, gerçekten umrumda olmaz. Ama pandemi hepimize, komplo teorilerinin bazen ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterdi. Hele ki bazı insanların başkalarının hayatını riske atmak pahasına, kendi önemsiz ve saçma alışkanlıklarından zerre kadar taviz vermek istememesinin ya da kendisinin bu koca dünyada korona ile kandırılamayan tek kişi olduğunu kanıtlamak için maske takmamasının acımasız bir cinayetten farkı yok bana kalırsa. Bu yüzden En azından pandemi bitene kadar ockham'ın usturası'nın insanlara benimsetilmesi gerektiğini düşünüyorum, sonra yine herkes istediği şeye inansın.
Düz dünyacılar mesela, neden sistematik bir şekilde yüzlerce ülkenin devlet başkanları da dahil olmak üzere milyonlarca insan yıllardır dünyanın yuvarlak olduğunu kabul ediyorlar diye sorgulamıyorlar mı? En basit örnek olarak Rusya, abd'nin yuvarlak dediği dünyanın düz olduğunu duyurma fırsatını reddeder mi hiç?
Ya da pandemiye "plandemi" diyerek bizi güldürürken düşündürmeye çalışan vatandaşlarımız hiç sorgulamıyorlar mı, bu pandemiden karlı çıkan, kar sağlamak bir yana ekonomisi kötü etkilenmeyen tek ülke yokken bu virüs bir devletin oyunu olabilir mi?
En acınası olanı ise virüse inanmayıp Dünyanın en gelişmiş ülkesinden en ücra noktasına kadar her yerdeki yüz binlerce profesörün, doktorun ve diğer bilim insanlarının satın alınıp; halka aslında var olmayan bir şey hakkında yalan söyletilebileceğine inanan kişiler bence.
Normal şartlarda, insanlar başkalarını kısıtlamaya teşebbüs etmediği müddetçe istediği şeye inanabilir diye düşünen bir insanım. Biri beni sokakta durdurup benim cia tarafından tasarlanıp türkiye'ye gönderilmiş insan görünümlü bir savaş robotu olduğumu düşündüğünü bile söyleyebilir hatta bunu her sabah tekrarlayabilir, gerçekten umrumda olmaz. Ama pandemi hepimize, komplo teorilerinin bazen ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterdi. Hele ki bazı insanların başkalarının hayatını riske atmak pahasına, kendi önemsiz ve saçma alışkanlıklarından zerre kadar taviz vermek istememesinin ya da kendisinin bu koca dünyada korona ile kandırılamayan tek kişi olduğunu kanıtlamak için maske takmamasının acımasız bir cinayetten farkı yok bana kalırsa. Bu yüzden En azından pandemi bitene kadar ockham'ın usturası'nın insanlara benimsetilmesi gerektiğini düşünüyorum, sonra yine herkes istediği şeye inansın.
Harika 👏🏻
Teşekkür ederimm🌸
Soyadını Artvin'in eski adı olan livane'den alan büyük edebiyatçı, şarkıcı, senarist, yönetmen... El attığı her işte belli bir çıtayı aşmış, şaşırtacak düzeyde çok yönlü ve başarılı sanatçı.
Lise yemekhanemizde "su bardakları kullanıldıktan sonra yıkanmadan tekrar kullanıma sunuluyor" şeklindeki dedikodular sebebiyle lise süresince hiç yemekhaneden su içmemiştim. Tabii böyle bir dedikoduyla lisede karşılaşınca üniversitede de bu konuda bir önyargım oldu ve üniversite yemekhanesinde de hiç su içemedim, bundan sonra içebileceğimi de zannetmiyorum .
Galiba bu yüzden asla olamayacağım arkadaş tipi.
Galiba bu yüzden asla olamayacağım arkadaş tipi.
Benim için cevabı Şu sıralar bruno pelletier olan anket. Özellikle Notre dame de paris müzikalinin ilk şarkısında sesi öyle bir noktaya varmıştır ki, daha sonra le temps des cathédrales parçasını kendisi dahi o kadar güzel söyleyememiştir.
Bruno'nun muhteşem sesinden olsa gerek kapanış şarkısı olarak döneme damgasını vuran "Belle" yerine "le temps des cathédrales" seçildi diyenlerdenim ben. 99 versiyonu notre dame de paris'in gelmiş geçmiş en mükemmel cast ve performansına sahipti bence ve bunda Bruno'nun katkısı yadsınamaz
Bence de Çok haklısınız sayın kaira. "insanlar ikiye ayrılır, müzikalleri sevenler ve henüz notre dame de paris'i seyretmemiş olanlar." gibi iddialı bir cümlenin oluşmasının en önemli sebebi de bruno pelletier bana kalırsa:) Mükemmel bir cast ve birbirinden güzel onca sesle aynı sesle aynı sahnede yer almasına rağmen ön plana çıkabilmek bruno pelletier'in muhteşem sesinin en büyük kanıtlarından biri.
Sayın Cem yılmaz'ın geçirdiği fıtık ameliyatının sene-i devriyesinden bir gün öncesi, güzel bayramımız. Hepimize kutlu olsun 🌸
Genetik geçiş gösterdiği düşünülen ve bana da Babamdan geçen durum.
Bendeki yansıması çeşitli kelimelere birer renk tayin etmek şeklinde. Mesela Ankara turuncudur, İstanbul mavi, Bolu beyaz. Ya da matematik mavidir, tarih turuncu. Erkek kardeşim siyahtır, kız kardeşim sarı. İmmünoloji kırmızı, biyokimya mavi, biyofizik ise yeşildir benim gözümde. Bu zamana kadar bir faydasını gördün mü diyecek olursanız, sinesteziyle bir alakası var mıdır bilemem ama özellikle lisedeyken hafızam çok güçlüydü (tıp fakültesinin fazlasıyla sarsıcı olması sebebiyle artık hafızama hiç ama hiç güvenemiyorum ne yazık ki). Ben sinesteziklerin güçlü hafızalarına da Kendimce şöyle bir sebep buldum; mesela histoloji preparatlarını sadece ders notlarından okumak, mikroskopta adım adım inceleyerek öğrenmeye göre pek akılda kalıcı bir yöntem değildir. Yani bir şeyi ne kadar farklı yönleriyle (isim-renk-doku-boyut-koku vs) bilirsek, aklımızda o kadar kalıcı oluyor. Sinesteziklerin hafıza yönünden avantajları; normalde tek bir nitelikten ibaret olan kavramlara kendilerinin birer nitelik daha eklemesi(benim sadece basit birer kelime olan harf topluluklarının renkleri olduğunu düşünmem gibi) ve bu sayede sinestezik olmayanların genellikle tek bir perspektiften baktıkları şeyleri, alakasız da olsa farklı birkaç nitelikle eşleştirdikleri için zihinlerinde en basit kavramı bile çok yönlü olarak canlandırmaları. Histoloji preparatı örneğinde dediğim gibi, kelimelere bir değil Birçok açıdan bakınca da akılda daha kolay kalıyor.
