
şimdi bana sor bir daha gelir miyim? * gelirim.
Ya ben aslında bir çeşit uykudaysam ve tüm yaşananlar hayal ürünümse?
genelde "aşırı ünlülerle kısa görüşmeler" serisiyle bilinen yt kanalı. ama bence en iyi içerikleri o değil. "o yakıcı bakışlar" harikaydı, özellikle "okul yılları" bölümü. videoların yorumlarında zeynep ocak hakkında bayaa olumsuz eleştiriler olsa da -özellikle aşırı ünlülerle kısa görüşmeler'de- bence kanalı bu kadın taşıyor bayılıyorum kendisine. ayrıca spotify'da podcast olarak da mevcut içerikleri.
Edit: a0 türkçe düzeltildi.
Edit: a0 türkçe düzeltildi.
pandemi
"Be the supernova in the darkness of the cosmos." Kendileri motto edinildi.
Bir ara bağımlısı olduğum, mangasını okuyanların sürekli spoi vermesinden dolayı sonunu bildiğim anime
Onu düşünmek
Özellikle 20. yy ve sonrasında dünyaya gelmiş insanların ister okumuş ister okumamış olsunlar çok ama çok büyük bir kısmının göz ardı ettiği bir nokta var ki o da bilginin değeri yani epistemolojisi.
Son 1 asırdır yaşayan insanlar, ne yazık ki bilgiyi pozitivist yaklaşımdan ibaret sanar. Dini bilgi diye bir şeyse yoktur. Bilginin kaynağı ise 3 çeşittir; dördüncüsü yoktur. Sahip olduğumuz tüm bilgi birikimi, uygarlık, tarih ve kültür bu 3 dayanak ile kaimdir:
1. Akıl
2. Sezgi/ nakil/ vahiy/ ilham (nasıl isimlendirilmişse)
3. Duyular/ deneyler/ tecrübe
Bu kaynaklara nasıl yaklaşıldığı, hangilerine ne gibi şüpheler duyulduğu, dışlanıp kabul gördüğü vb. Onaylanıp onaylanmadığına dair izlenecek metotlar ise çeşitli felsefi görüşlerin alanıdır. (Sezgicilik, akılcılık, ampirizm, pragmatizm, dualizm, nihilizm, sensualizm, pozitivizm, egzistansiyalizm vb uzar da uzar.)
Evvela şunu kabul etmek gerekir ki, “ispat” denilen olgunun ölçütleri de belli dinamiklere göre işler ve eğer siz ispat sözcüğünden yalnızca laboratuvar çıkışlı bir belge ve makale anlıyorsanız meseleye çok kısır bakıyorsunuz demektir. Ha “ben hobi olarak yine de böyle bakacağım, ille de böyle ispat ararım.” Diyorsanız o zaman şunu söylerim ki, tarih boyunca hiçbir filozof ya da bilim adamı ispatı ispatlayamadı. Yani bugün hala kesin bir yorum gelmiş değil.
Modern bilim dediğimiz pozitivist/ pragmatist bilgi kümesi duyuları ve aklı kabul edip sezgiciliği dışlayan bir kümülatiftir. Ancak duyu yani deney denilen bilgi kaynağına da, akla da sınırlar çizmiştir; bunların da yalnızca bir kısmını, belli şartlar altında kabul etmiştir. “Bilim, tek bilgidir, tek bilgi otoritesidir.” Demekse Einstein'ın e=mc2'si başta olmak üzere özel ve genel göreliliği aslında yoktur demektir. Zira o, tüm bu modern fiziği yalnızca düşünce deneyleriyle bulmuştu. Bu sebeple şüpheyle yaklaşılacak ilk olgu bilimsel bilginin değeridir.
Bilgiye ve kaynağına her kim sınır çizmeye kalkmışsa, her kim yalnızca pragmatik sonuçları kabul etmişse (uçak uçuyor demek ki bilim hak; telefon çalışıyor demek ki bilim hak, elektrik bilim olmasa olmazdı, demek ki tek gerçek bilim) şüpheyle yaklaşılması gereken ilk odur.
