En sevdiğim kuzenim halamın benle yaşıt kızı. Hiç amcam yok. Türkiye'de sıradan bir Ailedeki en büyük problemin küçük amca ya da elti olduğunu düşünüyorum.
Aşık olduğunuz kişinin mutluluğu için onun hayatındaki "o" kişi olmakla ilgili tüm umutları bir kenara bırakmak. Bir kere gülsün diye onun mutluluk tablosunun çerçevesi olmayı kabul etmek fakat o tablonun içinde hiçbir zaman olamamak.
Fazla hareketli bir çocuktum ve oldukça fazla dayak yememe vesile olan bir eğitim serüveni yaşamama sebep olan bir öğretmenim vardı. En çok dayak yiyen kız bendim.
Sözlükteki eksi oyların %4.7'sini ben atmışım. Sözlükteki eksi oyların %6.1'i de bana atılmış. Bu durumda Sözlükteki eksi oyların %10.8'i benimle alakalı oluyor.
Katılmıyorum buna. Reddeden kişinin içinde her zaman bir acaba kalabilir, reddettim ama iyi biri miydi, beni gerçekten seviyor muydu şüpheleri kalabilir.
Her durumda olmaz zaten. Benim kastettiğim şöyle durumlar. Çok iyi biri olduğunu ve seni sevdiğini bilirsin ama sen bir şey hissetmiyorsundur. O durumda reddetmek o kadar da kolay değil bence.
Beni seven herhangi bir canlıyı yakın bir gelecekte reddedebileceğimi sanmıyorum. Seven birinin kalbini kırmaya dayanamam. Kolay olmadığını biliyorum maalesef ki...
İnsanları neler yaşadığını bilmeden yargılamak doğru değildir. Ancak bir insan, yaşadıkları nedeniyle onu idare etmeniz için sizi zorluyorsa o zaman o insandan uzak durmanın vakti gelmiştir. Birisi zor şeyler yaşadığı için öbürlerinden çiçek bahçesi vadetmemeli. Herkesin kendince zor bir serüveni vardır. Kolay hayat yoktur.
Temelinde fakirlik ve cehalet yatar. Yıllar önce doktorlar ciddi paralar kazanırken kendilerine saygı duyulurmuş. Çünkü hem doktor sayısı hem doktor erişimi azmış. Ben kendi çocukluğumu hatırlıyorum. Yaşadığım yerde özel hastane yoktu. Kendi çocuk doktorum kliniğinde olursa oraya giderdik. Fakat devlet hastanesinde olduğu günlerde uzun uzun sıralar beklerdik ve açıkçası bazen neyi neden beklediğimizi dahi bilmezdim ben. Öyle saygı görüyorlardı ki o kadar beklemeye rağmen kimsenin kavga ettiğini görmedim ben. Çocukluğu hastalık anılarıyla geçen pısırık birisi olarak böyle bir şeye şahitlik etsem hatırlardım. Oysa ülkemiz insanı az çalışma ile garanti para almak adına tamamıyla memuriyet işlerinde çalışmak için ömürünü çürütmeyle uğraşır. Ve okumamış cahil birinin memur olarak alacağı paranın üst sınırı vardır. Yani ülkemizin genel popülasyonu kolay para peşinde koşsa da hiçbir zaman çok para kazanamayacağını bile insanlardır. Onlar için para çok önemlidir. Eğitim çok uzun zamandır bedavaydı. Devlet daireleri bedavaydı. Sağlık ise paralıydı. Sağlık alanındaki harcamalar bu insanlar için sağlığı değerli kılan ve saygıyı artıran temel unsurdu. Şimdi ise Sağlık da diğerleri gibi bedava. İstiyorlar ki zaten parasını aldığı için işinden kaytarıp duran lise mezunu memurlar ile aynı çalışma koşullarına sahip olalım. Fakat aynı zamanda da onlar ile aynı maaşı alalım. Sanki iş yerine gitmeyen memur ile doktorun bu hayatta aldığı riskler aynı ölçüdeymiş gibi... Bu mümkün değil. Günümüz dünyasında insanlar mental ve zaman kaybı doğrultusunda maaş alıyorlar. Bu insanlar daha fazlasını isterken daha fazlası için 1 fazla adım dahi atamazlar. Dolayısıyla devlete ödediği verginin bile hesabını tutmak isterler. Fakirlik ve cahillik dünya üzerindeki tüm hırsların %90'ının temelini oluşturur. Çünkü bilen insan para kullanmayı da bilir kazanmayı da bilir.