Kendimden örnek verecek olursam; Şiir ezberlemeye lisede edebiyat öğretmenimizin verdiği ödevler sebebiyle başlamıştım ama sonra ezberimde bir sanat eserinin olması, bu esere istediğim her an ve her koşulda ulaşabilecek olma fikri çok hoşuma gitmişti. Sonrasında da, Ödev olarak başladığım şiir ezberleme olayını hobi haline getirmiştim diyebilirim. Fuzuli'nin su kasidesi ve Mehmet Akif ersoy'un Çanakkale şehitlerine şiiri gibi uzun şiirleri bile ezbere bilirdim.
Şiirleri Kolayca ezberleyebilmemi sinestezi mi sağlıyordu yoksa şiirlerdeki muhteşem Türkçeye duyduğum hayranlık sebebiyle şiir okumaktan çok büyük bir haz duymam mı bilemem ama, canım babamla beni birbirimize bağlayan birçok tatlı tesadüften biri olduğu için ben zihnimin beni memnun eden her bir detayının altında sinestezi olduğunu düşünmek istiyorum.
Bendeki yansıması çeşitli kelimelere birer renk tayin etmek şeklinde. Mesela Ankara turuncudur, İstanbul mavi, Bolu beyaz. Ya da matematik mavidir, tarih turuncu. Erkek kardeşim siyahtır, kız kardeşim sarı. İmmünoloji kırmızı, biyokimya mavi, biyofizik ise yeşildir benim gözümde. Bu zamana kadar bir faydasını gördün mü diyecek olursanız, sinesteziyle bir alakası var mıdır bilemem ama özellikle lisedeyken hafızam çok güçlüydü (tıp fakültesinin fazlasıyla sarsıcı olması sebebiyle artık hafızama hiç ama hiç güvenemiyorum ne yazık ki). Ben sinesteziklerin güçlü hafızalarına da Kendimce şöyle bir sebep buldum; mesela histoloji preparatlarını sadece ders notlarından okumak, mikroskopta adım adım inceleyerek öğrenmeye göre pek akılda kalıcı bir yöntem değildir. Yani bir şeyi ne kadar farklı yönleriyle (isim-renk-doku-boyut-koku vs) bilirsek, aklımızda o kadar kalıcı oluyor. Sinesteziklerin hafıza yönünden avantajları; normalde tek bir nitelikten ibaret olan kavramlara kendilerinin birer nitelik daha eklemesi(benim sadece basit birer kelime olan harf topluluklarının renkleri olduğunu düşünmem gibi) ve bu sayede sinestezik olmayanların genellikle tek bir perspektiften baktıkları şeyleri, alakasız da olsa farklı birkaç nitelikle eşleştirdikleri için zihinlerinde en basit kavramı bile çok yönlü olarak canlandırmaları. Histoloji preparatı örneğinde dediğim gibi, kelimelere bir değil Birçok açıdan bakınca da akılda daha kolay kalıyor.
Kendimden örnek verecek olursam; Şiir ezberlemeye lisede edebiyat öğretmenimizin verdiği ödevler sebebiyle başlamıştım ama sonra ezberimde bir sanat eserinin olması, bu esere istediğim her an ve her koşulda ulaşabilecek olma fikri çok hoşuma gitmişti. Sonrasında da, Ödev olarak başladığım şiir ezberleme olayını hobi haline getirmiştim diyebilirim. Fuzuli'nin su kasidesi ve Mehmet Akif ersoy'un Çanakkale şehitlerine şiiri gibi uzun şiirleri bile ezbere bilirdim.
Şiirleri Kolayca ezberleyebilmemi sinestezi mi sağlıyordu yoksa şiirlerdeki muhteşem Türkçeye duyduğum hayranlık sebebiyle şiir okumaktan çok büyük bir haz duymam mı bilemem ama, canım babamla beni birbirimize bağlayan birçok tatlı tesadüften biri olduğu için ben zihnimin beni memnun eden her bir detayının altında sinestezi olduğunu düşünmek istiyorum.
Başlığı açarken bu kadar güzel bir entry ile karşılaşabileceğimi düşünmemiştim. Hem genetik miras olması hem de bu özel durumu bu kadar faydalı kullanmanız gerçekten çok hoş sayın yazar.
Çok teşekkür ederim sayın waffle:)
Harika bir entry :)
Çok teşekkürler sayın mdblue:)
Pandemi sayesinde prof. Dr. Mustafa Necmi İLHAN :)
Benimle konuştuğunu sandığım kişinin aslında arkamdaki kişiyle konuşuyor olması. Üstelik bu olay 1 defaya mahsus kalmadı ne yazık ki...
Kırtasiye alış-verişi, yeni rengarenk fosforlu ve keçeli kalemler,güzel defterler... Tabii fazla seçeneğin yol açabileceği "hangi satırı hangi renkle işaretlemeliyim" şeklindeki dikkat dağılmalarını önlemek için her çalışma seansında en fazla iki kalem seçilmeli.
Biri önemli yerler için, diğeri de en önemli yerler için.
Biri önemli yerler için, diğeri de en önemli yerler için.
Son mohikan. Sanatsal değerinin yanında, 19.saniyesinden itibaren benim lise mezuniyet törenimde sahneye yürüyüş ve sembolik diplomamı alış müziğim olduğu için kalbimde çok ayrı bir yeri olan müziktir.