Din denilen bilgi ve inançlar kümesi ise biraz karmaşık bir mesele. Tek tanrılı dinlerin vahiy ve nakil kaynaklı olması (iki önceki paragrafa parantez içinde koyduğumuz arkadaşlar vahiyi kabul etmedikleri için yalnızca nakil derler, önemli değil sonuç aynı) bilgi sözcüğüne yüklediğimiz anlamı bütünüyle değiştirir. Zira tüm bilgi kaynakları sınır çizilmeksizin kullanıma açıktır ve kullanılır. Ancak dinler (her üçü de) şöyle bir ön ikazla var ederler kendilerini: tek hakiki kaynak vahiydir ve akıl ve duyu yalnızca buna yardımcı olmak, açıklamak ve yüceltmek için vardır. Bunu kabul etmek içinse geçilecek tek köprü inanç köprüsüdür. İnandığımız taktirde dindar oluruz. İnanmaz isek dönemin şartlarına göre kafir, dinsiz, zındık, ateist artık neyse. Kelimeler çok önemli değil.
Doğası gereği merkeze vahiy konulan bir bilgi -ki bu bilgi asırlar boyunca hiçbir şekilde değiştirilemez; ancak yorumlanarak var olabilir. Yeni ahit ve Kuran'da evrenin 6 günde yaratıldığının söylenmesi 20. Yüzyılda bigbang teorisi geliştirdiğinde uzay-zamanın şimdiye kadar 6 farklı evrede geçtiğinin belirlenmesiyle yeni bir yoruma kavuşur. Kuran'da 7 kat gök ifadesi atmosferin 7 tabakasına işaret edebileceği gibi güneş sisteminin de 7 evresine işaret edebilir. Bilimsel bilginin açtığı yol; vahiyle desteklenmişse bize yalnızca pragmatik/ pratik ve teknik bilgi değil, aynı zamanda hayatımıza bir anlam bilgisi de yükler.
Kutsal kitaplarda belirli nesnelerin ve sayıların ilginç bir şekilde kullanımı zaten ilk okuyuşta bile bunların metaforik/ alegorik/ icazlı yapısına bizleri yönlendirebilir. Burada akıldan hiçbir zaman çıkarılmaması gereken nokta delilin müddeadan hafi olamayacağıdır. Bu bütün vahiy için geçerli evrensel bir dil kuralıdır. Basit bir örnek: “güneş döner” ayette geçen bu ifadenin nihai amacı bu bilginin veya bu oluşun yaratıcının kudretini yansıtmasıdır. Eğer ayette “güneş falanca şekilde döner, şu evreleri izler, galaksinin etrafında şu noktalar çevresinde falanca amaçla döner; bakın rabbinizin kudretine!” Denilse İdi:
1. Evvela yaratıcının kudreti güneşin dönmesi bilgisinin yanında gölgede kalacaktı ve insanlar yaratıcıdan ziyade güneşe bir ilgi-alaka duyacaktı.
2. İnsanın aklını kullanma ve merak etme kabiliyetleri ellerinden alınmış olacak ve önlerine hazırdan kullanıma açık pragmatik bilgi sunulacaktı. (Ayette falanca şekilde şunu yaparsanız elektrik ortaya çıkar bunu şu şu amaçla kullanabilirsiniz dense, insan ve medeniyet gelişimi/ tekamülü diye bir şey olmaz; bir kutsal kitap iner inmez insan medeniyeti nihai mertebesine ulaşırdı.)
3. Kutsal kitaplar cilt cilt olacak ve olağanüstü açık bilgiden dolayı karmaşa yaşanacaktı çünkü o dönemin insanları ve uygarlığı bir anda bu kadar zihinsel gelişimi kaldıramazdı. Neticede insanın ve insanlığın da bir kapasitesi var.
