Eril zihniyetin büyüttüğü çocuklardan birisi olarak ulaşabildiğim tek ebeveynim olan annemin de benden uzaklaşmasına sebep olan durumdur. Annem ben kendimi bildim bileli çok geç saatlere kadar çalışırdı. Bana anneannem bakardı. Sonrasında ben 4 yaşıma geldiğimde kardeşim doğdu ve anneannem ikimize birden bakamayınca henüz 4 yaşıma yeni bastığım ay içerisinde kreşe başladım. Sonrasında bu yaşıma kadar neredeyse her hafta sonu tüm gün ya okulda ya kursta ya yaz okulunda ya başka bir yerde... Annem benim için hep der ki "sen çok araya kaynadın" aynen öyle oldu. Ben kendi kendimi büyüttüm. Yeri geldi kardeşimi de büyüttüm. Kardeşim için durum nasıl oldu hiç bilemiyorum. Ona hiç sormadım. Ancak kendim için "aile terbiyesi almadım" desem yalan olmaz herhalde.
Yıllar önce içerisine kötü bir giriş yaptığım oluşum. Başıma gelen derin düşüş sonrasındaki mecburi yere çakılma ile birden uyandım ve gerçek hayatta bu duygunun olmaması gerektiğine karar verdim. Benim hissettiğim şey aşk diye anlatılan şeyin yanından bile geçmezken insanların burnunu sildiği mendili atar gibi yeni aşklar edinmesi de günümüzde aşka yüklenen anlamın ne kadar yanlış olduğuna ve aşka özendirme politikasının her türlü medya organınca artarak devam ettiğine olan inancımı tazelemektedir.
Ders çalışmak konusunu artık yönetemiyorum. Bu durum beni deli gibi strese sokuyor. Organik bir solunum ya da kalp hastalığım yoksa panik atak geçirmiş değilsem bile mutlaka panik bozukluk yaşıyorum. Yoruldum.
Duygularımı rahatsız eden herkes için her gün aldığım ancak insanları kendi kendime affetmek gibi saçma bir huyum olduğu için her günün doğumunda vazgeçtiğim kararlar.
Kar yağışının izlerken aklıma geldi de üç sene önceydi; birisi demişti kar yağarken, bir şarkı vardı. Onu söylememi istemişti. Karla ilgiliydi sanırım, hatırlayamıyorum. O kişiyle iletişimimiz yok artık. Ama merak ediyorum hangi şarkıyı istemişti? Belki görür cevap verir.
Bir keresinde bir taksici abi aşti'den bahçeliye gidiyorum diye bana yol boyunca bağırıp en son inerken de yolun ortasında durup valizimi yere fırlatmıştı. Bahçeliye giden insanları sevmiyormuş.
Bu dinleyerek, duyularak ya da empati ile anlaşılacak bir şey değil maalesef ki. Bunu size yaşam sürecinizde durmaksızın hissettiriyorlar. Mesela yanlış bir ilkokul öğretmeni seçimi, yanlış bir arkadaş seçimi, yanlış birine sır vermek... Bu yanlış insanlar sürekli sizi aşağılayıcı ve öz değerinizi hiçe sayar tarzda tutumlar sergiliyorlar. Bir yerden sonra bu hisle büyürken Bu hissi benimsiyorsunuz. Sevilmeyecek biri olduğunuza alışıyorsunuz. Ta ki kendinizi sevmeye ve savunmaya ihtiyaç duyduğunuz gün gelene kadar. İşte o gün tüm dünya karşısında yapayalnız kalıyorsunuz. Destek almak için kendinizi bile bulamıyorsunuz. Böyle bir durumda tüm doğru insanlar gelip size iltifat etmekten başka hiçbir şey yapmasa dahi o tek yanlış insanın size benimsettiği his yüzünden hiçbir iyi söz kalbinize izleyemiyor maalesef.
Lise son sınıftayken fark ettiğim ve ne kadar gizlemeye çalışsam da yıllardır beni ele geçiren his.