Turk ve jd'nin güzel dostluğu, dr. Cox ile jd'nin hoş diyalogları, psikopat hademesi ve hastane temalı olmasıyla; her ne kadar son sezonu çok kötü olsa da, benim için cevabı scrubs olan anket.
Lisedeyken seyrederdim ve seyrettikçe içim doktor olma isteğiyle dolup taşardı. Eski bir dizi ama eğer seyretmeyen varsa kesinlikle tavsiye ederim.
Lisedeyken seyrederdim ve seyrettikçe içim doktor olma isteğiyle dolup taşardı. Eski bir dizi ama eğer seyretmeyen varsa kesinlikle tavsiye ederim.
Travmatik konular çevresinde oluşmuş hikayeler yazmasına, anlatım dilinin çocuklar için oldukça ağır ve sanatlı olmasına rağmen kitapları nedense meb tarafından çocuk klasikleri kategorisine dahil edilen yazar.
İlkokuldayken ben de birkaç defa okuma girişiminde bulunmuş ve çocuk olduğum için oldukça sıkıcı bulmuştum. Daha sonra ortaokulun sonlarına dair tekrar okumayı denemiş ve o zaman gerçekten çok sevmiştim.
Bende yarattığı travmanın da şöyle bir hikayesi var :
Küçükken annemler beni erkenden yatmaya gönderirdi ve ben de uykum olmadığı için el feneriyle geç saatlere kadar gizlice kitap okurdum. Böyle gizlice kitap okuduğum seferlerden birinde, okuduğum kitap ne yazık ki ömer Seyfettin'in bomba adlı hikayesini de içeren bir kitaptı. Okuyanlar hatırlayacaktır, kocası savaşa giden ve kocasından haber bekleyen kadının kocasının kanlar içindeki kafasını bir beze sarıp kadının evine Gönderiyorlardı. Tabii ben bu hikayeyi gece herkesin uyuduğu bir saatte okuduğum için çok korkmuş hatta gidip annemlerle uyumuştum.
Böyle bir hikayenin çocuklara önerilmesi gerçekten çok tuhaf bir durum. Tek örnek bomba da değil. Beyaz lale, kaşağı ve diyet adlı hikayelerinin de çocuklara tavsiye edilmemesi gereken hikayeler olduğunu düşünüyorum.
İlkokuldayken ben de birkaç defa okuma girişiminde bulunmuş ve çocuk olduğum için oldukça sıkıcı bulmuştum. Daha sonra ortaokulun sonlarına dair tekrar okumayı denemiş ve o zaman gerçekten çok sevmiştim.
Bende yarattığı travmanın da şöyle bir hikayesi var :
Küçükken annemler beni erkenden yatmaya gönderirdi ve ben de uykum olmadığı için el feneriyle geç saatlere kadar gizlice kitap okurdum. Böyle gizlice kitap okuduğum seferlerden birinde, okuduğum kitap ne yazık ki ömer Seyfettin'in bomba adlı hikayesini de içeren bir kitaptı. Okuyanlar hatırlayacaktır, kocası savaşa giden ve kocasından haber bekleyen kadının kocasının kanlar içindeki kafasını bir beze sarıp kadının evine Gönderiyorlardı. Tabii ben bu hikayeyi gece herkesin uyuduğu bir saatte okuduğum için çok korkmuş hatta gidip annemlerle uyumuştum.
Böyle bir hikayenin çocuklara önerilmesi gerçekten çok tuhaf bir durum. Tek örnek bomba da değil. Beyaz lale, kaşağı ve diyet adlı hikayelerinin de çocuklara tavsiye edilmemesi gereken hikayeler olduğunu düşünüyorum.
Dest-bûsi ârzusiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
(Dostlarım! Onun elini öpmek arzusunu gideremeden ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin ki hiç olmazsa mezar toprağımdan yapılan testi onun ellerine ve dudaklarına değsin.)
...
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su
(Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)
...
Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş-reftâre su
(Su, her zaman senin cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o da, o serviye benzeyen nazlı gidişli güzele âşık olmuş.)
Belki çoğumuz lise edebiyat derslerinden hatırlarız fuzuli'nin su kasidesini. Bizim hocamızın da fazlasıyla önemsediği bir şiirdi ve 32 beyitin tümünü ezberleyen olursa sözlüsüne 100 vereceğini söylemişti.
Her gütf öğrencisi gibi, ben de lisemin başarılı öğrencilerinden biriydim ve ezberlemesem bile derse katılımımdan veya yazılı notlarımın iyi olmasından dolayı sözlü notumun her şekilde 100 olacağını biliyordum.
Ama şiir ezberleme konusunda oldukça başarılı olan marguerite gautier'in canı biraz şov yapmak istemişti:)
Tabii kelimelerin anlamını bilmeden ezberlemek zor olacaktı, o yüzden bu şiiri araştırdıkça araştırdım ve her geçen saniye fuzuli'ye daha da çok hayran kaldım.
Suyun dünyadaki tüm yolculuğunu-döngüsünü sevgilisine ulaşma isteği olarak yorumlamak ve şiirin peygambere yazıldığı anlaşılsın ve "ya resul" hitabıyla fonetik olarak benzeşsin diye tüm şiiri "-are su" kafiyesiyle donatmak nasıl bir zeka ve ustalığın ürünüydü böyle?
Bu şiiri ilk gördüğümden beri 5-6 sene geçti, hala ara ara aklıma gelir ve fuzuli'ye daha da fazla hayranlık duyarım. Şimdi fark ediyorum ki bu şiiri ezberlemenin bana kazandırdığı tek şey 100 puan değildi, hatta belki de kazandırdığı en önemsiz şeydi o 100 puan.
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
(Dostlarım! Onun elini öpmek arzusunu gideremeden ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin ki hiç olmazsa mezar toprağımdan yapılan testi onun ellerine ve dudaklarına değsin.)
...
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su
(Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)
...
Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş-reftâre su
(Su, her zaman senin cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o da, o serviye benzeyen nazlı gidişli güzele âşık olmuş.)