Bütün Bunlar kutsal kitap denilen içeriklerin alegorik ve metaforik olmasını zorunlu kılar. Çünkü dinin amacı insanları fennen ve bilimsel açıdan zirveye taşımak değildir ve insanın birey olarak (herkesin şahsi olarak) nihai amacı fennen, ilmen, mesleken artık işi ne ise tekamül ederken (gelişim sağlarken) buna bir anlam yüklemesidir. Ve anlam yüklemek psikolojik açıdan bir insanda zorunludur.
Burası çok önemli!!! Bugün eğer var olan bir bilimsel bilgi var ise bir de var olmayan gelecekteki bilimsel bilgiye duyulan inanç ve bu var olmayana karşı yüklenmiş bir anlam vardır ve bu sonuca ulaştığında bize yalnızca teknik ve medeni ilerleme katacaktır. Sonuçta insanüstüne inanmayan, bilime inanır ama bilim “nasıl” sorusunu cevaplayıp “neden” sorusunu cevaplamadığı için bilime duyulan inanç da faydalıdır ama varoluşsal açıdan anlamsızdır.
Nihayetinde din ile bilim söylemini kıyaslamak saçma. Din ile bilimi, bilim ile felsefeyi; felsefe ile dini; sonra üçünü en son hepsini falan kıyaslamak, birini tercih etmek de dar görüşlülük. Burada birey kendisine hayatının amacını sormalı ve insanüstü bir anlam yüklemek gayesinde ise iman etmeli. Yok insani anlamlar yüklemek isterse iman etmemeli. Herkese saygı var.
Son olarak din seçme/ doğuştan gelen zorunluluk/ içine düşülen coğrafya meselesi var. Bu da önemli: evvela elbette nasıl yetiştirilmiş isek bilinçaltımız buna dayanır. Ama bu kişisel bilinçdışıdır. Ve insan aklı baliğ olduğunda bunu değiştirebilecek özgürlük ve kudrettedir. Bu insanın bireysel hakkıdır ama yalnızca bireysel. Bu toplumsala, coğrafyaya, millete ve tarihe vurulamaz. Örneğin Avrupa hristiyandır nokta. Orada yaşayan insanlar istediğine inanmakta özgürdür. Ama Avrupa hristiyandır. Çünkü bir de kolektif bilinçdışı vardır. Başka entrynin konusu.
Burada en önemli ölçüt doğduğunuz coğrafya ve aile size bir din empoze etmiş olabilir ama bireyin ilk görevi bunu kabul edip reddetmeden önce bid'attan ayıklamasıdır. Ne demeye çalışıyorum: eğer örneğin müslüman ama ataerkil bir coğrafyada yetişmişseniz ve kadına şiddetin olduğu bir ortamdaysanız, özellikle bu o din ile özdeşleştirilmişse bunu bir ayıklamak görevindesiniz; akabinde ister reddedin ister kabullenin. Günümüzde bu yobaz ve sığ dinlere karşı yobaz ve sığ inkarlar çok sıklaştı. Yobaz dindarlığa karşı yobaz dinsizlik. İkisinin pek de bir farkı yok. Komik olan herkesin kendini cehaletle savaşıyor sanması.
Konuyu çok boyutlu incelemek istedim, amacım basit görünen şeyleri bir nebze olsun açıklayabilmekti, umarım faydası dokunmuştur.
Son 1 asırdır yaşayan insanlar, ne yazık ki bilgiyi pozitivist yaklaşımdan ibaret sanar. Dini bilgi diye bir şeyse yoktur. Bilginin kaynağı ise 3 çeşittir; dördüncüsü yoktur. Sahip olduğumuz tüm bilgi birikimi, uygarlık, tarih ve kültür bu 3 dayanak ile kaimdir:
1. Akıl
2. Sezgi/ nakil/ vahiy/ ilham (nasıl isimlendirilmişse)
3. Duyular/ deneyler/ tecrübe
Bu kaynaklara nasıl yaklaşıldığı, hangilerine ne gibi şüpheler duyulduğu, dışlanıp kabul gördüğü vb. Onaylanıp onaylanmadığına dair izlenecek metotlar ise çeşitli felsefi görüşlerin alanıdır. (Sezgicilik, akılcılık, ampirizm, pragmatizm, dualizm, nihilizm, sensualizm, pozitivizm, egzistansiyalizm vb uzar da uzar.)