Ailem benim psikiyatrik ya da psikolojik yardım almam konusunda bana hiçbir zaman müsade etmedi. Hatta bu konuda korkutuldum ya da tehdit edildim desem yeridir. Ortaokuldayken ilk kez psikiyatrik yardıma ihtiyaç duyduğumuz fark etmiştim. Rehberlik hocamla iletişim kurmayı çok istedim ancak o zamanlar gittiğim okul babamın arkadaşının müdürü ve ortağı olduğu bir özel okuldu. Dolayısıyla içerisinde çalışan hocalar da kendi tanıdıklarından oluşan bir ekipti. Bu nedenle liseye geçmeyi ve oradaki rehberlik hocasından yararlanmayı dört gözle beklemeye başladım. Fakat bırakın şanslı olmayı, rutin hayat işleyişinde bile herkes için akıp giden şeylerin benim için birer bariyer olması durumu burada da beni buldu. Yıllarca kendisine kavuşmayı beklediğim hoca babamın bayağı yakından arkadaşı çıktı. Üstelik babamla arkadaş olmasalar dahi oldukça ilgisiz, tehditkar adamın tekiydi. Dolayısıyla psikiyatrik, psikolojik yardım ihtiyacımı hissetmemi takip eden 5 sene içerisinde yine yardım bulamamış oldum. Ta ki lise son sınıfa kadar... Lise son sınıftayken okulumuzdaki rehberlik öğretmeni gitti ve haftada tek gün(salı) olmak üzere bir imam hatipten görevlendirme ile öğretmen gelmeye başladı. Bilirsiniz, rehberlik hocaları genelde eğitim hayatı üzerine düzenleme yapar. Öğrencilerin ailevi sorunlarını pek takmazlar. Bu hoca da aynı şeyi yapıyormuş demek ki, fen lisesine düşünce bir hevesle bize testler yapmaya başladı. Hepsi meslek seçimi ile ilgili ya da ders başarılarıyla ilgili... Kaç tane meslek seçimi testi çözdüysem ısrarla tek bir meslek önerisi alıyordum: sanatçılık. Rehberlik öğretmenimiz sayın mesut bey bu duruma biraz da bozulmuş olacak ki sadece salı günü geldiği okulda salı günlerini sıkça bana ayırır olmuştu. Diğer sınıf arkadaşlarım kendi çözdüklerinden bile bıkmışlardı, ben ise defalarca tek bir kesin sonuç almama rağmen sırf sanatçı olmamın önüne geçilsin diye daha fazla teste maruz kalmıştım. Ben zaten güzel sanatlar lisesinde okumak isteyip bir şekilde fen lisesinde eğitimi görmek zorunda kalan birisiydim. Bu durum biraz da canımı sıkmaya başlamıştı. Hocamın azmine ve uğraşlarına rağmen sanatçı olması gerektiğini duydukça tadı kaçan bir fen lisesi öğrencisi olmam bir yerden sonra mesut hoca'nın da dikkatini çekmiş olmalı ki o yerden sonra benle test çözmeyi bırakıp beni çözmeye çalışmaya odaklanmıştık. O günlerde benden kendime bir mektup yazmamı istedi. Üstünde çok da düşünmeden olduğu gibi aklımdaki genel şeyleri yazdım o salı günü. Ertesi hafta salı günü en yakın arkadaşım da bir mektup yazmıştı ve beraber mesut hocayı bulduk, mektupları okuttuk. En yakın arkadaşımın mektubunu okurken bir eğitimci olarak ne kadar mutlu olduysa benimkini okurken bir o kadar morali bozuldu. Mektubu okudu, bitirdi ve bana bakıp dedi ki "kendinden neden bu kadar nefret ediyorsun?". Hayatı boyunca mutluluk timsali olarak görülen biriydim, kendime bile rol yaptığımı anladığım ilk an o andı işte.
Mesut hoca ile boş olduğum salı günleri görüşmeye devam ettik. Mesut hoca orta yaşlarında, kır saçlı, eli tespihli bir adamdı. Muhtemelen baştan beri eğitimcilik yaptığı imam hatip lisesinde mesleğinin gereğini yapmak konusunda eksik hissettirilmiş biriydi kendisi. Ben onun için bir şaşırma sebebi oldum. O da benim için öyle oldu. Soyadını hiçbir zaman sormamıştım ancak adı benim için unutulmayacak insanlar arasında beynime kazındı.