Belki çoğumuz lise edebiyat derslerinden hatırlarız fuzuli'nin su kasidesini. Bizim hocamızın da fazlasıyla önemsediği bir şiirdi ve 32 beyitin tümünü ezberleyen olursa sözlüsüne 100 vereceğini söylemişti.
Her gütf öğrencisi gibi, ben de lisemin başarılı öğrencilerinden biriydim ve ezberlemesem bile derse katılımımdan veya yazılı notlarımın iyi olmasından dolayı sözlü notumun her şekilde 100 olacağını biliyordum.
Ama şiir ezberleme konusunda oldukça başarılı olan marguerite gautier'in canı biraz şov yapmak istemişti:)
Tabii kelimelerin anlamını bilmeden ezberlemek zor olacaktı, o yüzden bu şiiri araştırdıkça araştırdım ve her geçen saniye fuzuli'ye daha da çok hayran kaldım.
Suyun dünyadaki tüm yolculuğunu-döngüsünü sevgilisine ulaşma isteği olarak yorumlamak ve şiirin peygambere yazıldığı anlaşılsın ve "ya resul" hitabıyla fonetik olarak benzeşsin diye tüm şiiri "-are su" kafiyesiyle donatmak nasıl bir zeka ve ustalığın ürünüydü böyle?
Bu şiiri ilk gördüğümden beri 5-6 sene geçti, hala ara ara aklıma gelir ve fuzuli'ye daha da fazla hayranlık duyarım. Şimdi fark ediyorum ki bu şiiri ezberlemenin bana kazandırdığı tek şey 100 puan değildi, hatta belki de kazandırdığı en önemsiz şeydi o 100 puan.
Sene 2019,eylül ayının başı. Dönem 2 olmaktan değil de, dönem 1 olmanın çömezliğini atmış olmaktan dolayı mutlu olduğum dönemlerdeyim.
Fakat Kitap okumayı çok seven bendeniz marguerite gautier'in, ne yazık ki yetişkin bir dönem 2 olduğu andan itibaren; dönem 2 koordinatörlüğünün ona tayin ettiği yaşam tarzı doğrultusunda okuyabildiği tek şey avicenna notları haline geliyor. "Neyse" diyor kendi kendine, "istediğim her şeyi yapabileceğim upuzun bir yaz tatilim var.".
...
Sene 2020, temmuz ayının ortası.
Marguerite gautier'in eğitim-öğretim yılının ilk gününden beri beklediği yaz tatili, yaz neredeyse bitmesine rağmen hala başlayamamış. Kah ders çalıştığı, kah içinden çinlilere dair kendinden utanması gereken ırkçı düşünceler geçirdiği ve kah ders çalışmaya devam ettiği bir yazdan sonra 20 temmuz günü gelip çatıyor. dönem 2 finalinden kurtuluyor ve bir senedir beklediği yaz tatili sonunda başlamış oluyor.
Tatilden önce ders çalışırken zift gibi içtiği kahvesini bu sefer bol sütlü ve buzlu hazırlayıp güzel bir romanla beraber terasa çıkıyor. Sıcak yaz havasına rağmen oldukça serin olan şemsiyenin altında oturuyor ve saatlerce romanını okuyor.
Marguerite gautier'in o gün okuduğu roman kamelyalı kadın'dı. Adaşım Marguerite gautier ise o romanın baş kahramanı olan güzel, zarif, zenginlik içinde yaşayan ama ne yazık ki acı bir sonla hayata veda eden hoş hanımefendiydi.
Marguerite gautier, bir bakıma benim birkaç ay için de olsa özgürlüğüme kavuşunca tanıştığım ilk insandı; dolayısıyla da benim için özgürlüğün, huzurun ve tatilin bir simgesi. Gütfsözlük de büyük bir zevkle hem yazdığım hem okuduğum, sıklıkla ziyaret ettiğim nadide bir mecra ve Gütfsözlük'e her girdiğimde bana en az 6 ay kadar uzakta olan güzel günleri hatırlatıp beni gülümsetecek bir kullanıcı adım olsun istedim.
Dip not: terasta saatlerce oturup buzlu şeyler içince hasta olunuyormuş. Pandemi döneminde hasta olunca da covid oldum diye, insanın içi içini yiyormuş. Aman dikkat edin :)
Fakat Kitap okumayı çok seven bendeniz marguerite gautier'in, ne yazık ki yetişkin bir dönem 2 olduğu andan itibaren; dönem 2 koordinatörlüğünün ona tayin ettiği yaşam tarzı doğrultusunda okuyabildiği tek şey avicenna notları haline geliyor. "Neyse" diyor kendi kendine, "istediğim her şeyi yapabileceğim upuzun bir yaz tatilim var.".
...
Sene 2020, temmuz ayının ortası.
Marguerite gautier'in eğitim-öğretim yılının ilk gününden beri beklediği yaz tatili, yaz neredeyse bitmesine rağmen hala başlayamamış. Kah ders çalıştığı, kah içinden çinlilere dair kendinden utanması gereken ırkçı düşünceler geçirdiği ve kah ders çalışmaya devam ettiği bir yazdan sonra 20 temmuz günü gelip çatıyor. dönem 2 finalinden kurtuluyor ve bir senedir beklediği yaz tatili sonunda başlamış oluyor.
Tatilden önce ders çalışırken zift gibi içtiği kahvesini bu sefer bol sütlü ve buzlu hazırlayıp güzel bir romanla beraber terasa çıkıyor. Sıcak yaz havasına rağmen oldukça serin olan şemsiyenin altında oturuyor ve saatlerce romanını okuyor.
Marguerite gautier'in o gün okuduğu roman kamelyalı kadın'dı. Adaşım Marguerite gautier ise o romanın baş kahramanı olan güzel, zarif, zenginlik içinde yaşayan ama ne yazık ki acı bir sonla hayata veda eden hoş hanımefendiydi.
Marguerite gautier, bir bakıma benim birkaç ay için de olsa özgürlüğüme kavuşunca tanıştığım ilk insandı; dolayısıyla da benim için özgürlüğün, huzurun ve tatilin bir simgesi. Gütfsözlük de büyük bir zevkle hem yazdığım hem okuduğum, sıklıkla ziyaret ettiğim nadide bir mecra ve Gütfsözlük'e her girdiğimde bana en az 6 ay kadar uzakta olan güzel günleri hatırlatıp beni gülümsetecek bir kullanıcı adım olsun istedim.