Evvela şunu kabul etmek gerekir ki, “ispat” denilen olgunun ölçütleri de belli dinamiklere göre işler ve eğer siz ispat sözcüğünden yalnızca laboratuvar çıkışlı bir belge ve makale anlıyorsanız meseleye çok kısır bakıyorsunuz demektir. Ha “ben hobi olarak yine de böyle bakacağım, ille de böyle ispat ararım.” Diyorsanız o zaman şunu söylerim ki, tarih boyunca hiçbir filozof ya da bilim adamı ispatı ispatlayamadı. Yani bugün hala kesin bir yorum gelmiş değil.
Modern bilim dediğimiz pozitivist/ pragmatist bilgi kümesi duyuları ve aklı kabul edip sezgiciliği dışlayan bir kümülatiftir. Ancak duyu yani deney denilen bilgi kaynağına da, akla da sınırlar çizmiştir; bunların da yalnızca bir kısmını, belli şartlar altında kabul etmiştir. “Bilim, tek bilgidir, tek bilgi otoritesidir.” Demekse Einstein'ın e=mc2'si başta olmak üzere özel ve genel göreliliği aslında yoktur demektir. Zira o, tüm bu modern fiziği yalnızca düşünce deneyleriyle bulmuştu. Bu sebeple şüpheyle yaklaşılacak ilk olgu bilimsel bilginin değeridir.
Bilgiye ve kaynağına her kim sınır çizmeye kalkmışsa, her kim yalnızca pragmatik sonuçları kabul etmişse (uçak uçuyor demek ki bilim hak; telefon çalışıyor demek ki bilim hak, elektrik bilim olmasa olmazdı, demek ki tek gerçek bilim) şüpheyle yaklaşılması gereken ilk odur.
Din denilen bilgi ve inançlar kümesi ise biraz karmaşık bir mesele. Tek tanrılı dinlerin vahiy ve nakil kaynaklı olması (iki önceki paragrafa parantez içinde koyduğumuz arkadaşlar vahiyi kabul etmedikleri için yalnızca nakil derler, önemli değil sonuç aynı) bilgi sözcüğüne yüklediğimiz anlamı bütünüyle değiştirir. Zira tüm bilgi kaynakları sınır çizilmeksizin kullanıma açıktır ve kullanılır. Ancak dinler (her üçü de) şöyle bir ön ikazla var ederler kendilerini: tek hakiki kaynak vahiydir ve akıl ve duyu yalnızca buna yardımcı olmak, açıklamak ve yüceltmek için vardır. Bunu kabul etmek içinse geçilecek tek köprü inanç köprüsüdür. İnandığımız taktirde dindar oluruz. İnanmaz isek dönemin şartlarına göre kafir, dinsiz, zındık, ateist artık neyse. Kelimeler çok önemli değil.
Doğası gereği merkeze vahiy konulan bir bilgi -ki bu bilgi asırlar boyunca hiçbir şekilde değiştirilemez; ancak yorumlanarak var olabilir. Yeni ahit ve Kuran'da evrenin 6 günde yaratıldığının söylenmesi 20. Yüzyılda bigbang teorisi geliştirdiğinde uzay-zamanın şimdiye kadar 6 farklı evrede geçtiğinin belirlenmesiyle yeni bir yoruma kavuşur. Kuran'da 7 kat gök ifadesi atmosferin 7 tabakasına işaret edebileceği gibi güneş sisteminin de 7 evresine işaret edebilir. Bilimsel bilginin açtığı yol; vahiyle desteklenmişse bize yalnızca pragmatik/ pratik ve teknik bilgi değil, aynı zamanda hayatımıza bir anlam bilgisi de yükler.