Bu hikayeyi biraz anlatmıştım sanırım. Yine de detaylandırmak istedim. Paylaşmanın benim için önemli olduğu bir dönemdeyim. Çok uzatıp sıktıysam da affola🙏
mesut hoca bana duygularım ve kendim hakkında farkındalık sağlamak dışında çok fazla fayda sağlayamadı maalesef ki. Temelde kendimi sevmediğimin farkındayım. Ancak bu duygu zaman zaman çok ağır basıyor. Zorlandığını hissediyorum. Şu anda da öyle bir zamanın içerisindeyim. Yazdığım şeylere fazla itibar ederseniz psikolojik olarak yorulabilirsiniz :)
Henüz genç olduğunu hissettiren, düşünmeyi ve araştırmayı sevdiğine inandığım sözlük yazarı. Enerjik yapıda ve sosyal olmaya açık birisi olduğunu düşünüyorum. Sözlüğe ,bir zamanlar benim yaptığım gibi, ard arda girdi girmesiyle son zamanlarda sözlüğün yeniden aktifleşmesinde büyük katkıda bulunmuştur. Ben yaptığımda bu durumdan rahatsız olanlar olmuştu eminim kendisine bunu hissettirenler olacaktır. Ancak ne derlerse desinler bizi burada tekrar birleştirdiği ve yeni fikirler açığa çıkmasında hepimizi tetiklediği için kendisine minnettarım. İyi ki sözlüğe girmişsiniz lavinia :)
Olumsuz ruh haliyle yazdığınız şeyler zaman zaman beni üzse de, hiçbir zaman üstüste yazdığınız entry'ler beni rahatsız etmedi. Aksine çok güzel ifade ediyorsunuz kendinizi. Kendi adıma yorum yapmak istedim. Kalın sağlıcakla :)
Hayatım boyunca eksikliğini hissetmem nedeniyle bana azıcık verildiği yerde kovulana kadar durmama neden olan duygu. Bugün içimde bir yerlerde hissettiğim ne varsa hepsi bu duygunun kıtlığı yüzünden orada sıkışmış kalmış. Çünkü ben, bana dair güzel olan tüm şeyleri paylaşmaktan korkmadan dağıtan biriyken; insanlar her şeyini planlarla, çıkarları doğrultusunda, hesaplayarak yapıyor. Öyle ki sevgisini verirken bile stratejik davranıp onu fazlasıyla geri alabileceği bir yere vermeye çalışıyor, en sevdiği yere değil... sevgiyi yanlış yere harcamaktan korkuyorlar. Oysa sevgi o kadar başka bir şey ki insan az da olsa sevildiği mühletçe sevgisi asla tükenmez. Sevgi verilirse alındığı yerde dallanır budaklanır. Sevmekten korkmayın.
Umut etmekten vazgeçmişken geçen hafta itibariyle yanımda olan herkesin varlığını bana hatırlatmasıyla beraber bir konuda kendisinden beklentiye girmeyi kendime hak gördüğüm bir sene. Sevilmeyi diliyorum. Sevgiyle sarmalanmak istiyorum. Yalnızlığa hapsolmaktan kurtulmuş olmayı ve sevilmeyi...
Kişilerin içinden sıyrılmak için kendinden kurtulmayı seçtiği ölümcül bir hastalıktır. Psikiyatrik hastalıklara bakış açımın değişmesine neden olan hastalıktır aynı zamanda. Yanı başımızdaki insanların rol yapmaya çalışarak hayata devam etseler dahi kabuklarını çekildikleri vakit başlarına ağrı girene kadar ağladıklarını anlamamı sağlamıştır. Hastalığa sahip insanlar, bir kuyunun içinde kendiyle savaş halinde gibi yaşar. Kuyuya girilmesine izin vermez. Ancak kuyu öyle derindir ki kendileri de çıkamazlar. Bu insanların elinden tutulması gerekir. Fakat bazen kendilerini öyle güzel gizlerler ki kimse onların ne yaşadığını fark edemez.
Yanı başınızda dursa bile tüm arkadaşlarınıza ve çevrenize zaman zaman içten bir "nasılsın?" Sorusu sormaktan çekinmezseniz birçok insanın aslında depresyonda olmasa dahi bazı duygusal çöküşler içinde bocaladığını görürsünüz. Hayatınıza girmesine izin verdiğiniz herkes için biraz da sorumluluk duymanız gerektiğini asla unutmayın.