Dip not: terasta saatlerce oturup buzlu şeyler içince hasta olunuyormuş. Pandemi döneminde hasta olunca da covid oldum diye, insanın içi içini yiyormuş. Aman dikkat edin :)
An itibariyle preklinik dönemler için sınav ve uygulamalı dersler de dahil olmak üzere online olacağı kesinleşen eğitim sistemi.
klinik için de kısmen geçerli:((
Ben açılacağına dair çok umutluydum:(
Yani makette falan hiç denemeden, her şeyi direkt gerçek hastalar üzerinde denemek zorunda kalmamıza izin verilmez diye düşünüyordum.
Daha 2.sınıfın ortasında ayrıldığım okuluma, gelecek yıl bir aksilik olmazsa stajyer doktor olarak döneceğim. Sanki zamanda yolculuk yapmak gibi bir şey. Cidden çok tuhaf şeyler yaşıyoruz:(
Yani makette falan hiç denemeden, her şeyi direkt gerçek hastalar üzerinde denemek zorunda kalmamıza izin verilmez diye düşünüyordum.
Daha 2.sınıfın ortasında ayrıldığım okuluma, gelecek yıl bir aksilik olmazsa stajyer doktor olarak döneceğim. Sanki zamanda yolculuk yapmak gibi bir şey. Cidden çok tuhaf şeyler yaşıyoruz:(
su an durumun emin ol yeni stajyerken ayrılanlardan çok daha iyi . en azından döndüğünüzde pratik eğitiminiz daha kısıtlı olsa da yapılacak gibi gözüküyor .bize ayrılan pratik süresi 2 ay sonrasında intörnlük :(
Stajyerler başta olmak üzere hepimize kolaylıklar diliyorum. Umarım olabildiğince az eksikle atlatırız bu dönemi :(
Sayın rosros94, kliniklerimiz için nasıl bir sistem uygulanacakmış, çok sıkıntı olmazsa aydınlatabilir misiniz?:)
şuanki 5ler,12 nisanda çağrılacak mayıs ortasına kadar d4 den kalan pratikler alınacak nasıl bir sınav metodu olacak belli değil ama tek bir not seklinde şeçmeli staj gibi d5 notuna eklenecek .mayısta da d5in pratikleri alınmaya başlanacak bu zamanda d4ler pratikler için başlamış olacak. temmuzda intörn yapacaklar sanırım . 3ayda 3 sınıf görmüş olacagız:)
Eyvah, umarım bir sıkıntı çıkmaz da tamamlayabilirsiniz her şeyi. Kolay gelsin şimdiden hepinize.
umarım:)
Tıp hayatı boyunca dönem 2 nöroloji komitesi hariç, her komitenin anatomisinde baraj yiyen ve defalarca 0'ın altında notlar alan biri olarak şunu söyleyebilirim ki; eğer çok denemenize rağmen olmuyorsa, anatomi eksiğinizi -en azından puan bakımından- telafi edebilmek için diğer derslere olabildiğince çok çalışın ki en azından sınıfı geçebilin.
Mesela benim dönem 1'de anatomi başlayana kadar en düşük notum 72'ydi, sonra kemik komitesinin sonuçları açıklandı ve puanım 29.
Bir de dönem 2 kardiyoloji komitesi var... Yaşadığım stres tarifi imkansız bir duyguydu gerçekten. 20 yaşımda saçım beyazlamıştı, nefes darlığı yaşıyordum. Komiteden sonra dahiliye+göğüs hastalıkları+kardiyoloji+psikiyatri servislerini ziyaret etmem gerekmişti, bu belki size yaşadığım stresin boyutu hakkında bir fikir verebilir :)
Yüzlerce sayfa anatomi notunu okurdum ve çıkmışları çözerken 30-40 tane anatomi sorusundan doğru cevaplayabildiğim soru sayısı en fazla 3 olurdu. Bilgisizlikten o kadar çaresiz kalırdım ki son 5 yılın anatomi çıkmışlarında en çok hangi şık doğru cevap olmuş tespit ederdim ve sınavda yapamadığım her şıkka onu işaretlerdim.
Pratik sınavlardan, yüzlerce sayfa not okumak yerine 20-30 sayfa atlas çizimi ezberleyerek fena olmayan notlar almak mümkün olduğu için teorik kısmı boşverip pratiğe ağırlık vermek de bir seçenek olabilir.
Tabii bu sadece, anatomiyi öğrenmeyi defalarca denemesine rağmen bir türlü başaramayanlar için naçizane bir öneri. Yoksa tabii ki öğrenmek en yararlı ve en iyi seçenek.
Mesela benim dönem 1'de anatomi başlayana kadar en düşük notum 72'ydi, sonra kemik komitesinin sonuçları açıklandı ve puanım 29.
Bir de dönem 2 kardiyoloji komitesi var... Yaşadığım stres tarifi imkansız bir duyguydu gerçekten. 20 yaşımda saçım beyazlamıştı, nefes darlığı yaşıyordum. Komiteden sonra dahiliye+göğüs hastalıkları+kardiyoloji+psikiyatri servislerini ziyaret etmem gerekmişti, bu belki size yaşadığım stresin boyutu hakkında bir fikir verebilir :)
Yüzlerce sayfa anatomi notunu okurdum ve çıkmışları çözerken 30-40 tane anatomi sorusundan doğru cevaplayabildiğim soru sayısı en fazla 3 olurdu. Bilgisizlikten o kadar çaresiz kalırdım ki son 5 yılın anatomi çıkmışlarında en çok hangi şık doğru cevap olmuş tespit ederdim ve sınavda yapamadığım her şıkka onu işaretlerdim.
Pratik sınavlardan, yüzlerce sayfa not okumak yerine 20-30 sayfa atlas çizimi ezberleyerek fena olmayan notlar almak mümkün olduğu için teorik kısmı boşverip pratiğe ağırlık vermek de bir seçenek olabilir.