Kutsal kitaplarda belirli nesnelerin ve sayıların ilginç bir şekilde kullanımı zaten ilk okuyuşta bile bunların metaforik/ alegorik/ icazlı yapısına bizleri yönlendirebilir. Burada akıldan hiçbir zaman çıkarılmaması gereken nokta delilin müddeadan hafi olamayacağıdır. Bu bütün vahiy için geçerli evrensel bir dil kuralıdır. Basit bir örnek: “güneş döner” ayette geçen bu ifadenin nihai amacı bu bilginin veya bu oluşun yaratıcının kudretini yansıtmasıdır. Eğer ayette “güneş falanca şekilde döner, şu evreleri izler, galaksinin etrafında şu noktalar çevresinde falanca amaçla döner; bakın rabbinizin kudretine!” Denilse İdi:
1. Evvela yaratıcının kudreti güneşin dönmesi bilgisinin yanında gölgede kalacaktı ve insanlar yaratıcıdan ziyade güneşe bir ilgi-alaka duyacaktı.
2. İnsanın aklını kullanma ve merak etme kabiliyetleri ellerinden alınmış olacak ve önlerine hazırdan kullanıma açık pragmatik bilgi sunulacaktı. (Ayette falanca şekilde şunu yaparsanız elektrik ortaya çıkar bunu şu şu amaçla kullanabilirsiniz dense, insan ve medeniyet gelişimi/ tekamülü diye bir şey olmaz; bir kutsal kitap iner inmez insan medeniyeti nihai mertebesine ulaşırdı.)
3. Kutsal kitaplar cilt cilt olacak ve olağanüstü açık bilgiden dolayı karmaşa yaşanacaktı çünkü o dönemin insanları ve uygarlığı bir anda bu kadar zihinsel gelişimi kaldıramazdı. Neticede insanın ve insanlığın da bir kapasitesi var.
Bütün Bunlar kutsal kitap denilen içeriklerin alegorik ve metaforik olmasını zorunlu kılar. Çünkü dinin amacı insanları fennen ve bilimsel açıdan zirveye taşımak değildir ve insanın birey olarak (herkesin şahsi olarak) nihai amacı fennen, ilmen, mesleken artık işi ne ise tekamül ederken (gelişim sağlarken) buna bir anlam yüklemesidir. Ve anlam yüklemek psikolojik açıdan bir insanda zorunludur.
Burası çok önemli!!! Bugün eğer var olan bir bilimsel bilgi var ise bir de var olmayan gelecekteki bilimsel bilgiye duyulan inanç ve bu var olmayana karşı yüklenmiş bir anlam vardır ve bu sonuca ulaştığında bize yalnızca teknik ve medeni ilerleme katacaktır. Sonuçta insanüstüne inanmayan, bilime inanır ama bilim “nasıl” sorusunu cevaplayıp “neden” sorusunu cevaplamadığı için bilime duyulan inanç da faydalıdır ama varoluşsal açıdan anlamsızdır.
Nihayetinde din ile bilim söylemini kıyaslamak saçma. Din ile bilimi, bilim ile felsefeyi; felsefe ile dini; sonra üçünü en son hepsini falan kıyaslamak, birini tercih etmek de dar görüşlülük. Burada birey kendisine hayatının amacını sormalı ve insanüstü bir anlam yüklemek gayesinde ise iman etmeli. Yok insani anlamlar yüklemek isterse iman etmemeli. Herkese saygı var.
Son olarak din seçme/ doğuştan gelen zorunluluk/ içine düşülen coğrafya meselesi var. Bu da önemli: evvela elbette nasıl yetiştirilmiş isek bilinçaltımız buna dayanır. Ama bu kişisel bilinçdışıdır. Ve insan aklı baliğ olduğunda bunu değiştirebilecek özgürlük ve kudrettedir. Bu insanın bireysel hakkıdır ama yalnızca bireysel. Bu toplumsala, coğrafyaya, millete ve tarihe vurulamaz. Örneğin Avrupa hristiyandır nokta. Orada yaşayan insanlar istediğine inanmakta özgürdür. Ama Avrupa hristiyandır. Çünkü bir de kolektif bilinçdışı vardır. Başka entrynin konusu.
