ya 😭 kafama sıkıcam artık gene 2 olmuş, saat sürekli 2 oluyor abi, bi sabah 2 bi gece 2 nerde bu diğer saatler ya!? Öğlen 12 nerde, nerde akşam 8??
Doktor, saatler başkasını cezalandırmak için 2'de takılı kalabilir mi, olabilir mi ya böyle bi şey?
Baştan başlayalım, her şeyi daha güzel yaparız.
İnsanlardan dinlemesi muhteşem olan şey. Bende de güzeller ve yaşadıkça biriktirdikçe harika oluyor. Lakin bir başkasının anısı ayrı zevkli ya. O anlatıyor sen kafanda hayal ediyosun ya, of o his için çok şeyi gözden çıkarırım ki çıkarıyorum da galibaa
Ben çok hayalperest biriyim aslında ve hayallerimin içindeyken mutlu biriyim. Ama hayallerime çok tutunursam ve kendi kendimi çok yükseltirsem -ki ben bunu yapacak kadar aptal biriyimdir- sonunda üzüntüm de o kadar büyük olabiliyor. Neyse ki tüh ya olsun diyip devam edebilme sürem 3 dk falan. Var biraz gamsızlık.
Banka hesabıma girip, olmayan parayı gördüp, lan ben bu parayı nereye harcamışım dediğimde aklıma gelen yer...
atsan atılmaz satsan satılmaz
Kulaklığımda 'Düşünme Kaybolursun' çalarken entry girdiğimi fark ettiğim anın ürünü bu entry.
Çoh qüzelsiniz karı bayanı
*ironi*
*ironi*
Sözlükte de hater olabiliyormuş çok ilginç
Salıya denk geldiği için güzel olamadı. Salı günleri kaldırılsın.
''bugünlük bu kadar, limitleri zorlamayalım.''
(beş dk ders çalışmışımdır.)
(beş dk ders çalışmışımdır.)
yorgundur.uzatmak istemiyordur.sorunları aşacak gücü yoktur belki de.özür dilemenin ona bir zararı dokunmayacağının farkındadır.ama bunu hep yapar hale gelirse uzun vadede üzülecek olan insandır da aynı zamanda :(
savaş bunlardan biridir.
Gerçekten bu hayatta bunun kadar illet bir şey yok, her savaşta belli bir kayıp oluyor ve bu kayıp sayılardan ibaretmiş gibi duruyor fakat fazlası var.
Çocukluğu ellerinden alınan, moloz yığınları arasında tepelerinden savaş uçakları geçerken oynamaya çalışan, çocuk olmaya çalışan çocuklar var; doğru dürüst uyuyamayan insanlar var, türlü türlü işkencelere maruz kalanlar var, tecavüze uğrayan kadınlar, ufacık yaşta eline silah verilenler var. Peki ne uğruna? Gerçekten ne uğruna bütün bunlar? Sırf senden değil diye karşındakine gözünü kırpmadan eziyet etmek, çoğu zaman öldürmekten beter etmek…
Anlayamıyorum.
Gerçekten bu hayatta bunun kadar illet bir şey yok, her savaşta belli bir kayıp oluyor ve bu kayıp sayılardan ibaretmiş gibi duruyor fakat fazlası var.
Çocukluğu ellerinden alınan, moloz yığınları arasında tepelerinden savaş uçakları geçerken oynamaya çalışan, çocuk olmaya çalışan çocuklar var; doğru dürüst uyuyamayan insanlar var, türlü türlü işkencelere maruz kalanlar var, tecavüze uğrayan kadınlar, ufacık yaşta eline silah verilenler var. Peki ne uğruna? Gerçekten ne uğruna bütün bunlar? Sırf senden değil diye karşındakine gözünü kırpmadan eziyet etmek, çoğu zaman öldürmekten beter etmek…
Anlayamıyorum.
Efenim bugün aklıma esti. Zamanının efsanelerinden ancak şimdilerde nostalji olan telefonlara bakalım. Hangi efsaneler gelecek. Merak ediyorum.
Açılışı Nokia 5800 Xpress Music ile yapmak istiyorum.
Bir dönemlerin efsanevi dokunmatik ekranlı telefonuydu. Gerçi dokunmatik demek abartı olabilir. Siz inanmayın aslında basmatik bir telefondu kendisi :) bir de ince bir kalemi vardı hatırladığım kadarıyla. 3310'dan hallice bir kalınlık ile karşılayan bu cihaz. Zamanında hayallerimi süslerdi 🤩
Açılışı Nokia 5800 Xpress Music ile yapmak istiyorum.