Bu başlık benim sözlüğe girmekle birlikte konuşmak istediğim ilk konulardan biri olduğu için açtığım başlıktı. Ben doğduğum ilk günden beri hep böyle hissettirildim. Bunu dile getirenleri ayıplayan hiçkimse olmadı. Ancak bana ısrarla kızanlar, çirkinliğin göreceli olduğunu söyleyenler oldu. Bir kere hepimizin ortak estetik kaygılarla sahip olduğunu kabullenelim. Mesela sınıfın en güzel üç kızı kim diye sorarsanız muhtemelen hep aynı isimleri duyacaksınızdır. Çünkü aynı toplumdan çıkan insanlarız; reklamlarda, dizilerde, televizyonlarda ve daha pek çok yerde gördüğümüz başroller hep güzel algısı adı altında bize sunulan insanlardı. Aynısı erkekler için de geçerli tabi ki. Şimdi de size bir kadın nasıl çirkin hissettirilir madde madde bana söylenen bazı şeyleri sıralayacağım: - Kendimi çok güzel hissettiğim ve kendime çok özendiğim günlerde diğer kızların aldığı gibi şımartıcı güzel iltifatlar alamıyorum. En fazla tatlı olduğum söyleniyor. Zaten büyüdükçe emin olduğum şeylerden birisi de insanlar güzel bulamadıkları kişilere iltifat ederken hep tatlı kelimesini kullanıyor. - Çok severek aldığım şeyleri giydiğimde bana değil kıyafete övgü geliyor. Mesela etek mi giymişim, ne kadar güzel olduğu söyleniyor ya da rengi çok beğeniliyor mesela. Ancak bana yakıştığını söyleyen kimse olmuyor. Ve bu durum o kadar sık oluyor ki bir yerden sonra neden olduğunu anlıyorsunuz. - Doğduğum günden beri defalarca kez bizzat suratıma karşı ne kadar çirkin ve şişko olduğum söylendi. Hatta inanmazsınız belki ama çekirdek ailem tarafından bile buna maruz kaldım. Bir insanın en bağlı kalabileceği yer olan annem tarafından bile...
Şimdi kimse bana gelip de "yaratılan her canlı güzeldir", "sadece kendine güven sen çok güzelsindir eminim ki" gibi yeni atanmış influencer sözleriyle beni kandıramaz. Güzel olduğumu hissetmek için artık çok yaşlıyım. Ancak uzun süredir çirkin bir şekilde yaşamak bana bu konuda çok güzel bir tecrübe kazandırdı. Onları da şöyle aktarayım: 1. Güzel insanların var olması gibi çirkin insanların var olması da doğaldır. Olabilir böyle şeyler. Onların varlığının reddedilmesi asıl garip olandır. 2. Çirkin olduğuna defalarca kez inandırılmış birine gidip de " hayır ya öyle deme çok güzelsin" " hayır bir daha böyle deme" gibi komik cümleler kurmanız onun ölü özgüveninin üstüne toprak atmaktan başka bir şey değildir. Her türlü çirkinliğin ya da hangi konu olursa olsun yetersiz hissettiğiniz her şeyin tek çözümü sevilmektir. Birilerinin sizi herhangi bir koşulda sadece olduğunuz insandan ötürü sevdiğine şahit olunca kendi sevmediğiniz her yönünüzün başkaları için ne kadar önemsiz olduğunu görüyorsunuz. 3. Çirkin olmak konusunda çok düşünüp çok kafa yormuş birisi olarak söyleyebilirim ki bir insanın nasıl göründüğü öylesine bir şeydir. Çok da bir önemi yoktur. Seven insanın gözleri zaten her canlıyı güzelleştirir.
Ve hayatım boyunca böyle hissettiğim her an için her ne hikmetse hep yalnız oluşuma rağmen kendime öğütler verip kendimi çok iyi toparlamıştım. Ancak son zamanlarda bu konuda olan özgüvenimi çok derinden sarsan kötü şeyler yaşadım. Bir süre daha bu şekilde çirkinliğimi hissederek yaşayacağım. Geçici bir süreç olduğuna inanıyorum. Beni mazur görün, bana karşı çıkmayın, sadece anlamaya çalışın.
Sevgili armut geçenlerde seninle dekanlık binasında karşılaştım,ev arkadaşın olsaydı yanındaki kız gelirdim ama utandığım için gelmedim. O gün üzerinde etek vardı,siyah da bir boğazlıkazak vardı. O tip eteği başka beden çok zor kaldırırdı,tam kalıp bir boğazlıkazağın da yakıştığı nadir insanlardansın. Senin üzerinde çok güzel durmuştu etek,yoksa öyle çok matah değildi eteğin kendisi. Ne cemil ipekçi imzası vardı etekte ne de aşırı çarpıcı başka bir yönü vardı. Sana karşı çıkmıyorum,seni anlıyorum da aynı zamanda. Neden ve kim seni üzdü bilmiyorum ama birçok kişi seni güzel buluyor. Mesela çok temiz bir cildin var. Bak bana,2. Sınıfa geçeli ergenlik sivilcelerim yeniden hortladı. Tedavi almaya başladım. Ama şu an yanağımda acıyan genç bir sivilceyle yaşıyorum:( Seni güzel bulan tek kişi ben değilim. Ve insanlar senin sadece saçını,sadece temiz cildini güzel bulmuyor. Seni,direkt seni güzel bulan insanlar var. Bir entry'in var ki kalbimi çaldı. Seni o entry'yi okuduğumdan beri seviyorum. Ve seninle henüz tanışmamıştım o zaman.