Burada en önemli ölçüt doğduğunuz coğrafya ve aile size bir din empoze etmiş olabilir ama bireyin ilk görevi bunu kabul edip reddetmeden önce bid'attan ayıklamasıdır. Ne demeye çalışıyorum: eğer örneğin müslüman ama ataerkil bir coğrafyada yetişmişseniz ve kadına şiddetin olduğu bir ortamdaysanız, özellikle bu o din ile özdeşleştirilmişse bunu bir ayıklamak görevindesiniz; akabinde ister reddedin ister kabullenin. Günümüzde bu yobaz ve sığ dinlere karşı yobaz ve sığ inkarlar çok sıklaştı. Yobaz dindarlığa karşı yobaz dinsizlik. İkisinin pek de bir farkı yok. Komik olan herkesin kendini cehaletle savaşıyor sanması.
Konuyu çok boyutlu incelemek istedim, amacım basit görünen şeyleri bir nebze olsun açıklayabilmekti, umarım faydası dokunmuştur.
Yeni yıldan değil de kendimizden bir şeyler beklediğimizde gerçekleşecek olan birtakım hayallerdir.
Her anlamda ilkleri yaşadığım bir sene oldu. Bana çok şey öğrettiğini ama bunları öğretirken benden, ruhumdan çok şey götürdüğünü biliyorum.
Madem bugünün gündemi bu gelsin yeni bir bilgi.
Malum bu tus sınavında çokça kontenjan açılacağı söyleniyor. Birkaç gün öncesine ait bir bilgiyi paylaşalım. Açılacak kontenjanların tamamına yakını Sağlık Bakanlığı kadrosu olarak açılacak ya da tamamı bu şekilde açılacak diye bir duyum var. Peki nedir bu sağlık bakanlığı kadrosu? Çok kısa bir özet ile 5 yıl mecburi hizmet diyebiliriz :) ayrıca yök kadrosuna göre daha düşük bir puanla bölüme girmenizi sağlar ama 5 yıl mecburiyi siz tekrar düşünün ;)
Bu şartlar ile 5 yıl karın tokluğuna kim mecburi hizmet yapar bilemem artık :)
Malum bu tus sınavında çokça kontenjan açılacağı söyleniyor. Birkaç gün öncesine ait bir bilgiyi paylaşalım. Açılacak kontenjanların tamamına yakını Sağlık Bakanlığı kadrosu olarak açılacak ya da tamamı bu şekilde açılacak diye bir duyum var. Peki nedir bu sağlık bakanlığı kadrosu? Çok kısa bir özet ile 5 yıl mecburi hizmet diyebiliriz :) ayrıca yök kadrosuna göre daha düşük bir puanla bölüme girmenizi sağlar ama 5 yıl mecburiyi siz tekrar düşünün ;)
Bu şartlar ile 5 yıl karın tokluğuna kim mecburi hizmet yapar bilemem artık :)
Geçen sene beni yüz kez aradıktan sonra defalarca neden açmıyorsun diye mesaj yazan, en sonunda bir aramasını açtığım ve kendisini tanımadığımı söylediğimde tanışırız(?) diyen burak bey'e yaptığımdır.
"Ağacı sevecektiniz,
Yoldunuz, dal bırakmadınız.
Kadını sevecektiniz,
Aldınız, ver bırakmadınız..
Ona ben değil, sen diyecektiniz...
Büyünürken zamanla,
Küçüldünüz."
Yoldunuz, dal bırakmadınız.
Kadını sevecektiniz,
Aldınız, ver bırakmadınız..
Ona ben değil, sen diyecektiniz...
Büyünürken zamanla,
Küçüldünüz."