Bir dönemlerin efsanevi dokunmatik ekranlı telefonuydu. Gerçi dokunmatik demek abartı olabilir. Siz inanmayın aslında basmatik bir telefondu kendisi :) bir de ince bir kalemi vardı hatırladığım kadarıyla. 3310'dan hallice bir kalınlık ile karşılayan bu cihaz. Zamanında hayallerimi süslerdi 🤩
ölmeden ölmüsler haberleri yok
feryadım yasarken ölenler icin...
feryadım yasarken ölenler icin...
Oh cool cool cool cool cool cool cool...
1. Adım: aynanın karşısına geçin.
2. Adım: tişörtünüzü yavaşça kaldırın.
3. Adım: aynada hoşunuza gitmeyen bir topluluk mu var ? - hayır, göbek değil topluluk :) -
Sağlıklı beslenme is loading...
2. Adım: tişörtünüzü yavaşça kaldırın.
3. Adım: aynada hoşunuza gitmeyen bir topluluk mu var ? - hayır, göbek değil topluluk :) -
Sağlıklı beslenme is loading...
her ikisine de bağımlıyım sanırım. çay içmediğim gün başım ağrıyor. kahve içmesem sinirli oluyorum.
billie eillish var diye izledim. pek sarmadı, sırf başladığım için hızlandırarak izledim. özellikle 6. bölümde 2xe rağmen yavaşlıktan uyuyacaktım.
Babam dinlerken "bu hiç güzel değil, değiştir" dediğim şarkıları türküleri değiştirtmeyi bıraktığım, hatta bizzat kendim de açıp dinlemeye başladığım zaman.
Bir de geceleri ve uykuyu sevmeye başladığımda büyüdüğümü anladım. Küçükken hiç akşam olmasın, hiç uyumayalım isterdim. Demek ki yorgunluk hissetmiyormuşum çocukken. Artık yeri geliyor uykuya hasret kalıyoruz :((
Bir de geceleri ve uykuyu sevmeye başladığımda büyüdüğümü anladım. Küçükken hiç akşam olmasın, hiç uyumayalım isterdim. Demek ki yorgunluk hissetmiyormuşum çocukken. Artık yeri geliyor uykuya hasret kalıyoruz :((
Cossack ve Kazakh kelimelerini çevirdiğinizde aynı karşılığı görürsünüz: Kazak.
Aslında bu ayrım 17. yüzyılda ortaya çıkar. Bozkırda yaşayanlara Kazakh (Казах) denirken Rus Çarlığı/İmparatorluğu ordusuna katılanlara Cossack (Казак) denir. Cossacklar Ortodoks Hristiyanlardır ve etnik kökenleri Kazakhlara göre daha karışıktır. Ayrıca Ekim devrimi sırasında bolşeviklere karşı olduklarından SSCB sırasında isyancıları da temsil eder bir isim haline gelir Cossacklık.
Aslında bu ayrım 17. yüzyılda ortaya çıkar. Bozkırda yaşayanlara Kazakh (Казах) denirken Rus Çarlığı/İmparatorluğu ordusuna katılanlara Cossack (Казак) denir. Cossacklar Ortodoks Hristiyanlardır ve etnik kökenleri Kazakhlara göre daha karışıktır. Ayrıca Ekim devrimi sırasında bolşeviklere karşı olduklarından SSCB sırasında isyancıları da temsil eder bir isim haline gelir Cossacklık.
“The grass was greener”
Oluyor böyle şeyler, arada yaşlanabiliyoruz da.
Oluyor böyle şeyler, arada yaşlanabiliyoruz da.
sanatçı olanı hem müziği hem kişiliğiyle takdiri hak edendir.
Özellikle 20. yy ve sonrasında dünyaya gelmiş insanların ister okumuş ister okumamış olsunlar çok ama çok büyük bir kısmının göz ardı ettiği bir nokta var ki o da bilginin değeri yani epistemolojisi.