Tabii bu sadece, anatomiyi öğrenmeyi defalarca denemesine rağmen bir türlü başaramayanlar için naçizane bir öneri. Yoksa tabii ki öğrenmek en yararlı ve en iyi seçenek.
sınavda yapamadığım her şıkka onu isaretlerdim kısmını okurken boğazım düğümlendi :)) ben de öyle yapardım, sanırım hiç yoktan iyiydi
Anatomi için, ununu eleyip eleğini asmış biri olmama rağmen zaman zaman aklıma o kara günler gelir; neler yaşamışım, bu okul bana neler yapmış diye düşünüp kendime acırım:)
Anatomi denen baş belasıyla mücadele ederken, Farkında olmadan Aynı taktiği paylaştığım fıstık gibi birinin varlığını öğrenmek de beni çok mutlu etti :))
Anatomi denen baş belasıyla mücadele ederken, Farkında olmadan Aynı taktiği paylaştığım fıstık gibi birinin varlığını öğrenmek de beni çok mutlu etti :))
Dönem 1'ler bilmez, belki de hiç bilemeyecekler çünkü kendisi ne yazık ki emekli oldu.
Bahsettiğim kişi eski dekanımız sadık Demirsoy. Dönem 1'de bir dönem kendisinin seçmeli bilim ve sanat(ders seçme ekranına nedense bir yanlışlık sonucu bilim ve felsefe diye yazılmış ve ben de felsefe var diye seçmiştim:)) dersini almıştım. Kesinlikle Hayatımda tanıdığım en kibar, en iyi niyetli, en tatlı insan.
Derste kendisi çay içmek istediği için tüm dönem boyunca her derste tüm sınıfa da çay getirtirdi kendi çayıyla beraber. Sık sık maddi-manevi bir sıkıntımız olup olmadığını sorardı. Anatomi atlası alamayan kişilere kendisinin atlas verdiğini, içimizde atlası olmayan varsa ona da verebileceğini söylerdi. Yine maddi durumu kötü olanlar eğer odasını ziyaret ederse onlara burs bulabileceğini söylerdi. Derse 11 kişinin katıldığı bir gün elinde kalan 8 stetoskobu kurayla bize dağıtmıştı. Sadece eğitimle alakalı sorunlarımız değil, dışarıda bizi rahatsız eden ama tek başımıza mücadele edemediğimiz ya da ailemize söylemeye çekindiğimiz kişilerden kaynaklanan problemlerimizi de kendisiyle paylaşabileceğimizi; bizim onun da çocukları olduğumuzu söylerdi.
Müthiş bir insan olmasının yanında tam anlamıyla bir entelektüel aynı zamanda. Tıp alanında aldığı sayısız atıf bir yana, bize bilim ve sanat dersinde anlattığı uygarlıkların tarihi hakkında trt'ye yanılmıyorsam 8 bölümlük bir belgesel hazırlamış zamanında. Bunun yanında çok da başarılı bir ressam. Mona lisa'nın insanı takip eden gözlerinin tekniğini, 6 ay uğraşıp bir Atatürk portresinde denemiş ve bize de göstermişti o resmi. Sık sık bizi ankara'daki müzeleri gezmeye götüreceğini söylüyordu ama fırsat bulamamıştık bir türlü.
Öğrencilere ek sosyal alan oluşturmaması sebebiyle sıklıkla eleştiri alan bir dekanımızdı kendisi ama bunun da bütçenin kısıtlı olmasını telafi edebilmek için ticari gelir elde etmeye çalışmasına bağlı olduğunu düşünüyorum.
Hayatım boyunca tanıdığım en iyi kalpli ve en aydın insandı. Hatta düşünüyorum da, Atatürk'ümüzün hayal ettiği aydın türk insanının, bugüne kadar tanıştığım en iyi örneğiydi kendisi.
Emekli olmasına çok üzüldüm, ama çok çok çalışarak geçen dopdolu bir meslek hayatından sonra dinlenmek en çok sadık hocamızın hakkı.
Kendisine koronadan olabildiğince uzak, tuvaliyle doyasıya zaman geçirebileceği çok güzel bir emeklilik hayatı diliyorum.
Bahsettiğim kişi eski dekanımız sadık Demirsoy. Dönem 1'de bir dönem kendisinin seçmeli bilim ve sanat(ders seçme ekranına nedense bir yanlışlık sonucu bilim ve felsefe diye yazılmış ve ben de felsefe var diye seçmiştim:)) dersini almıştım. Kesinlikle Hayatımda tanıdığım en kibar, en iyi niyetli, en tatlı insan.
Derste kendisi çay içmek istediği için tüm dönem boyunca her derste tüm sınıfa da çay getirtirdi kendi çayıyla beraber. Sık sık maddi-manevi bir sıkıntımız olup olmadığını sorardı. Anatomi atlası alamayan kişilere kendisinin atlas verdiğini, içimizde atlası olmayan varsa ona da verebileceğini söylerdi. Yine maddi durumu kötü olanlar eğer odasını ziyaret ederse onlara burs bulabileceğini söylerdi. Derse 11 kişinin katıldığı bir gün elinde kalan 8 stetoskobu kurayla bize dağıtmıştı. Sadece eğitimle alakalı sorunlarımız değil, dışarıda bizi rahatsız eden ama tek başımıza mücadele edemediğimiz ya da ailemize söylemeye çekindiğimiz kişilerden kaynaklanan problemlerimizi de kendisiyle paylaşabileceğimizi; bizim onun da çocukları olduğumuzu söylerdi.
Müthiş bir insan olmasının yanında tam anlamıyla bir entelektüel aynı zamanda. Tıp alanında aldığı sayısız atıf bir yana, bize bilim ve sanat dersinde anlattığı uygarlıkların tarihi hakkında trt'ye yanılmıyorsam 8 bölümlük bir belgesel hazırlamış zamanında. Bunun yanında çok da başarılı bir ressam. Mona lisa'nın insanı takip eden gözlerinin tekniğini, 6 ay uğraşıp bir Atatürk portresinde denemiş ve bize de göstermişti o resmi. Sık sık bizi ankara'daki müzeleri gezmeye götüreceğini söylüyordu ama fırsat bulamamıştık bir türlü.