Boş yapma işinin tekelinde bulunduğunu sanan , sıkça boş yapan insandır.
Evet değildir. Tıp, bir meslek değildir, salt bir disiplin değildir. Tıp bir ekoldür. Tıp tıptan daha fazlasıdır. Tıp bir sanattır, bir kültürdür. Tıpçı, geleceğin doktorundan ibaret değildir. Tıpçı okumak zorundadır, her şeyi okumak zorundadır, ilerlemek zorundadır. Tıpçı yol göstermek zorundadır, örnek olmak zorundadır. Bir seçenek değildir bu. Ödevdir.
Bu toplum bizden çok şey bekliyor gençler... Gideceğiz, nur yolu izde gideceğiz, taş bağırda, sular dizde gideceğiz...
Birlikte çok büyük idealleri ağır ağır, yere basa basa inşa edeceğiz.
Ne mutlu ayağına batan dikenlerle o mis kokulu güllere yürüyenlere...
Bu toplum bizden çok şey bekliyor gençler... Gideceğiz, nur yolu izde gideceğiz, taş bağırda, sular dizde gideceğiz...
Birlikte çok büyük idealleri ağır ağır, yere basa basa inşa edeceğiz.
Ne mutlu ayağına batan dikenlerle o mis kokulu güllere yürüyenlere...
Sevgilimle bir çok kez yaptığım aşırı zevkli olay. Neden aşırı zevkli anlatacağım. Dümdüz bir mekan olsun ortalama fiyat bellidir değil mi? Gidiyoruz menü nerde abi menü yok karekod var e tamam. İki saat karekodu arıyoruz, neyse giriyoruz bakıyoruz fiyatlar normale göre pahalı. Başınızda bazen garson dikilir bekler sipraiş verin diye o daha saçmadır. Neyse beğenmedik kalkıyoruz adamların yüzünde bir nefret bir şaşkınlık. Ulan sanki dükkana ortak olduk neye şaşırıyosun beğenmedik geldiğimiz gibi gidiyoruz. Senin yan tarafındaki dükkan ne güzel dışarıya menünün bir örneğini koymuş, diğeri brandaya yazmış tüm listeyi ki girecek insan hesabını bilip girsin uğraşmasın.
Yaz tatilinde daha az kullandığım sözcük, demek ki beni gütf yoruyor :')
Bu hayatı neden zor modda yaşayayım ki kolayı varken.
Asla iki memurun çocuğu olmak istemezdim.Orta sınıfta doğmak istemezdim.Şüphesiz ebeveynlerim -Türkiye bazında-Sabancı ailesinden falan olsaydı hayatım çok daha farklı ve güzel olurdu.Ha bu demek değil ki anne ve babamı sevmiyorum,seviyorum ama bu zorluğu da istemiyorum.
Asla iki memurun çocuğu olmak istemezdim.Orta sınıfta doğmak istemezdim.Şüphesiz ebeveynlerim -Türkiye bazında-Sabancı ailesinden falan olsaydı hayatım çok daha farklı ve güzel olurdu.Ha bu demek değil ki anne ve babamı sevmiyorum,seviyorum ama bu zorluğu da istemiyorum.
yaseminli yeşil çay da çok güzeldir. hatta ananaslısı zor bulunsa da deneyin seversiniz bence.
birtakım kimyasal tepkime
Ben bana ayrılan zamandan daha değerli bir şey bilmiyorum. Hayatınızda yer etmişim, aklınıza gelmişim bir şekilde bu benim için yeterli. Benimle vakit geçiriyor olmanız benim için en güzel hediye zaten.
Geceleri kardeşimin yanına kıvrılıp ona sarılarak hikayeler anlatmak.
Filmlerdeki kötü aşağılık durumların ve karakterlerin gerçekte olmadığını, hiçbir insanın kötü olmayacağını sadece eğer mümkün olsa nasıl olur diye rol yapıldığını sanırdım meğer taklitler aslının yanından bile geçemezmiş
Fark etmem 12 yıl sürdü :)
Fark etmem 12 yıl sürdü :)
la bebe
Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: 'Dünyada neler gördünüz? ' dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki...