Son 1 asırdır yaşayan insanlar, ne yazık ki bilgiyi pozitivist yaklaşımdan ibaret sanar. Dini bilgi diye bir şeyse yoktur. Bilginin kaynağı ise 3 çeşittir; dördüncüsü yoktur. Sahip olduğumuz tüm bilgi birikimi, uygarlık, tarih ve kültür bu 3 dayanak ile kaimdir:
1. Akıl
2. Sezgi/ nakil/ vahiy/ ilham (nasıl isimlendirilmişse)
3. Duyular/ deneyler/ tecrübe
Bu kaynaklara nasıl yaklaşıldığı, hangilerine ne gibi şüpheler duyulduğu, dışlanıp kabul gördüğü vb. Onaylanıp onaylanmadığına dair izlenecek metotlar ise çeşitli felsefi görüşlerin alanıdır. (Sezgicilik, akılcılık, ampirizm, pragmatizm, dualizm, nihilizm, sensualizm, pozitivizm, egzistansiyalizm vb uzar da uzar.)
Evvela şunu kabul etmek gerekir ki, “ispat” denilen olgunun ölçütleri de belli dinamiklere göre işler ve eğer siz ispat sözcüğünden yalnızca laboratuvar çıkışlı bir belge ve makale anlıyorsanız meseleye çok kısır bakıyorsunuz demektir. Ha “ben hobi olarak yine de böyle bakacağım, ille de böyle ispat ararım.” Diyorsanız o zaman şunu söylerim ki, tarih boyunca hiçbir filozof ya da bilim adamı ispatı ispatlayamadı. Yani bugün hala kesin bir yorum gelmiş değil.
Modern bilim dediğimiz pozitivist/ pragmatist bilgi kümesi duyuları ve aklı kabul edip sezgiciliği dışlayan bir kümülatiftir. Ancak duyu yani deney denilen bilgi kaynağına da, akla da sınırlar çizmiştir; bunların da yalnızca bir kısmını, belli şartlar altında kabul etmiştir. “Bilim, tek bilgidir, tek bilgi otoritesidir.” Demekse Einstein'ın e=mc2'si başta olmak üzere özel ve genel göreliliği aslında yoktur demektir. Zira o, tüm bu modern fiziği yalnızca düşünce deneyleriyle bulmuştu. Bu sebeple şüpheyle yaklaşılacak ilk olgu bilimsel bilginin değeridir.
Bilgiye ve kaynağına her kim sınır çizmeye kalkmışsa, her kim yalnızca pragmatik sonuçları kabul etmişse (uçak uçuyor demek ki bilim hak; telefon çalışıyor demek ki bilim hak, elektrik bilim olmasa olmazdı, demek ki tek gerçek bilim) şüpheyle yaklaşılması gereken ilk odur.
Din denilen bilgi ve inançlar kümesi ise biraz karmaşık bir mesele. Tek tanrılı dinlerin vahiy ve nakil kaynaklı olması (iki önceki paragrafa parantez içinde koyduğumuz arkadaşlar vahiyi kabul etmedikleri için yalnızca nakil derler, önemli değil sonuç aynı) bilgi sözcüğüne yüklediğimiz anlamı bütünüyle değiştirir. Zira tüm bilgi kaynakları sınır çizilmeksizin kullanıma açıktır ve kullanılır. Ancak dinler (her üçü de) şöyle bir ön ikazla var ederler kendilerini: tek hakiki kaynak vahiydir ve akıl ve duyu yalnızca buna yardımcı olmak, açıklamak ve yüceltmek için vardır. Bunu kabul etmek içinse geçilecek tek köprü inanç köprüsüdür. İnandığımız taktirde dindar oluruz. İnanmaz isek dönemin şartlarına göre kafir, dinsiz, zındık, ateist artık neyse. Kelimeler çok önemli değil.
Doğası gereği merkeze vahiy konulan bir bilgi -ki bu bilgi asırlar boyunca hiçbir şekilde değiştirilemez; ancak yorumlanarak var olabilir. Yeni ahit ve Kuran'da evrenin 6 günde yaratıldığının söylenmesi 20. Yüzyılda bigbang teorisi geliştirdiğinde uzay-zamanın şimdiye kadar 6 farklı evrede geçtiğinin belirlenmesiyle yeni bir yoruma kavuşur. Kuran'da 7 kat gök ifadesi atmosferin 7 tabakasına işaret edebileceği gibi güneş sisteminin de 7 evresine işaret edebilir. Bilimsel bilginin açtığı yol; vahiyle desteklenmişse bize yalnızca pragmatik/ pratik ve teknik bilgi değil, aynı zamanda hayatımıza bir anlam bilgisi de yükler.