Öğrencilere ek sosyal alan oluşturmaması sebebiyle sıklıkla eleştiri alan bir dekanımızdı kendisi ama bunun da bütçenin kısıtlı olmasını telafi edebilmek için ticari gelir elde etmeye çalışmasına bağlı olduğunu düşünüyorum.
Hayatım boyunca tanıdığım en iyi kalpli ve en aydın insandı. Hatta düşünüyorum da, Atatürk'ümüzün hayal ettiği aydın türk insanının, bugüne kadar tanıştığım en iyi örneğiydi kendisi.
Emekli olmasına çok üzüldüm, ama çok çok çalışarak geçen dopdolu bir meslek hayatından sonra dinlenmek en çok sadık hocamızın hakkı.
Kendisine koronadan olabildiğince uzak, tuvaliyle doyasıya zaman geçirebileceği çok güzel bir emeklilik hayatı diliyorum.
şirin babaya benzetirdik bir gün anatomi defterini inceleme şansı bulduk çok mükemmel bir defter sanıyorum ki zamanındaki zorluklardan kaynaklı olsa gerek sadece tükenmez kalem kullanabilmiş siyah, lacivert ve kırmızı renklerini kullanarak atlasları aratmayacak çizimler yapmıştı
O deftere benim de şansım olmuştu, gerçekten dediğiniz gibi mükemmel çizimlerdi
Hematoloji. Ne yazık ki bu alanda uzmanlaşabilmek için yan dal uzmanlığı eğitimi almak gerekiyor ve ydus'u kazanamazsam elimde dahiliye ile kalakalırım diye korktuğumdan uzmanlık için hedef olarak belirlemekten çekiniyorum.
Uzman olunca olunca iki yıl zorunlu yapmadan ydus da tercih yapılamıyor artık o da sonradan getirildi :/ yandal düşünenler için kötü
Evet, her şey aleyhimize gerçekten:(
Malesef
23 nisan'dan önce dondurma yememek. Ailemle olduğum sürece, küçük kardeşlerim 23 nisan'dan önce dondurma yiyemedikleri için 21 yaşımda hala daha uymak zorunda kaldığım kuraldır.
Muhtemelen küçükken 23 nisan'ı daha çok sevmemiz hatta gelmesini iple çekmemiz için maddi bir sebep de eklemek istedi annem ve babam. Yani bir bakıma dini bayramlar için baklava neyse, 23 nisan için de dondurma oydu bizim evimizde:)
Muhtemelen küçükken 23 nisan'ı daha çok sevmemiz hatta gelmesini iple çekmemiz için maddi bir sebep de eklemek istedi annem ve babam. Yani bir bakıma dini bayramlar için baklava neyse, 23 nisan için de dondurma oydu bizim evimizde:)
Annelerimizin aynı kişi çıkmasından korkuyorum hajajaj
Ahh anneler :)
Tek elden üretilip ülkenin dört bir yanına dağılmış gibiler sjsjsj
Tek elden üretilip ülkenin dört bir yanına dağılmış gibiler sjsjsj
Daha acısını söylüyorum, bu bizde 19 mayıstı..
Sayın red, sizin adınıza çok üzgünüm:(
Dilerim dondurma için 30 ağustos'a kadar beklemek zorunda olan kimse yoktur
Dilerim dondurma için 30 ağustos'a kadar beklemek zorunda olan kimse yoktur
pandemi haberini aldığınız ve 3 hafta tatiline diye kandığımız gün ne yapıyordunuz
Zaten tatilin başladığı güne otobüs biletim olduğu için aşti'yle-biletle falan uğraşmama gerek kalmamıştı.
Ben de Bordo bereli bir gütf'lü olarak, hemen maskemi kuşanıp star kırtasiye'ye avicenna notu almaya gitmiştim:)
Ben de Bordo bereli bir gütf'lü olarak, hemen maskemi kuşanıp star kırtasiye'ye avicenna notu almaya gitmiştim:)
Sütü seven kamyoncu'dan beri takip ettiğim ve çok sevdiğim volkan öge için belki gelecek yaz 1 aylığına deneyebileceğim oluşum. Onun dışında kendisini antipatik, programlarını da oldukça sıkıcı bulduğum acun ılıcalı'nın yer aldığı şeylerden uzak durmaya devam edeceğim.
Alkolik gayta.
Dönem 2'de gis komitesinde derslere pek girmediğim için bu tabiri bu seneye kadar duyma şansım olmamış sadece notlardan okumuştum (nedense akolik yerine alkolik diye okumuşum) ve bu seneki gis komitesinin derslerini dinleyene kadar yani tam 1 yıldır alkolik gayta diye bir adlandırma olduğunu zannediyordum. Kendimce de rakı gibi beyaz renkli alkollü içeceklerin varlığı sebebiyle bu beyaz renkteki gaytaya alkolik isminin verildiğini düşünüyordum. Ne mutlu ki 1 yıldır bu kelimeyi telaffuz etmem gereken bir ortamda bulunmadım da rezaletimi kendi içimde yaşadım, yoksa gerçekten trajik olurdu.
Dönem 2'de gis komitesinde derslere pek girmediğim için bu tabiri bu seneye kadar duyma şansım olmamış sadece notlardan okumuştum (nedense akolik yerine alkolik diye okumuşum) ve bu seneki gis komitesinin derslerini dinleyene kadar yani tam 1 yıldır alkolik gayta diye bir adlandırma olduğunu zannediyordum. Kendimce de rakı gibi beyaz renkli alkollü içeceklerin varlığı sebebiyle bu beyaz renkteki gaytaya alkolik isminin verildiğini düşünüyordum. Ne mutlu ki 1 yıldır bu kelimeyi telaffuz etmem gereken bir ortamda bulunmadım da rezaletimi kendi içimde yaşadım, yoksa gerçekten trajik olurdu.
Bunun notta bir yerde yanlış yazıyor olma ihtimali var mı acaba? Çünkü ben de uzun süre onu alkolik gayta sanarak bu günlere geldim.
Belki de öyledir sayın mdvociferous :)
Özel araçla veya uçakla gelinmediyse görülecek ilk şey muhtemelen "buraya bakarlar" afişleridir.