Evet insanlar sen güzelsin demiyor. Bana da saçların güzel diyorlardı. Bak şimdi uzun saçlarım da yok,çirkin mi oldum onlar için? Muhtemelen evet. Ama yapcak bir şey yok.
Ayrıca her kadın güzeldir filan demediğimi birçok arkadaşım bilir. Bazı kadınların gözümü tırmaladığını da söylerim sorulduğunda. Her kadın güzel değildir,ben de birilerinin gözünü tırmalıyorumdur muhakkak. Bu arada ahkam kesmek için filan yazmadım,özgüven eksikliği yaşadığım bir konu bu benim de. Mesela hoşlandığım kişiye tek adım atamıyorum. Gerek bazı düşüncelerim olsun gerekse onun iyi bir sosyal statüde olması sebebiyle onunla ilişki kurmak isteyecek benden kat be kat ideal kadınların(güzel,manken gibi)olduğu gerçeği özgüvenimi kırıyor.
Bir zamanlar, öğrenci topluluğu etkinliklerinden anı olsun diye(!) otelin bardaklarını çalan insanlar olduğunu duymuştum. Hatta bir rivayete göre kendine çaldığı gibi ev arkadaşına da 1 adet çalmış. Hiç ihtiyaç duymadığı halde bardak çalan insanların bu tutumunu klasik tıpfak öğrencisi hırsına bağlamıştım. Her şeye sahip olmak istemek, herhangi bir yoldan elde etmeyi başarı saymak... Durduk yere bardak çalan adamlar başkası çalışmasın diye bir gece ansızın tüm sandalyeleri alıp götürebilir. sandalye yerine katlanan tabure filan buluruz, bir şekilde çalışırız biz. Dikkat edin çalışmanıza engel olmak için sizi çalıp götürmesinler.
Kırmaktan korktuğun herkes için kendini kırdın. 5 sene öncesindeki enerjinden ve mutluluğundan sana zerre bir şey kalmamıştı. Ama daha iyi olman için her gün arkadaşların sana destek oluyor. Sevildiğini fark ettiren derin ilişkilerin de olmuş. Belki bugün bunu fark ettirenler de bir gün seninle arayı açacak. Belki değil kesin arayı açacaklar. Çünkü senin en büyük yaraların en çok kanadığın yeri bilenler tarafından bırakılanlardı. Ama her ne olursa olsun sen Sevilmeyi gerçekten hak eden birisin. Çünkü sevmeyi biliyorsun. Umarım sevginin, vefa olarak ödenmesi gerektiğine inanan bir insanla hayatını kesiştirip ona bir kere sarıldıktan sonra asla bırakmamışsındır. Seni sevmekten vazgeçen herkesin yerine seni sevdiğimi bilmeni istiyorum.
Öncelikle belirtmek isterim ki psikolojik açıdan kötü olduğum bir süreç içerisindeyim. Geçtiğimiz haftalarda bunu bir arkadaşımla da paylaştım. Kendisi okuduğu bölüm ve yaşadığı hayat nedeniyle psikoloji konularında bilgili olduğuna emin olduğum birisi. Bir başka gün kendisiyle sohbet halindeyken bir anda bana sımsıkı sarıldı. Hiç nedenini anlamadım, gözlerim dolu dolu oldu anında. Sonra düşündüm "en son bana böyle kim sarıldı, ne zaman sarıldı?". O kadar uzun süredir kimse bana böyle sarılmamış ki aklıma gelmedi. Belki 10 yıl bile olmuş, hatırlamıyorum. Sarılsaydım unutmazdım. Çünkü belli nedenlerden ötürü yakın arkadaşlarım ve annem bile bana sarılmak için izin isterler. Bazen bu imajı çizdiğim için çok mutlu oluyorum. Bazense kollarım arasında boş kalan yerde bir soğukluk hissediyorum. Umarım üşüyen yer kalbim değildir.