Kutsal kitaplarda belirli nesnelerin ve sayıların ilginç bir şekilde kullanımı zaten ilk okuyuşta bile bunların metaforik/ alegorik/ icazlı yapısına bizleri yönlendirebilir. Burada akıldan hiçbir zaman çıkarılmaması gereken nokta delilin müddeadan hafi olamayacağıdır. Bu bütün vahiy için geçerli evrensel bir dil kuralıdır. Basit bir örnek: “güneş döner” ayette geçen bu ifadenin nihai amacı bu bilginin veya bu oluşun yaratıcının kudretini yansıtmasıdır. Eğer ayette “güneş falanca şekilde döner, şu evreleri izler, galaksinin etrafında şu noktalar çevresinde falanca amaçla döner; bakın rabbinizin kudretine!” Denilse İdi:
1. Evvela yaratıcının kudreti güneşin dönmesi bilgisinin yanında gölgede kalacaktı ve insanlar yaratıcıdan ziyade güneşe bir ilgi-alaka duyacaktı.
2. İnsanın aklını kullanma ve merak etme kabiliyetleri ellerinden alınmış olacak ve önlerine hazırdan kullanıma açık pragmatik bilgi sunulacaktı. (Ayette falanca şekilde şunu yaparsanız elektrik ortaya çıkar bunu şu şu amaçla kullanabilirsiniz dense, insan ve medeniyet gelişimi/ tekamülü diye bir şey olmaz; bir kutsal kitap iner inmez insan medeniyeti nihai mertebesine ulaşırdı.)
3. Kutsal kitaplar cilt cilt olacak ve olağanüstü açık bilgiden dolayı karmaşa yaşanacaktı çünkü o dönemin insanları ve uygarlığı bir anda bu kadar zihinsel gelişimi kaldıramazdı. Neticede insanın ve insanlığın da bir kapasitesi var.
Bütün Bunlar kutsal kitap denilen içeriklerin alegorik ve metaforik olmasını zorunlu kılar. Çünkü dinin amacı insanları fennen ve bilimsel açıdan zirveye taşımak değildir ve insanın birey olarak (herkesin şahsi olarak) nihai amacı fennen, ilmen, mesleken artık işi ne ise tekamül ederken (gelişim sağlarken) buna bir anlam yüklemesidir. Ve anlam yüklemek psikolojik açıdan bir insanda zorunludur.
Burası çok önemli!!! Bugün eğer var olan bir bilimsel bilgi var ise bir de var olmayan gelecekteki bilimsel bilgiye duyulan inanç ve bu var olmayana karşı yüklenmiş bir anlam vardır ve bu sonuca ulaştığında bize yalnızca teknik ve medeni ilerleme katacaktır. Sonuçta insanüstüne inanmayan, bilime inanır ama bilim “nasıl” sorusunu cevaplayıp “neden” sorusunu cevaplamadığı için bilime duyulan inanç da faydalıdır ama varoluşsal açıdan anlamsızdır.
Nihayetinde din ile bilim söylemini kıyaslamak saçma. Din ile bilimi, bilim ile felsefeyi; felsefe ile dini; sonra üçünü en son hepsini falan kıyaslamak, birini tercih etmek de dar görüşlülük. Burada birey kendisine hayatının amacını sormalı ve insanüstü bir anlam yüklemek gayesinde ise iman etmeli. Yok insani anlamlar yüklemek isterse iman etmemeli. Herkese saygı var.
Son olarak din seçme/ doğuştan gelen zorunluluk/ içine düşülen coğrafya meselesi var. Bu da önemli: evvela elbette nasıl yetiştirilmiş isek bilinçaltımız buna dayanır. Ama bu kişisel bilinçdışıdır. Ve insan aklı baliğ olduğunda bunu değiştirebilecek özgürlük ve kudrettedir. Bu insanın bireysel hakkıdır ama yalnızca bireysel. Bu toplumsala, coğrafyaya, millete ve tarihe vurulamaz. Örneğin Avrupa hristiyandır nokta. Orada yaşayan insanlar istediğine inanmakta özgürdür. Ama Avrupa hristiyandır. Çünkü bir de kolektif bilinçdışı vardır. Başka entrynin konusu.