Tıp okuyan diğer arkadaşlarımın kampüsün çimenlerinde oturup çeşitli sosyal ortamlara dahil olduğunu düşününce okulun insan sayısı ve sosyal ortam olarak kalabalık olduğunu düşünmüyorum. Okulun insan yükü fazla. Ve hepsi birbirine benzeyen karakterde insanlar...
soru olarak genel bir durum bildirimi sorduğu için benim gibi insanlarda kaygıya neden olabilen bir kelimeymiş bu. "Nasılsın ?" yerine "bugün nasılsın?" gibi kısıtlı bir iyilik halini belirten sorular daha faydalı olabilirmiş.
Herhangi bir ilişki içerisinde bulunan tüm insanların önceliği sevmek ve sevişmek olmadığı sürece aldatılma gerçeği daima bizimle yaşayacak. Çünkü insanlar sadece sevmek değil, sevilmek ve anlaşılmak da isterler. Hepimiz biliyoruz ki tüm ilişkiler iki tarafın da anlayışını ve sevgisini karşılayacak şekilde tamamlayıcı olamıyor. İnsanlar önceliklerini her zaman ilişkilerine yöneltemiyorlar. Bazıları işine bazıları arkadaşlarına bağlı kalıyor mesela. İlişki geri planda kaldıkça ilişkiyi yaşayan kişiler anlaşılmadıklarını, sevilmediklerini düşünmeye başlıyorlar. Kişiler, anlaşılmadığını hissettikleri her konu için anlaşılacağı, sevileceği yerlerin arayışı içerisine giriyorlar. Ve gittikleri yeni yerlerde sığındıkları her yeni ilişkinin adı aldatma oluyor.
Kalben'in posta röportajından aynen kopyaladığım bir metindir bu. Bu konu hakkındaki yorumumu paylaşma ihtiyacı hissettim. Bence yaşımız itibariyle aldatmak/aldatılmak konusu hakkında bilmemiz gereken bazı şeyler var. Bu başlığın sadece gördüğünüz haliyle değil de aldatılmak gerçeği hakkındaki fikirlerimizi dile getirelim diye açıyorum.
Ortaokul Türkçe öğretmenim, bir şey anlaşılmıyorsa sorunun büyük ihtimalle anlatıcı tarafından yapılan bir hatadan kaynaklandığını söylerdi. Bu durumda bir kişiye "anladın mı?/anladınız mı?" Diye sormak yerine "anlatabildim mi?" Diye sormanın, iletişim problemini düzeltmek için daha iyi bir adım olacağını da sıkça tekrarlardı. Öğretmenlerin eğitim konusunda atabilecekleri güzel adımlardan birisi bu farkındalığı kazandırmaktır. Küçük bir adım gibi görünür fakat küçük yaştaki bir insanın egosunu köreltmek için güzel bir başlangıçtır.
Ben insanları her haliyle kabul edebilen ve yalnızlık korkusu olan bir kadınım. Bu başlığın adının "umursamaması gerektiği halde umursayan ve değer veren insan" olarak değiştirilmesi gerektiğini talep ediyorum. Çünkü sevmek içim umurumuzda olması gerekir. Ve bazen kimi sevmemiz gerektiğini seçemeyiz.
Not: bazen kanımız kaynar, elinden tutmak, yanında olmak isteriz. Sadece severiz. Hiçbir nedene sığınmadan fakat onun varlığına sığınarak...