Bence flora, bloom tam bir pick me girl. Flora aklı başında empati yeteneği yüksek birisi. Aslinda tekna zekasıyla biçilmiş bir kaftan ama gerçekten iletisimsizlik ve biraz da egoya sahip bir insan. Miusa su an benim favorim aslında onun olmasi isterdim ama o da hem yeteneği bakımından hem de iletişim bakımından biraz güçsüz.:(
Edebiyatla haşir neşir olanlar bir ayrı oluyor. Durduk yere sohbet içerisine sakin ses tonuyla osmanlıca farsça nedim baki'den gazel şiir vb. sıkıştırırlar ya mesela, derim bu ermiş :) edebiyat öğretmenleri de bu işi çok iyi yaptığından en sevdiğim öğretmen klasmanına giriyor. Lisedeki ki hayatım boyunca daha iyisine denk gelemeyeceğime emin olduğum edebiyat hocam da böyleydi
üstad Bir gün ders işlerken edebiyat kitabındaki sâdâbâd şiirini görünce dayanamadı, çocuklar biriniz akıllı tahtayı açabilir mi dedi, herkes bir duraksadı -açalım hocam- yaz dedi nur yoldaş sadabad. Dersi sakince anlatan hocam birden müzik introsundan söz girişine kadar sabırla; bakın bu şiirin şarkıya dönüşmüş hali dedi, bu muhteşem sesi iyi dinleyin, -bunları söylerken öyle çocuksu ki gözlerinin içi parlıyor adeta- nur yoldaş'ın söylediği sözleri kıtalar geçtikçe türkçesine çeviriyor... O an ne güzel bir an(mış); işte o müzik benim için anısını buldu, mühürlendi
(Günümüz türkçesiyle 2 kıta)
şu kederli gönüle gel bir neşe bağışlayalım.
yürü ey servi boylum sa'dâbâd'a gidelim
işte üç çifte kayık iskelede hazır bekliyor
yürü ey servi boylum sa'dâbâd'a gidelim.
gülelim, oynayalım dünyadan murat alalım
yeni yapılmış çeşmeden cennet suyu içelim
ejderhanın ağzından ölümsüzlük suyunun aktığını görelim
yürü ey servi boylum sa'dâbâd'a gidelim.
üstad Bir gün ders işlerken edebiyat kitabındaki sâdâbâd şiirini görünce dayanamadı, çocuklar biriniz akıllı tahtayı açabilir mi dedi, herkes bir duraksadı -açalım hocam- yaz dedi nur yoldaş sadabad. Dersi sakince anlatan hocam birden müzik introsundan söz girişine kadar sabırla; bakın bu şiirin şarkıya dönüşmüş hali dedi, bu muhteşem sesi iyi dinleyin, -bunları söylerken öyle çocuksu ki gözlerinin içi parlıyor adeta- nur yoldaş'ın söylediği sözleri kıtalar geçtikçe türkçesine çeviriyor... O an ne güzel bir an(mış); işte o müzik benim için anısını buldu, mühürlendi
(Günümüz türkçesiyle 2 kıta)
şu kederli gönüle gel bir neşe bağışlayalım.
yürü ey servi boylum sa'dâbâd'a gidelim
işte üç çifte kayık iskelede hazır bekliyor
yürü ey servi boylum sa'dâbâd'a gidelim.
gülelim, oynayalım dünyadan murat alalım
yeni yapılmış çeşmeden cennet suyu içelim
ejderhanın ağzından ölümsüzlük suyunun aktığını görelim
yürü ey servi boylum sa'dâbâd'a gidelim.
Bir zamanların efsane yazarı❤️ bekliyoruz sizi efendim gelin de bilgilendirici ve farklı entrylerinizle gönlümüzü şenlendirin
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?