Burada en önemli ölçüt doğduğunuz coğrafya ve aile size bir din empoze etmiş olabilir ama bireyin ilk görevi bunu kabul edip reddetmeden önce bid'attan ayıklamasıdır. Ne demeye çalışıyorum: eğer örneğin müslüman ama ataerkil bir coğrafyada yetişmişseniz ve kadına şiddetin olduğu bir ortamdaysanız, özellikle bu o din ile özdeşleştirilmişse bunu bir ayıklamak görevindesiniz; akabinde ister reddedin ister kabullenin. Günümüzde bu yobaz ve sığ dinlere karşı yobaz ve sığ inkarlar çok sıklaştı. Yobaz dindarlığa karşı yobaz dinsizlik. İkisinin pek de bir farkı yok. Komik olan herkesin kendini cehaletle savaşıyor sanması.
Konuyu çok boyutlu incelemek istedim, amacım basit görünen şeyleri bir nebze olsun açıklayabilmekti, umarım faydası dokunmuştur.
Son 1 asırdır yaşayan insanlar, ne yazık ki bilgiyi pozitivist yaklaşımdan ibaret sanar. Dini bilgi diye bir şeyse yoktur. Bilginin kaynağı ise 3 çeşittir; dördüncüsü yoktur. Sahip olduğumuz tüm bilgi birikimi, uygarlık, tarih ve kültür bu 3 dayanak ile kaimdir:
1. Akıl
2. Sezgi/ nakil/ vahiy/ ilham (nasıl isimlendirilmişse)
3. Duyular/ deneyler/ tecrübe
Bu kaynaklara nasıl yaklaşıldığı, hangilerine ne gibi şüpheler duyulduğu, dışlanıp kabul gördüğü vb. Onaylanıp onaylanmadığına dair izlenecek metotlar ise çeşitli felsefi görüşlerin alanıdır. (Sezgicilik, akılcılık, ampirizm, pragmatizm, dualizm, nihilizm, sensualizm, pozitivizm, egzistansiyalizm vb uzar da uzar.)
Evvela şunu kabul etmek gerekir ki, “ispat” denilen olgunun ölçütleri de belli dinamiklere göre işler ve eğer siz ispat sözcüğünden yalnızca laboratuvar çıkışlı bir belge ve makale anlıyorsanız meseleye çok kısır bakıyorsunuz demektir. Ha “ben hobi olarak yine de böyle bakacağım, ille de böyle ispat ararım.” Diyorsanız o zaman şunu söylerim ki, tarih boyunca hiçbir filozof ya da bilim adamı ispatı ispatlayamadı. Yani bugün hala kesin bir yorum gelmiş değil.
Modern bilim dediğimiz pozitivist/ pragmatist bilgi kümesi duyuları ve aklı kabul edip sezgiciliği dışlayan bir kümülatiftir. Ancak duyu yani deney denilen bilgi kaynağına da, akla da sınırlar çizmiştir; bunların da yalnızca bir kısmını, belli şartlar altında kabul etmiştir. “Bilim, tek bilgidir, tek bilgi otoritesidir.” Demekse Einstein'ın e=mc2'si başta olmak üzere özel ve genel göreliliği aslında yoktur demektir. Zira o, tüm bu modern fiziği yalnızca düşünce deneyleriyle bulmuştu. Bu sebeple şüpheyle yaklaşılacak ilk olgu bilimsel bilginin değeridir.
Bilgiye ve kaynağına her kim sınır çizmeye kalkmışsa, her kim yalnızca pragmatik sonuçları kabul etmişse (uçak uçuyor demek ki bilim hak; telefon çalışıyor demek ki bilim hak, elektrik bilim olmasa olmazdı, demek ki tek gerçek bilim) şüpheyle yaklaşılması gereken ilk odur.
Din denilen bilgi ve inançlar kümesi ise biraz karmaşık bir mesele. Tek tanrılı dinlerin vahiy ve nakil kaynaklı olması (iki önceki paragrafa parantez içinde koyduğumuz arkadaşlar vahiyi kabul etmedikleri için yalnızca nakil derler, önemli değil sonuç aynı) bilgi sözcüğüne yüklediğimiz anlamı bütünüyle değiştirir. Zira tüm bilgi kaynakları sınır çizilmeksizin kullanıma açıktır ve kullanılır. Ancak dinler (her üçü de) şöyle bir ön ikazla var ederler kendilerini: tek hakiki kaynak vahiydir ve akıl ve duyu yalnızca buna yardımcı olmak, açıklamak ve yüceltmek için vardır. Bunu kabul etmek içinse geçilecek tek köprü inanç köprüsüdür. İnandığımız taktirde dindar oluruz. İnanmaz isek dönemin şartlarına göre kafir, dinsiz, zındık, ateist artık neyse. Kelimeler çok önemli değil.