Cevaplarken hekimlik yapmak istenilen ülkeden çok, hayat şartlarını seçtiğimizi düşündüğüm anket. hekime verilen önem, Türkiye'de çalışırken elde edeceğimiz kazancın 20 katını belki 20 kat daha az çalışarak kazanabilme şansı, hakim/savcı gibi üst düzey hukuk insanları bir yana herhangi bir devlet memuruna söylenmesi suç kabul edilebilecek sözler sağlık çalışanına yöneltildiğinde hasta psikolojisi denilip en ufak bir yaptırım uygulanmaması gibi absürtlüklerin olmaması vb avantajlar sebebiyle ben de bir Avrupa ülkesini ya da abd'yi tercih ederdim elbette. Çünkü türkiye'de hekimlik yapmak demek, 3.dünya ülkelerinden birinde çalışıyormuş gibi maaş alıp, en ufak bir malpraktis söz konusu olduğunda Abd'de çalışıyormuş gibi tazminat ödemek anlamına geliyor.
En başta söylediğim "ülke değil hayat şartlarını seçiyoruz." cümlesine dönecek olursam; bana abd'nin maddi avantajlarını değil, sadece hakarete uğramayacağımın veya sözlü/fiziksel en ufak bir hasta şiddetine maruz kaldığımda devletimin tamamen benim yanımda olacağının garantisi verilirse, akademik çalışmalar en az avrupa ülkelerindeki kadar desteklenirse meslek hayatımı başka herhangi bir ülkede geçirmek aklımın kıyısından bile geçmez. Çünkü hayat şartları değil ülke seçmek demek, seçilen ülkenin kültürüne/doğasına/insanına vs hayranlık duymak gibi sebepler gerektirir ki çeşitli ülkelerde çok hoşuma giden çeşitli gelenekler-kültürler olmasına rağmen dünya üzerinde kendi ülkemden daha çok sevdiğim herhangi bir ülke yok.
hekimler olarak, yapacağımız iş sadece mekanik bir şey değil, aynı zamanda bir gönül işi. Her ırktan/dinden insan benim için ayrı ayrı değerli her insanın yaşamı eşit derecede kutsal olsa da kendi ülkemin insanlarına, aynı kültürü taşıdığım, aynı tarihi paylaştığım insanlara faydamın dokunması ana dilimde doktorluk yapabilmek benim için her zaman tercih önceliği olacak.
En başta söylediğim "ülke değil hayat şartlarını seçiyoruz." cümlesine dönecek olursam; bana abd'nin maddi avantajlarını değil, sadece hakarete uğramayacağımın veya sözlü/fiziksel en ufak bir hasta şiddetine maruz kaldığımda devletimin tamamen benim yanımda olacağının garantisi verilirse, akademik çalışmalar en az avrupa ülkelerindeki kadar desteklenirse meslek hayatımı başka herhangi bir ülkede geçirmek aklımın kıyısından bile geçmez. Çünkü hayat şartları değil ülke seçmek demek, seçilen ülkenin kültürüne/doğasına/insanına vs hayranlık duymak gibi sebepler gerektirir ki çeşitli ülkelerde çok hoşuma giden çeşitli gelenekler-kültürler olmasına rağmen dünya üzerinde kendi ülkemden daha çok sevdiğim herhangi bir ülke yok.
hekimler olarak, yapacağımız iş sadece mekanik bir şey değil, aynı zamanda bir gönül işi. Her ırktan/dinden insan benim için ayrı ayrı değerli her insanın yaşamı eşit derecede kutsal olsa da kendi ülkemin insanlarına, aynı kültürü taşıdığım, aynı tarihi paylaştığım insanlara faydamın dokunması ana dilimde doktorluk yapabilmek benim için her zaman tercih önceliği olacak.
Hislerimize tercüman olmuşsunuz çok güzel bir yazı olmuş teşekkürler
Çok teşekkür ederim :)
Benim için cevabı d2 solunum-dolaşım sistemleri komitesi olan anket. Sınıf ortalamamız bile 56'ydı.
Sınavdan bi gün önce bunu görmem çok iyi oldu ;)
Bizimki de 55.59
Kardiyoloji dersi bile almış yani Ekg dersini 3 yıldır düzenli olarak gören bir gütf öğrencisi olarak hala anlamadığım ekg'yi dönem 1'in ilk komitesine, liseden yeni çıkmış ve tıbba dair tek bildiği şey lise biyolojisindeki çiçekler-böcekler olan çocukların önüne koymak nasıl bir zihniyetin ürünü gerçekten anlamıyorum. Hele ki d1'deki Ekg sorularını Eşmekaya'nın hazırlamış olduğunu düşününce, gütf'lüler olarak gerçekten güçlü bir psikolojimiz varmış ki pes etmemişiz diye düşünüyorum.
Dönem 3 olduğum için kullanmadığım ama GÜTF Notlar klasöründe görünce meraktan bir göz gezdirdiğim notlar. Sayfa düzeni gerçekten mükemmel görünüyor, kullanmak için sabırsızlanıyorum. Ama Avicenna'ya göre pandemi dönemindeki online derslerimizin zaman sıkıntısı sebebiyle oldukça yüzeysel anlatıldığını fark ettim ve acaba Pandemik notlarda da aynı problem var mı merak ediyorum. Normal eğitime döndüğümüzde Pandemik notların yetersiz kalma ihtimali var mıdır sizce?
İnşallah olmamasını temenni ederek hazırladık. Şahsi adıma biz dahiliye notlarını hazırlarken önce buluttaki videoları kullandık. Sonra da canlı ders üzerinden düzenlemeler yaptık. Yani her not en az 2 kere hazırlanmış oldu. Ayrıca hocası değişen derslerin güncel olmadı adına online dersi kullandık. Umarım bizim de bizden sonra kullanmak isteyenlerin de işine yarar bi not olmuştur. :)) çok teşekkür ederiz bu arada :)))
Elinize sağlık, gerçekten çok güzel görünüyorlar. Hele bu kadar emek verilmiş notları tüm dönemlerle paylaşmanız büyük bir yüce gönüllülük. Biz de çok teşekkür ederiz tüm emekleriniz için :)
Tüm arkadaşlarım adına rica ederiz :)) ne mutlu bize ;)))
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?