Doğası gereği merkeze vahiy konulan bir bilgi -ki bu bilgi asırlar boyunca hiçbir şekilde değiştirilemez; ancak yorumlanarak var olabilir. Yeni ahit ve Kuran'da evrenin 6 günde yaratıldığının söylenmesi 20. Yüzyılda bigbang teorisi geliştirdiğinde uzay-zamanın şimdiye kadar 6 farklı evrede geçtiğinin belirlenmesiyle yeni bir yoruma kavuşur. Kuran'da 7 kat gök ifadesi atmosferin 7 tabakasına işaret edebileceği gibi güneş sisteminin de 7 evresine işaret edebilir. Bilimsel bilginin açtığı yol; vahiyle desteklenmişse bize yalnızca pragmatik/ pratik ve teknik bilgi değil, aynı zamanda hayatımıza bir anlam bilgisi de yükler.
Kutsal kitaplarda belirli nesnelerin ve sayıların ilginç bir şekilde kullanımı zaten ilk okuyuşta bile bunların metaforik/ alegorik/ icazlı yapısına bizleri yönlendirebilir. Burada akıldan hiçbir zaman çıkarılmaması gereken nokta delilin müddeadan hafi olamayacağıdır. Bu bütün vahiy için geçerli evrensel bir dil kuralıdır. Basit bir örnek: “güneş döner” ayette geçen bu ifadenin nihai amacı bu bilginin veya bu oluşun yaratıcının kudretini yansıtmasıdır. Eğer ayette “güneş falanca şekilde döner, şu evreleri izler, galaksinin etrafında şu noktalar çevresinde falanca amaçla döner; bakın rabbinizin kudretine!” Denilse İdi:
1. Evvela yaratıcının kudreti güneşin dönmesi bilgisinin yanında gölgede kalacaktı ve insanlar yaratıcıdan ziyade güneşe bir ilgi-alaka duyacaktı.
2. İnsanın aklını kullanma ve merak etme kabiliyetleri ellerinden alınmış olacak ve önlerine hazırdan kullanıma açık pragmatik bilgi sunulacaktı. (Ayette falanca şekilde şunu yaparsanız elektrik ortaya çıkar bunu şu şu amaçla kullanabilirsiniz dense, insan ve medeniyet gelişimi/ tekamülü diye bir şey olmaz; bir kutsal kitap iner inmez insan medeniyeti nihai mertebesine ulaşırdı.)
3. Kutsal kitaplar cilt cilt olacak ve olağanüstü açık bilgiden dolayı karmaşa yaşanacaktı çünkü o dönemin insanları ve uygarlığı bir anda bu kadar zihinsel gelişimi kaldıramazdı. Neticede insanın ve insanlığın da bir kapasitesi var.
Bütün Bunlar kutsal kitap denilen içeriklerin alegorik ve metaforik olmasını zorunlu kılar. Çünkü dinin amacı insanları fennen ve bilimsel açıdan zirveye taşımak değildir ve insanın birey olarak (herkesin şahsi olarak) nihai amacı fennen, ilmen, mesleken artık işi ne ise tekamül ederken (gelişim sağlarken) buna bir anlam yüklemesidir. Ve anlam yüklemek psikolojik açıdan bir insanda zorunludur.
Burası çok önemli!!! Bugün eğer var olan bir bilimsel bilgi var ise bir de var olmayan gelecekteki bilimsel bilgiye duyulan inanç ve bu var olmayana karşı yüklenmiş bir anlam vardır ve bu sonuca ulaştığında bize yalnızca teknik ve medeni ilerleme katacaktır. Sonuçta insanüstüne inanmayan, bilime inanır ama bilim “nasıl” sorusunu cevaplayıp “neden” sorusunu cevaplamadığı için bilime duyulan inanç da faydalıdır ama varoluşsal açıdan anlamsızdır.
Nihayetinde din ile bilim söylemini kıyaslamak saçma. Din ile bilimi, bilim ile felsefeyi; felsefe ile dini; sonra üçünü en son hepsini falan kıyaslamak, birini tercih etmek de dar görüşlülük. Burada birey kendisine hayatının amacını sormalı ve insanüstü bir anlam yüklemek gayesinde ise iman etmeli. Yok insani anlamlar yüklemek isterse iman etmemeli. Herkese saygı var.
Son olarak din seçme/ doğuştan gelen zorunluluk/ içine düşülen coğrafya meselesi var. Bu da önemli: evvela elbette nasıl yetiştirilmiş isek bilinçaltımız buna dayanır. Ama bu kişisel bilinçdışıdır. Ve insan aklı baliğ olduğunda bunu değiştirebilecek özgürlük ve kudrettedir. Bu insanın bireysel hakkıdır ama yalnızca bireysel. Bu toplumsala, coğrafyaya, millete ve tarihe vurulamaz. Örneğin Avrupa hristiyandır nokta. Orada yaşayan insanlar istediğine inanmakta özgürdür. Ama Avrupa hristiyandır. Çünkü bir de kolektif bilinçdışı vardır. Başka entrynin konusu.
Burada en önemli ölçüt doğduğunuz coğrafya ve aile size bir din empoze etmiş olabilir ama bireyin ilk görevi bunu kabul edip reddetmeden önce bid'attan ayıklamasıdır. Ne demeye çalışıyorum: eğer örneğin müslüman ama ataerkil bir coğrafyada yetişmişseniz ve kadına şiddetin olduğu bir ortamdaysanız, özellikle bu o din ile özdeşleştirilmişse bunu bir ayıklamak görevindesiniz; akabinde ister reddedin ister kabullenin. Günümüzde bu yobaz ve sığ dinlere karşı yobaz ve sığ inkarlar çok sıklaştı. Yobaz dindarlığa karşı yobaz dinsizlik. İkisinin pek de bir farkı yok. Komik olan herkesin kendini cehaletle savaşıyor sanması.
Konuyu çok boyutlu incelemek istedim, amacım basit görünen şeyleri bir nebze olsun açıklayabilmekti, umarım faydası dokunmuştur.
1 yıl önce bugün bu hesabı açtım. dany artık 1 yaşında :)
Bugün anıtpark'ta, şarkılarıyla coşturmuş olan Türk rock grubu.
Kendimle birlikte beş :)
Bugün
fark ettim ki,
Çevremizde en mutlu ve enerjik olduğunu düşündüğümüz kişiler, çok zor ayakta kalıyorlar aslında. Dipte olmalarına rağmen kendilerini mutlu gösteriyorlar. Temelde buna inanmak istedikleri ve öyle hissetmek istedikleri için.
Öyle olmasa bile, öyleymiş gibi davranmak, kendini kandırmak, kısa süreli de olsa çözüm oluyor onlara.
Umarım ki 'mış' gibi yapmak zorunda kalmadan mutlu oluruz, umarım severiz seviliriz.
fark ettim ki,
Çevremizde en mutlu ve enerjik olduğunu düşündüğümüz kişiler, çok zor ayakta kalıyorlar aslında. Dipte olmalarına rağmen kendilerini mutlu gösteriyorlar. Temelde buna inanmak istedikleri ve öyle hissetmek istedikleri için.
Öyle olmasa bile, öyleymiş gibi davranmak, kendini kandırmak, kısa süreli de olsa çözüm oluyor onlara.
Umarım ki 'mış' gibi yapmak zorunda kalmadan mutlu oluruz, umarım severiz seviliriz.
Girişimci Elif atalar tarafından kurulmuş, yemek tarifleri içeren karşılıklı katılıma dayalı “enfes” bir uygulama ve internet sitesi. Bir öğrenci olarak yıllardır kullanırım ve pekçok yemeği ve tatlıyı buradan bakarak yaparım. Sosyal medya hesapları da ayrıca çok canlı ve seyretmesi keyifli.
annemlerin ilaçları daha iyi olmak için içtiğini biliyordum ve ben de onları içersem benim de daha sağlıklı olacağımı zannetmiştim. hatta annemin şeker ilaçlarından birkaçını alıp komşumuzun çocuğuyla içmiştik -bizimkilerde gördüğüm gibi günde 1 tane-
işte bu yüzden ilaçları çocukların erişemeyeceği yerlere koymalıyız gütfsözlük.
işte bu yüzden ilaçları çocukların erişemeyeceği yerlere koymalıyız gütfsözlük.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?